Kaçış - Bölüm 1 - Run Baby Run

Sonunda pazartesi, işyerindeyim. Kaçmaya çalıştığım herşeyin bütünü gibi, ama bir şekilde bildik bir yer. Ayılma telaşı. İyi ki geldim diyeceğim neredeyse, yoksa bu yazıyı yazamayacaktım sanki; günlerdir durmadım, duramadım. Neyse uzatmayayım, hala sarhoşluktan etkiler varken, çenem düşecekse yazı yazarken düşsün, saçmalarken değil.



Bu fotoğraftaki gibi başladı yolculuk, yüzlerde anlamsız bir gülümseme, ama içte derin bir hüzün. Dışı seni, içi beni yakar derler ya, o hesaptan olduk resmen. Bakan insanlar "vay anasını heriflere bak, mutlular" diyorlardı muhtemelen, tabi bir kısmı da "allahsızlara bak ramazan ramazan ellerinde bira, püüü bi de araba kullanıyor herif" de demiş olabilir, o onların kendi terbiyesizliği. Hem abbio içmedi onları teyzecim, ben kendime almıştım, o geyikli'den arabalı vapura binene kadar sadece birkaç yudum aldı, bilinçli adamdır kendisi, yerseniz.

Gitmenin heyecanını hiçbirşeye değişmem, hayatımda böylesi gidişler az da olsa çok severim kendilerini, 17 yaşımdayken de olmuştu, gecenin bir vakti, elimde bir valiz, yıllarımı geçireceğim bir yere doğru gidiyordum, korkuyordum, ne olacak nasıl olacak hiç bilmiyordum, ama gidiyordum. Bu sefer de aynı heyecanı duydum, tabi aradan uzun yıllar geçmiş, amiyane tabiriyle bünye kaşara bağlamış, gidiş kısa metrajlı. Fakat tüm bu etkenlere rağmen, gidişim heyecanlıydı, meçhule gidiyordum, yine yapmıştım. Umuyorum yakında o da buraya yazmaya başlar, Kaska'nın tabiriyle yanımda abbio vardı, hani şu "göt emanet edilesi dostlardan" olur kendisi. Saatlerce gittik, elimizde harita, göz kararı kaçırmamamız gereken sapağa kaç kilometre kalmış kontrolleri, "abi benzini siktiret ben iterim de, bira bitiyor benzinci bulalım" replikleri. Güzel insanlardık yolda, yol mu bizi güzel yapıyordu, gitmek mi; bilemedik.

Lapseki'den son araba olarak zorla soktuk kendimizi arabalı vapura, "arkadaşım neden agresifleşiyorsun ki, bize gel dedin sandık" diyen kibar abbio ve "skicem yine gece gece bela bizi buldu, agresyon yapmayalım arkadaşım, alıyor musun bizi almıyormusun" diyen sinirli 91 olaraktan, geldiğimizi belli ettik. Oradan ver elini çanakkale, geyikliye nereden gidilir hocam? Şu istikamette hiç tekel bayii var mı ki? Yolda kalmayalım bak derken vardık, tabi gece 22'de vapur yok, karanlıkta el yordamıyla bulduğumuz tabelada son vapurun 00.00'da adaya doğru kalkacağı yazıyor. Ulan insan ışık falan koyar şu tabelaya da görmesi kolay olur? yoook olmaz öyle şey, hepimiz türküz, zoru seviyoruz ne yapalım. Ufak tefek bir atıştırmadan sonra arabayı vapura soktuk, en öndeydik biz hani, yine arkada kaldık, son araba olarak giriyoruz? Yuh atıştırırken yine bira mı içiyorduk? Dalmış mıyız kumsalda, kızmayın ama lütfen, kınamayın. Bizim geldiğimiz yer bu kadar huzurlu değil, zaman orada su gibi akıp geçmiyor ki. Yabancılığımıza verin.

Vapur hareket edince aciz kulunuz 91 bedeni uykuya teslim etti, yol boyunca harita mühendisliği, co-pilotluk, part time filozof full time alkoliklik yaptı, yazıktır çocuğa. Abbio sezonu yeni açıyor, yudumladığı biraları saymazsak toplamda 3-4 tane içmiş, ne der dağ gibi yiğide? Hafif bir sarsıntıyla uyanıyorum, ah, gelmişiz adaya, ışıl ışıl, ufak, kutu gibi bir yer. Bense olanca nemrutluğumla "n'oldu geldik mi?" insanı, ulan bir defa da gülerek uyan be adam. Yok öyle birşey. Çok nadirdir gülümseyerek uyandığım ve malesef bu da onlardan biri değil. Adaya geldik ya, acilen şarap almamız lazım. Tabakhaneye yetişeceğiz ya, acil, çok acil. Birer şişe alındı hemen, yahu abbio, daha yeni uyandım ne şarabı? İyidir iyidir derken, bilmediğimiz bir yola girdik yine, anlamsız bir şekilde abbio gayet güzel, paranoyalarım başlıyor, "en son bu adam mesaj atıyordu o kadına, acaba yine birşeyler mi oluyor, kapıldı mı, gidiyor mu?" paranoyak olmak zor şey vesselam. Çadır kuracak takat yok, fakat gel gör ki gecenin o saatinde pansiyonlar kapalı. Yahu açık tutun son gelen vapur belli zaten 01.00'de varıyor adaya, dur yarım saat daha, varsa gelen giden üç kuruş daha para kazanırsın. O hikaye japon anime'i olur ada insanı için, birden çok değişik ada gördüm, hep tembeldi insanı, güzel insanlardı ama istisnalar haricinde hep tembel. Çadır? Babacım kimde var o derman, kim kuracak çadırı, zaten kallavi birşey. Arabada yatarız derken celallenen abbio bizi gecenin macerasına çıkartıp "hadi abi çadırı kuruyoruz" diye aksiyona garkediyor. Manyak mıyız ulan derken, cevaba gerek olmadığını biliyoruz, gören de anlıyor zaten. Çadırın kazıklarını çakmak için taş arayan mı istersin, kazığı eliyle toprağa saplayan mı, kibara bağlayıp "abi kamp yerindyiz, ayıp olmasın izmariti yere atmayalım" diyen mi. Haha kendime inanamıyorum bazen.

O anda kalan 4 günde neler yaşayacağımızın sinyali bendenizden geliyor.
- "Abbio farlar açık nicedir, bitmesin aküsü Ateş'in?"
- "Yok be abi biter mi yarım saat far yakmakla."
- "Abi ben anlamam araba işinden, biliyorsun ehliyet de yok, ama n'olur n'olmaz sen bir aç şu kontağı."
(öfleye pöfleye giden bir insan profili, sonra marştan gelen tıkırtılar)
- "Hasktir hacı abi çalışmıyor bu?"
(gülerken anırmamak için zor duran 91 profili, insan demeye dilim varmıyor)

Araba nasıl çalışır, "su yatağımız yok, toprakta mı yatacağız" (adama 3 günde türlü çabayla dedirtemedim deniz yatağı diye, vay anam serhat ne içilmiş), yokuş yukarı da olsa ben bu arabayı iterim (ki ittim :P ), şu tahta sedirimsileri çadırın içine koyalım ki toprakta yatmayalım, toprak çeker, saat 3, şaraplar bitiyor, uyku yok, ada havası bir garip, lan üşütmeyelim şimdi? IRA militanı şeklinde uzanılıyor tahta sedire. Hint fakirleri bok yesin yanımızda, o rahatsız aparatta bir bebek masumiyetiyle başlıyor "mışıl mışıl" uyuma seansı.



Sabah güzel bir güne uyanıp, kahvaltı biralarını müteakip ada turuna başladık. Elimizde kamptan aldığımız harita, vay anasını serhat, iki gündür elimden harita düşmüyor, ne olacak bu işin sonu? Akvaryum koyu diyorlar, Rüzgargülü diyorlar, nereler ola ki onlar? Buluruz dert değil, hele birer tane daha bira alalım, kesin buluruz. İlk kurban akvaryum koyu, fonda nereden çıktığı belli olmayan arif susam (?) vay anam vaaay, adam haykırıyor da, bize ne oluyor? Notumuzu düşelim hemen, adaya gidecekseniz ve tüpsüz dalıştan hoşlanıyorsanız, güzel bir şnorkel-palet takımı ile gidiniz, muhteşem bir yer. Şnorkelim olmadan kendi halinde bir yüzücü gözlüğüyle bile tüpsüz dalışlarımın en keyiflisini yaptım. (Hoş hiç tüplü dalmadım, becerim dışındadır kendisi) Bir sürü balık, mercan kayalıkları gibi güzel kayalıklar, suyun altında mümkün olsa at masayı otur rakı iç o manzaraya. Gerçi oraya zıpkınla giren o hödüğü dövmemek içimde kaldı, güzel olan her şeyin içine sıçmaya azmetmişiz sanki ulusça, yazıktır be. O balık vurulmaz arkadaş, huzuru da kaçırılmaz. Sessiz sakin salınıyor hayvan orada, mangala atsan atılmaz, yiyemezsin, kıçına mı sokacaksın vurduktan sonra? Develerden kaçış yok bunu anladık.

Yavaştan yola koyulduk devamında, yolda bir adam gördü abbio, girişken insandır kendisi, benim gibi çekingen ve yabani yanlarını iyi törpülemiştir, bir ünledi adama doğru "amca burası neresi, ada dediniz şarap dediniz nerede bulunur bunlar?" diye. Adam da bulunduğumuz yerin adını söyledi, Şarabın da fabrikası biraz ilerde solda dedi. Ada döngümüz orada değişti zaten. Kafamda bir anda çınladı o sözler.

"Here come the riders
As the wheel of Dharma's is running out of time
Here come the riders
As the wheel of time is running out of time
" / Bruce Dickinson -Darkside Of Aquarius

Hayatımda hüznün bu kadar yakıştığı başka bir kadın görmedim. Göreceğime de inanmıyorum. Şebnem abla, bize birkaç çeşit şarap ikram ettikten sonra, birer şişe aldık, sağolsun açtı şarapları, gün boyu elimizden düşmeyi, yani bitene kadar, o da bir saat filan herhalde. Dönüşte nicedir yemediğim kadar güzel bir kalamar indi bira eşliğinde, arkasından maç izleme hatası, Fenerbahçe maçı, insanlara huzursuzluk vermemiz, Galatasarayımızın golü, Nonda attı bir oldu, sorna abbio bir koştu, bir koştu. Şenol tuttu, ortasına bitirici bir şekilde kafayı vuran ben gecenin skorunu belirledim. Galatasaray : 1 Antalyaspor :1 abbio&91 : 1.000.000

Bu arada şenol kim bilinmiyor, o geceden sonra sabahında hayatta olup olmadığımızı sordu, son iyiliğini yaptı ve kayboldu. İstanbula dönünce davet etmiş bizi, güzel insan.

Burada keseyim, bu birinci kısım olsun. Anlatmakla bitmeyecek şeyler yaşayınca benim gibi geveze, sayfalarca yazsam kesmeyecek. Ama şu anda yazmaktan çok, bir sigara molasına çıkıp çooook uzaklarda, aslında çoook yaklaşmış bir insanı düşünmek istiyorum. Aklımda tek bir soru;



Nereye gidiyoruz? Evet biz. Nereye?

0 Sapan Eklenmiş Bu Saçmaya: