Yukarıda bir fazlayız artık...


Yağmurlu bir günde gelen acı bir telefon, “-duydun mu abi”…
Hiçbir ölüm daha da olgunlaştırmaz evlat dedi birisi dün..Ben ağlarken..
Olmadı be abi, ağır gelir bu şaka bize..
Kaldı ki gerçekten ağır geldi..
Bir stadyumun koridorları insanın üzerine üzerine gelir mi?
Çöktüm yemin ediyorum o ihtiyar koridorun bir köşesine, umarsızca ağladım hüngür hüngür..
Tüm gün cenazeden yorulan bacaklarım taşımadı daha uzun süre beni..
Dinleneceğim yer gözü yaşlı SamiYen’in soğuk merdivenleri olacakmış..

Şu boktan yaşam silsilesindeki yazılı olmayan kuralların başında gelen “kırmayalım abi birbirimizi, bak gördün mü, bugün varız,yarın yoğuz..”…Anlıyoruz anlamasına da beceremiyoruz işte, yine hırslanacağız,yine tüketeceğiz, bir pislik gibi..Hem de her şeyi en süratli şekilde tüketeceğiz, yitireceğiz..Ardımıza baktığımızda hiçbir şey görmeyeceğiz, ve o dakika gerçekten üzüleceğiz, üzülmek istiyoruz, kanımızda var..
Öfkemizle bitiyoruz, haberimiz yok..Yenik düştük, ağlayanımız yok..

Ah be abi, nasıl da sığdırdılar o koca gövdeni dört kolluya…

Kıllanan Adam

Sabah sabah kalktık işe geldik. İşe bak yahu, herke$ler yatağında mışıl mışıl uyurken, bile bile mesai kurbanı oldum bu gün. Ama eskisi gibi uykuyu azaltmaya başladığımdan sorun yapmadı, gece 2 de yatıp sabah 7de kalkmak suretiyle intikali tamamladık canımız varoluş sebebimiz işyerimize. Tabi uyku az olunca, takılacak şeyler fazla oluyor bunu farkettim. Yol boyunca bir çok hareketten kıllandım ziyadesiyle. Sonra da bunları yazmaya karar verdim. Ne alakaysa?

1. "Selamünaleykümün"
Bu nedir? Nedir ulan nedir? Türkçe meali "herkese selam" gibi birşey olması lazım. Neden bir insan herkese selam verme ihtiyacı hisseder, özellikle de motorda filan? Ulan günaydın desen, anlarım. Ne bileyim, sosyalleşmek için mi yapılır bu, yoksa "bakın herkese karşı sevgi doluyum" demek için mi? Ayrıca tanımadığın insanlara neden selam varmeye çalışırsın be adam, tanışma kaygın mı var? Dikkat edilmesi gereken ayrı bir husus ise, sizin bu insancıl yaklaşımınıza biri "mna korum" diye cevap verebilir. Selam vermeden önce o mahaldeki herkesi tek tek dövebileceğinize emin, gelmesi muhtemel cevaplara da hazır olmak idealdir. Ben küfrederim çünkü, gözünün içine baka baka hem de.

2. "Şemsiye"
Ey güzel insanlar, şemsiyelerin göte girince açılmama durumunu illaki bilirsiniz, o detaya girmenin gereği yok. Fakat, göze girmek gibi bir fonksiyonu da var bu arkadaşların. Refleksle sıyırmak kuvvetle muhtemel olsa da, girerse acıtır kanaatindeyim. Gözü çıkarması da cabası. Ulan daha motor yanaşmamaış, dışarı çıkıp o rüzgarda şemsiyeni açıp bas bas "ben salağım" diye bağırıyorsun, hala o şemsiyeyi gözüme sokma çabası neden? Çok şekersen, suda eriyeceksen iki dakika sabret ablacım, motor dursun, insanlar insin, sen de salına salına arz-ı endam eyle, alem salınmak görsün. Gözüme şemsiyeyle tacizin kaç yıl cezası vardır acaba?

3. "Cep Telefonu"
Tamam anlıyorum, teknolojinin dibine vurduk. Her yerde iletişmek zorundayız. Bu yaşadığımız zaman diliminin bir gereği. De güzel abim, 8 sıra arkadan duyuyorum yengeye verdiğin yemek siparişini. Sabahın 8inde oruç başa da vurmaz herhalde, tutmadım bilmiyorum ama? Öte yandan, mideni dalağını sikiim afedersin, sabahın 8inde imambayıldı nereden geldi aklına? Hala aklıma geldikçe öğüresim geliyor.




4. "Acele Eden İnsanlar"
Arkadaş bir memlekette herkesin acelesi olmaz. Acil işi olan kısım en fazla toplam insan sayısının %10 civarında bir rakamına tekabül eder. Bu da kabul edilebilir bir miktardır kanımca. Ama gel gör ki bizde herkesin acelesi var. Madem çok acelen var 15 dakika erken çık evden? Olmaz. Sokakta birbirini omuzlamak, ezmek, üstüne su sıçratmak daha eğlenceli. Aksiyonu seven milletiz vesselam.

5. "Bedava Dağıtılan Gazeteler"
Tamam, promosyon amaçlı yahut beyin yıkamaya yönelik yapıyorsunuz bu işi, anladık. Para sizin, zaman sizin, etrafta da yıkanmaya müsait sıfır kilometre beyinler, sahibinden az kullanılmış dimağlar bolca var. Yapın anasını satayım. Fakat yaparken dağıtan elemanlarınızı uyarın bari "milletin burnunun dibine kadar sokmayın gazeteleri, agresifi var, hayvanı var, can güvenliği yok" diye. Ben kaçtıkça köşeye sıkıştırmaya çalışırcasına, tam saha prese kalkmış Boston Celtics gibi boğmayın adamı. Orada hakem var, kurallar dahilinde oynanıyor da, sokakta hakem yok. Allah muhafaza, hır çıkıyor.

İşte böyle. Sabah sabah seda sayan modeli, ilginç bir şekilde gün başladı. Hayırlara vesile olsun efenim. Bu ruh halini atlatmak için yapılacak şey belli, Şu anda tek derdim alaturka bir tuvalet bulmak. Neden mi? Bu saydıklarımın hepsini nötralize edecek bir uygulamaya garkolmak için. Bakınız aşağıda;
Aile ziyaretime geliyor bugün, ben bayramda gidemiyorum diye onlar gelmeye karar vermiş. İyi oldu arayı uzatmadık. Aile güzel bir kavram sonuçta. Özleniyorsunuz, özleşiyorsunuz. E hele ki benimki gibi çekirdek bir aileye sahipseniz, üç kişinin buluşması çok daha kolay oluyor. Geri kalan akraba sıfatlı hiçkimseyi tınlamamak ise paha biçilemez.
P.S. Ananecim kusuruma bakma. Sakın seni sallamıyormuşum hissine de kapılma. Bu bayram gelemedim elini öpmeye, özürlerimi sunarım. Da 30 olduk be anane, hala para vermeye kalkışıyorsun el öptük diye, arkadaş arasına çıkacak yüzüm kalmıyor. Gözünü seviym, lütfen yani.

Ne Geceler Yaşadık

ve hâlâ ölmedik.

Yağmurluydu gün, kötü haberlerle başlamıştı, cıvıl cıvıl bir sesin haricinde. Evden çıkmamaya karar vermiştim, dış dünya tehlikeliydi benim için. Ama dünya ayağıma geldi, nasıl reddedebilirdim ki. 8 sularında Abbio ve IRELAND, 9 sularında da ciga olay mahalline intikal etti.

Başlangıç J&B, Karga ve Efes ile olunca, finali rakı ile yapmak kaçınılmazdı. Vay anasını. Yan balkonda bizi izlemekten yorgun düşen gençliğe ise sabır diliyorum. biz daha çok içeriz de, siz izleyemezsiniz bile.

Kulaklarınız mı çınladı? Sebepsiz yere alkol mü almak istediniz? Bir anda kimliği belirlenemeyen hüzünler mi çöktü üstünüze? Yalnız mı hisettiniz? Korktunuz mu ıssız yolda bir başınıza yürümekten, ıslık mı çaldınız yoksa hafif bir şarkı mı mırıldandınız?



Sorumlusu biziz. Biliyoruz çok güzeliz. Hep olduğu gibi, eğdik başımızı, yürüyoruz.

N'aptın be abi? :(

Buradan böyle birşeyi yazacağımı hiç düşünmezdim, ama bu da varmış. Abbio'nun telefonu kırdı kalbimizi. Alpaslan abi uzaklara gitmiş. Üzüntümüz çok. Oldu mu be abi, yakıştı mı sana bu? N'aptın be abi? :(

Başımız sağolsun.

Karelerle 4 Gün

Gidiş anı, Gün batar, Günbatımına karşı biralar fütursuzca içilmelidir.

İlk ada turu başlangıcı. Vay anasını dur abbio dur, fotoğraf çekicem.


Ya buradan atlanmaz mı peki?

Orada olmak istiyorum şu anda. Türlü fırtınaya razıyım.


O son dubleleri içmemeliydik.

Çok yalnız gözüküyorsun be usta.

Günbatımı, ada, Corvus, Hüzün.

Virane, ama güzel. Yalnız, ama mağrur.


"20 sene sonra tekrar buraya geldiğimde hayatım yine böyleyse, oturur ağlarım." 91

Sen Sarıyla Kırmızı! Hüznümüzün Yıldızı.


Ay doğudan süzülmekteydi Rüzgargüllerinin üzerine.

Bir gün biz de böyle bir yer açacağız orada. Minik, Güzel ve Bizim.

Dönüş yolu, durabilseydik apayrı bir yazı konusu çıkacaktı. Olmadı. Ama yıllar sonra görmesi güzeldi. İlkti o be, çocukluktan çıkmaya çalışıyordum daha.


Bir tatil de böyle bitti. Güzeldi, bizimdi, özeldi. Paylaştım daha da keyifli oldu. Fotoğraf kaliteleri çok yüksek değildir sanıyorum, hem telefonla çekildi, hem de çeken kişi hep sarhoştu. Kusuruma bakılmaya. Kullanmak istiyorsanız buyrunuz kullanınız. Kaynak gösterirseniz şık olur, göstermezseniz de canınız sağolsun :) Ama "aa ipneninbiri bizim tatil fotoğraflarını araklamış" derim olur da görürsem, yalan yok. ( Not. vay şerefsiz ben :) html'e direk yazmayınca thumb olarak atmışım fotoğrafları, yüksek çözünürlükte bir hali yokmuş zaten. isterseniz haber ediniz :P )

Kaçış Bölüm 3 - Lets delay our misery

Dağıldı kafa nispeten, mızmız veletler gibi ikide bir gözlerimin dolmasını es geçersek tabi. Elimizden geldiğince bir bitirelim şu ada notlarını da, sözümüzü tutalım.

Hatun kişi "madem siz yarın sabah gidiyorsunuz, bu akşam içelim o zaman rakıyı, hade hade hadeeeee" şeklindeki girişimleriyle beni benden aldı. Bu ne alkol sevgisidir mübarek, benden beterleri de var galiba diye geçiriyordum içimden ki yağmur başladı. "Halimize gökler ağlıyor ulan!" dedim, içimden ama. Durumun her ne kadar kötü olursa olsun, insanların bilmesine izin verme. Önemli kuraldır. (Not. Bundan aylar evveli, sevdiğim bir heriften aldım bu doneyi. "Yeter ulan yeter" diyordum, "adım adım ölüyorum ve insanlar bunu farketmiyorlar bile". Aldığım cevap kamuflajımı iyi yaptığımı kanıtlar gibiydi, "Sen ardarda bu kadar mutlu maskeleri tak, ve devamında öldüğünü insanların farketmemesi yüzünden üzül, tezat bu söylediğin" tarzında bir sözdü. Kaska, yaz şuraya, deli etme adamı) Neyse fazla melankoli yapmayalım, geceye dönelim, komikti vesselam. Çirkin ördeği adaya inmemiz için önce şaraplarımızı bitirmemzi gerektiğine ikna etmek çok zaman almadı, ki onun da birası duruyordu zaten. Yanındaki arkadaş da tesadüfen karşıyakalıymış. Bu gariban da karşıyaka doğumlu ama bir defa olsun görmedi oraları, ama bu ortak paydalar bulmaya engel değil tabi.

Şarapları gövdenin nadide bölgelerine indirip, ufak yollu arabaya doğru yöneldik, elimizde anlamsız biralarla. Adanın merkezine giderayak biraz tereddüt yok değildi, ahali bize doğru kalas ve meşe odunlarıyla koşacak hissiyatı bir an bile eksilmedi içimden. Tek tesellim o anda sarhoş olmamaktı, kahvenin önünden geçerken şu taburelerle de iyi savunma yapılır diye gaz veriyordum kendime. Önce Murat'ın mekanı zorlandı, baktık oradan hayır yok, abbio bey'in ısrarla BOROZAN dediği, fakat aklımda kaldığı kadarıyla Boruzan olan restoranın sahil kenarındaki masalarından birine konuşlandık, garsonların eşsiz bakışları arasında. Yemin ediyorum ünlü biri olmanın nasıl birşey olduğunu o anda anladım. "Abi o sizsiniz di mi?" "Hani o antalya maçındaki arkadaşlar?" "aaa evet evet bu abi o Galatasaray formalı abi" "Abi ne güzeldiniz siz yahu" nidaları arasında girişimizi yaptığımızda, onlar esas şovun cumartesi olduğunu düşünüyorlardı.

O ne karidesti, o ne ahtapot salatasıydı anlamadım. Muhteşem desem az kalır, ama mailfeed'in haber verdiği kadarıyla Fish hanım ahtapot ızgara yemediniz mi diye bir yorumda bulunmuş, o kafayla aklıma bile gelmezken, salatası hiç çıkmaz aklımdan. Çirkin Ördek hanım abbio'nun köpek fobisini yenmesine yardımcı olurken, İsmilazımdeğil bey de bana göztepe karşıyaka kavgalarının ne kadar devasa olduğundan bahsediyordu. Söyleyemedim arkadaş 8 biranın yanına 2 şişe beyaz sıkıştırmışım, kafam bir dünya, raki şogüzel, kime ne anlatıyorsun diye. Rakılar rakıları kovalarken, bir noktada "Efsane Geri Döndü". Abbio bey tuvalete gitmek için ayaklanmışken, içine şeytan girmiş bir garson ona "Abi sen buradan denize atlayamazsın" tespitinde bulununca, abbio'nun gözünde çakan şimşekler ortamı aydınlattı. Hani ufakken derlerdi ya, "ne dersen bir fazlası" diye, abbio ne kadar atlarım diyorsa bir garson daha olaya dahil olup atlayamazsın deyip masumun kanına girmeye çalışıyorlar. Kendi kendime koskoca abbio bu gaza gelmez derken donuklaşan bakışlar beni paniğe garketti, sonra tek gördüğüm abbio'nun uçan hali. Balıkçı teknesi, mazot, etraftaki insanlar. Peeh onlar da kim oluyor :) Barbaros'un torunu Abbio Hayrettin Paşa olay mahallindeki hakimiyetini kurmuş, adayı olmasa bile garsonların gönüllerini fethetmişti bile. Bir anda çirkin ördek hanım da sağımdan uçtu mazotlu suyun içine. Hey maşşallah sözleri arasında sıra bana gelecek zannedenler çok yanılmıştı, çünkü gaza gelmezdim ben, nedense.

Daha temiz yerden uçma kararı verildiğinde, abbio tüm centilmenliğiyle çirkin ördek hanımı etraftakilerin gözü önünde kucağına alıp, denize atlamak yolunu yarılamıştı ama hain kader ağlarını örmemiş, kıyıda bırakmıştı. "Palamut" abbio da kucağında çirkin ördekle en son ağların üzerine uçarken görüntülenmişti, masamızı diğer tarafa taşıdıktan sonra deniz sefasını müteakip ayrıldık adanın merkezinden, gayet makul bir hesap karşılığında hem de. Sanırım şov ücretini hesaptan düşmüşler :P

Dönüşte sebebini bilemediğimiz bir şekilde yine kaybolup, ayazma plajının önünden kamp yerimize doğru gidecekken, son darbeyi de ben vurayım deyip, "burada yüzülmez mi bea" argümanını ortaya atıyorum, ilk ve tek destekçim çirkin ördek oluyor. Bu arada bira aldığımı farkediyorum, hatta içmekte olduğumu da. İsmilazımdeğil bey biralardan ikisini alıp kampa doğru gitmeyi, çünkü midesinin bulandığını söylerken, kulağıma eğilip tekrar belirtme ihtiyacı hisediyor "O benim kız arkadaşım değil, rahat olun o yüzden benim için bir sorun yok". Ulan hayatında hatun yüzü görmemiş yamyamlar mıyız biz? Ne asabımızı ne de terbiyemizi bozmuyoruz tabii ki.

"Vay anam vay Serhat neler dönüyor burada?"
Devamı flu, ayışığı altında çirkin ördekle yüzmemiz, boğulmasından korktuğum için yanından ayrılmamam, bu hareketlerden rahatsız olmam, kolsuz tshirtümü adanın kabaran dalgalı sularına kurban verip Poseidon'u yatıştırmam, terliklerini kaybeden çirkin ördeği kucakta arabaya kadar taşıyıp, kendi terliklerimi bulma çabalarım, abbio'nun vakur yamyamlıkları, "Oooha! Yuuhhhh!" replikleri, terlikleri bulmam ve devamında kampa doğru yol almamız sanki bulutların üzerinde bir yolculuk.
Bundan sonrası karışık, hem yaşananlar hem de hatırlayamama sorunu yüzünden. Sabahı ettiğimizde buruk bir veda, çirkin ördeğin bizi yolcu etmesi, ismilazımdeğilin çadırında uyumaya devam etmesi, terliklerin tümünün bulunması, iyi yolculuklar dilekleri hepsi bir çırpıda olup bitiyor.
Bizim üzerimize düşen ise, Şebnem ablaya veda etmek, istanbulda tüketilmek üzere bir kısım şaraplar almak, kahvaltı edip, köpükler eşliğinde adaya veda etmek. Hüznün dorukları gibi, sevgiliden ayrılmak gibi, evini terketmek gibi, gibi oğlu gibi işte. Sadece 4 gün kalınan adadan, hayat dersleri alarak dönercesine buruk, başarmışcasına gururlu. Sözün bittiği yerden, istanbula dönene kadar fazla nefes almamaya özen gösteriyoruz, onun yerini sigara alıyor. Kelimeler tükenmiş, gözlerde bir korku. Çünkü; Sonbahar geliyor.
Ada ile ilgili notlar bunlar, kasten bazı detaylar atlandı, kişi ismi vermekten kaçınıldı, bazı şeyler kendimize saklandı. Ama genel itibariyle yaşananlar bunlardı ki, bağbozumunun yanında, güzdönümü de oldu. Biz gittikten sonra 24 saat kesintisiz yağmur yağmış ardımızdan. Pisliğimizi adadan yıkayıp temizlemek için midir, yoksa gidişimize ada mı ağlamıştır bilinmez. Rivayetler varsa da rivayetleri dinlemek pek benim işim değil. Ben önümüzdeki maçlara bakıyorum, çünkü bize her sevdadan geriye kalan, sadece Galatasaray :)
Persephone Hades'in yanına döndü döneli hayat bir garip buralarda. Oysa ki Persephone ile de pek sevişmeyiz. Farklı dünyaların tanrısı o, biz ise onun gidişiyle ortaya çıkan durumları içkimize meze eden insanlarız. Ama bir gün biryerlerde Persephone ile de görüşeceğiz, hesabımızı kapatmak için.
Ya da, Persephone insan biçiminde bize gözükecek. Dedik ya, sonbahar. Bizim mevsimimiz.

mnskym

sabah birşeyler yazma isteğim vardı, ama evimden iskeleye uzanan, sallanarak yürününce 20 dakika tutan o yol, olası başlık düşüncelerimi sıfırlayıp "mnskym" yaptı. seksist bir yaklaşımımın olmamasına çalışırım, günde 1500 defa koymamaya çalışırım ama, böylesi günlerde sanırım koymadan durulmaz.

sol ön patisi parçalanmış bir kedi gördüm, dizlerimin bağı çözülüyordu, başında orta yaşlı bir bayan. balta sayesinde tanıdığım veterinere yönlendirdim, taksi parasını da verdim bayana, veterineri de aradım. olası bir cerrahi müdahalenin (ne demek olası mnskym, parçalanmış işte, olacak o müdahale) masraflarını üstlendiğimi belirttim. de zaten bu aralar meteliğe kurşun atan ben değil miydim diye düşünürken yakaladım beynimin diğer lobunu. beyin değil göt lobu olacak parçasın diye çıkıştım, ulan hayvanın patisi be. parçalanmış. ben 2 hafta daha parasız dolaşsam çok mu? allah cezamı versin.

devamında ölmüş bir serçe gördüm yol ortasında, o kadar huzurluydu ki. ben de onca huzura sahip olup öyle ölmek istedim bir anda. yeter yaşadığımız yahu, 30 sene olmuş. çok hayallerim, düşlerim var ama, gerçekleştiremesem de gözüm arkada kalmaz herhalde. zaten şu ana kadar ne gerçekleşti ki?

son darbeyi de iskelede bir kız çocuğu vurdu, öyle içli, öyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki, görünce fena oldum. acaba neydi sorunu? :( yabani, çekingen, utangaç bir adam olmasam gidip sorardım neyin var küçük diye, ama malesef ki değilim, o kızcağız da öyle ağlaya ağlaya guzaklaştı, ben de ofise doğru, omuzlarımda dünyanın yükü.

şu anda bağırmak istiyorum sadece, "AMINA KOYİM!" diye. söz bir defa bağırıp susacağım. hiçkimseyi rahatsız etmeyeceğim devamında.

P.S. ada notlarının sonuncusunu bugün yazacaktım ama, sanırım beceremeyeceğim. emin değilim. kafamı toplarsam yazacağım birşeyler. özürlerimi sunarım.

Kaçış - Bölüm 2 - Sen, Ben, Değirmenlere KARŞI

İkinci bölüm, geç oldu, güç de oldu ama oldu. Yani (10.38'de kaydedildi taslak diyor sekreterim blogger bey, şu anda saat 12.53, evlerden ırak hakikaten güç oldu :P ) olacak, başlanmış iş bitmiş iştir ne de olsa, sanki babam gelip yazacak, ben yazmazsam nah biter. bunu idrak ettikten sonra gidip bir yerlerden soda bulayım. Öğle yemeği iyiydi hoştu da, sanırım mideme oturdu allahsız.

Nerede kalmıştık? Şenol dedik, gecenin sonu dedik, hatırlamıyoruz dedik. Dedik de, uyanması çok zordu. Hele bir de gece vakti 91 tuvalete çıkar da çadırın fermuarını kapatmazsa, hele ki ilk gece abbio çadırı kurarken çadırın tabanına "cırt, cııııırt" diye hasar verdiyse. Bir de bu iki organizmanın (dedim ya insan demeye dilim varmıyor, evlat olsa sevilmez) akşam damacanayla alkol tükettiğini düşününce, sabahı tahmin etmesi sıfırla eksi sonsuz arasında herhangi bir noktaya denk geliyor. Düşünmemek en güzeli. Yedik fırçamızı oradaki "anaane" teyzemizden, çok içmişiz, fantastik olmuş girişimiz, üzülmeyin hep olur öyle, insanlar ilk günlerinde patlak veriyorlar mealinde birşeyler söyledi. He dedik. Adamın biri bizi kalasla dövmek gerektiğini söylemiş, neden girişmediği muamma, kimdi o deyince, arka masada kahvaltısını eden kel rahatsız olmuş gibi durdu, güldüm kendisine. Gidip kulağına fısıldamak isterdim, reklam sloganı tarzında; "Bir kalas asla yetmez" diye, ama o arada birayla meşguldüm, bir de gelmeyen menemenin godot'suydum.

Gündüz olağan şekilde Akvaryum koyu (ısrar ediyorum gidiniz), Şebnem abla, O muhteşem şaraplar, Rüzgargülü, Kamp arasında geçti, sessizdi, sakindi. Abbio dünün yorgunluğunu atmak için erken uyudu. Ben üstüne yatacak tahta bir sedir buldum, 5 şişe bira ve abbio'nun sigarası eşliğinde 2-3 saat yattım. Yıldızları izledim, cırcır böceklerinin korosu muhteşemdi. Hayatımı gözden geçirdim nicedir yapmadığım şekilde, uçurumdan aşağı yuvarlandığımı farkettim, gülümsedim yuvarlanırken, o da bir safhası değil mi sanki delirmeye giden bu yolun. "Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak" dedi, şebnemlerin ferah olanı, dinlemedim. Çünkü aslolan Şebnem abla'nın bize söyleyeceği "Hatırlamak bir anlam ifade ederken o hatıralara kederlenmek, o kederi yaşamak" idi. Duyar gibiyim "ulan ipne daha duymadığın bir söz nasıl o anda aklına gelmiş olabilir ki?" diye :) Melankolik insanız vesselam (bilgi işleme çok teşekkür etmek istiyorum şu an için, Scorpions - Still lovin' you çalmakta şu anda, taa lise yıllarıma pencere açtılar), aynı kelimelerle olmasa da aynı hissiyatla düşünüyoruz. Çok yaşa sen Şebnem abla, hüznünle, güzelliğinle, biricik olmanla, ve daha mutlu günler için, çok yaşa.

En sonunda sabah oldu, yine bir kahvaltı, yine bira ama ondan sonrası fantastik oldu. Efenim Abbio kişisi tipime bakıp "bu takoz hiç bilmez masa tenisi" demiş olacak ki, bana maç teklif etti. Malumunuz olacağı üzere, biraz futbol izleriz, biraz da kural tanımazlık var bünyede, biz de masa tenisini 50de devre, 100de biter şeklinde icra etmeyi uygun gördük. Biz raketlere doğru giderken, o gece tanışacağımız arkadaşlar da kamp mahalline yeni duhul oluyorlardı. Vah gariplerim. Sayın okuyucu, tabirimi mazur gör ama, maçın sonunda kelimenin tam manasıyla abbio efendinin eline verdim, raketleri. Gönül timsah yürüyüşü yapmak isterdi ama, çok tozluyu, edemedim kendime bu kötülüğü. (Tabi şöyle bir durum da söz konusu, masa tenisinden önce tavla da oynamıştık, aman allahım o neydi yahu, bu günü hiç unutmayacaksın diyen abbio ve tavlayı 6-2 gibi net bir skorla sözün sahibinin koltuk altına sıkıştıran 91. Kahretsin, her geçen gün mükemmele yaklaşıyorum.)

Adanın doğal bitki örtüsüyle içiçe geçen güzel bir günden sonra, bizim doğal besinimiz olan şarapları almak üzere geri dödük kürkçü dükkanına, e boru değil, gündüz şehir merkezinde Şebnem abla bizi görmüş, el bile sallamış, iade-i ziyaret yapılmazsa olmaz. Duşumuzu almamızı müteakip oradaydık, tüm dingilliğimizle. Misafirleri varmış, masadan da kaldırdık ama, hiç üşenmedi o. Sanırım ağır kaldırmış ama, eğilip kalkarken acı çektiğini saklamaya çalışsa bile, acıyı gören gözlerden saklamak biraz zordu böyle şeyleri. O arada eşi lafa tuttu bizi, dün sizden bahsediyorduk diye. Hep aynı saatte gelip, aynı şarapları alan iki kişi olarak kazınmışız belleklerine, hoş tabi.

Yine akşamüstü, yine rüzgargülü dedik, elimizde Şebnem ablanın hediyesi kadehlerle, abbio tespitte bulundu, "buradayken daha bir içli muhabbet dönüyor sanki" diye. E tabi, yeşil gülüşler, mavi öpüşler var fonda dedik, acımız büyük dedik, sen sarıyla kırmızı dedik (biliyorum anlamsız geliyor, eve gidince unutmaz da fotoğrafları atabilirsem anlam kazandırabilirim bu sözcüklere, af buyursun kıymetli okur) İçli sohbetler ister istemez özel mülkün saat 20 itibariyle terkedilmesi ile yerini mobil içli sohbetlere bıraktı, 4 kilometrelik yolu yaklaşık 1 saatte aldık ki bu da kendi çapında bir rekordu, araba içinde kadeh tokuşturarak şarap içtiğimizi görseler kesin "gay" damgası yerdik, ki kampa dönünce abbio bu soruna bir çözüm getirdi. herneyse o bir sonraki paragrafın konusu.

Kampta bira içelim isteğine, abbio şaraptan devam kontrası verdi, biz de Şebnem abla'ya ihanet ettik, açılan birer şişe talay şarabı Karga'nın ardından çamaşır suyu gibi gelse de, içinde alkol var o da candır mantığıyla içerken, çirkin ördek yavrusu yanımıza geldi, merhaba diye. N'apıyorsunuz burada sorusunu, Hagi kıvraklığıyla "içiyoruz" diye sağından atıp solundan geçerken, abla formamıza asılmak suretiyle "gelin beraber içelim" diyerek engelledi. Tehlikenin farkında değillerdi, ha keza biz de. Tanıştık çift olmadıklarını ısrarla belirten çiftle, abbio'nun ısrarlı "biz aynı çadırda kalıyoruz ama heteroyuz" saplamaları eşliğinde.

Adayı sordular, hikayemizi anlattık, çok güldüler, hatta çirkin ördek yavrusunun bir ara gözünden yaş geldi. Utandı garibim göğsündeki "69" dövmesini bize açıklarken. Yok çok sevdiği bir arkadaşı "6" imiş, o da "9" imiş, hayat boyu hatırlamak için yapmışlar, kinayeli oldu tabi. Biz abbio ile dövme yaptırsak "333" yaptırırız herhalde, "üçyüşotuşüş" şeklinde okuyoruz, hep sarhoşuz diye bir açıklaması olur, hiçbir seksüel çağrışım yaptırmaz, çünkü belirtildiği üzere "heteroyuz abi". haha.
Hatun kişi bizi yarın akşam yapacakları mangala davet ederken, biz sabah yola koyulacağımızı söyledik, ve o fikir çıktı bir anda. "O zaman bu akşam içelim rakıyı"

Son akşamı Bölüm 3'e saklamak niyetindeyim, çünkü çıkıp sigara içmem, yine düşünmem, yine gülümsemem gerek. Sanırım sabahten beri çok fazla somurttum, bulduğum soda bile fayda etmedi.

Gökgürültüsüz, çocukluğunuzda yediğiniz pamuk şekerler tadında rüyalar dilerim efenim. Size değil, O'na ;)

P.S. Kıyamadım, size de efenim, size de :)

Hello Beautiful

İkinci kısmı sözde pazartesi öğleden sonra yazmayı düşünüyordum, beceremedim. Sağolsun abbio'm fasıla koymuş, iki şişe şaraba baktım durdum iki gündür. Gün başına bir şişe şarap. Evet evet alkolikdeğiliz.biz :)

İlginç gelişiyor hayat. Dün bir kızımız oldu, ev eşyaları içinde en yenisi, en özenileni. Kırmızılı kız, Red Star, Crimson Dream. Ne derseniz deyin adına, ama bana Crimson Dream daha yakın geliyor. Evet, dün ben bir bilgisayar aldım, saatlerce onu ayağa kaldırmaya uğraştım. Değdi ama, tüm zerafetiyle duruyor şu anda köşesinde. Ev elektronik sistemi onun sayesinde terabyte'ı geçti. Salonun da adını ay üssü alfa olarak değiştirirsem çok şık olacak. Velhasıl kelam çok sevindim dün, oyuncak almış çocuklar gibi. Boşa demiyormuşuz demekki içimizdeki çocuk diye, sen hep öyle sevin e mi çocuk, dışardaki hayatta seni taşıyan bu beden harabe, ne insanları seviyor, ne insanlar onu.

Abbio'ya söylediğim çıkıyor, gerçi kendisi de teyid etmişti. Sonbahar geliyor ve sonbahar bizim mevsimimiz. Queen of the Damned'de Lestat'ın dediği gibi; "Come out, Come out, wherever you are" dedim. Sanırım çıkıyor. Kırmıyor da şimdilik, kibar kibar çıkıyor. Artık şifrelerimsin, seni herkesten saklayıp herkesten iyi bakmak zorundayım.

Üsküdar halkı, bu sabah mutlu mutlu dansederek motor iskelesine giden bendim. Neden uzaylı görmüş gibi baktınız anlamadım, ramazanda dans etmek de mi yasak? Mutluydum tüm uykusuzluğuma rağmen. Ama merak etmeyin, geçti.

08.05 Kabataş motoru, o ibneyi denize atmaya çalışan da bendim. Yaklaşık 10 metre içinde 3 defa omuz atarsa dingil olacağı oydu, karşılığını da aldı, artık yürürken daha dikkatli olur umarım. Yoksa her sabah aynı motordayız, benim için hava hoş.

Akşam yaklaşık 2 haftalık aradan sonra spora gidiyorum, fena ağrılara garkolacağım ama bu gerekli, hillside, bekle beni geliyorum tüm özlemimle.

Joker'in şu "elooğ biğutifull" sahnesini tekrar tekrar izlemek istiyorum. feyaz almam gerek ondan :)



neyse bunu burada keseyim ki, ada notları bölüm ikiye başlayayım, bayram öncesi hiç iş yapasım yok.

Bir Karga Fasılası..


Melekler kadar sakin..

Bozcaada’nın rüzgarından, bağlarından, tarihinden gelen bu kuşun kanadına takıldık. Adanın koruyucusu Apollo’yu kızdırana dek, rengi bembeyaz ve zeki...

Bozcaada’nın rüzgarından, bağlarından, tarihinden gelen bu kuşun kanadına takıldık. Adanın koruyucusu Apollo’nun verdiği cezayla rengi simsiyah ve zeki...

Kaçış - Bölüm 1 - Run Baby Run

Sonunda pazartesi, işyerindeyim. Kaçmaya çalıştığım herşeyin bütünü gibi, ama bir şekilde bildik bir yer. Ayılma telaşı. İyi ki geldim diyeceğim neredeyse, yoksa bu yazıyı yazamayacaktım sanki; günlerdir durmadım, duramadım. Neyse uzatmayayım, hala sarhoşluktan etkiler varken, çenem düşecekse yazı yazarken düşsün, saçmalarken değil.



Bu fotoğraftaki gibi başladı yolculuk, yüzlerde anlamsız bir gülümseme, ama içte derin bir hüzün. Dışı seni, içi beni yakar derler ya, o hesaptan olduk resmen. Bakan insanlar "vay anasını heriflere bak, mutlular" diyorlardı muhtemelen, tabi bir kısmı da "allahsızlara bak ramazan ramazan ellerinde bira, püüü bi de araba kullanıyor herif" de demiş olabilir, o onların kendi terbiyesizliği. Hem abbio içmedi onları teyzecim, ben kendime almıştım, o geyikli'den arabalı vapura binene kadar sadece birkaç yudum aldı, bilinçli adamdır kendisi, yerseniz.

Gitmenin heyecanını hiçbirşeye değişmem, hayatımda böylesi gidişler az da olsa çok severim kendilerini, 17 yaşımdayken de olmuştu, gecenin bir vakti, elimde bir valiz, yıllarımı geçireceğim bir yere doğru gidiyordum, korkuyordum, ne olacak nasıl olacak hiç bilmiyordum, ama gidiyordum. Bu sefer de aynı heyecanı duydum, tabi aradan uzun yıllar geçmiş, amiyane tabiriyle bünye kaşara bağlamış, gidiş kısa metrajlı. Fakat tüm bu etkenlere rağmen, gidişim heyecanlıydı, meçhule gidiyordum, yine yapmıştım. Umuyorum yakında o da buraya yazmaya başlar, Kaska'nın tabiriyle yanımda abbio vardı, hani şu "göt emanet edilesi dostlardan" olur kendisi. Saatlerce gittik, elimizde harita, göz kararı kaçırmamamız gereken sapağa kaç kilometre kalmış kontrolleri, "abi benzini siktiret ben iterim de, bira bitiyor benzinci bulalım" replikleri. Güzel insanlardık yolda, yol mu bizi güzel yapıyordu, gitmek mi; bilemedik.

Lapseki'den son araba olarak zorla soktuk kendimizi arabalı vapura, "arkadaşım neden agresifleşiyorsun ki, bize gel dedin sandık" diyen kibar abbio ve "skicem yine gece gece bela bizi buldu, agresyon yapmayalım arkadaşım, alıyor musun bizi almıyormusun" diyen sinirli 91 olaraktan, geldiğimizi belli ettik. Oradan ver elini çanakkale, geyikliye nereden gidilir hocam? Şu istikamette hiç tekel bayii var mı ki? Yolda kalmayalım bak derken vardık, tabi gece 22'de vapur yok, karanlıkta el yordamıyla bulduğumuz tabelada son vapurun 00.00'da adaya doğru kalkacağı yazıyor. Ulan insan ışık falan koyar şu tabelaya da görmesi kolay olur? yoook olmaz öyle şey, hepimiz türküz, zoru seviyoruz ne yapalım. Ufak tefek bir atıştırmadan sonra arabayı vapura soktuk, en öndeydik biz hani, yine arkada kaldık, son araba olarak giriyoruz? Yuh atıştırırken yine bira mı içiyorduk? Dalmış mıyız kumsalda, kızmayın ama lütfen, kınamayın. Bizim geldiğimiz yer bu kadar huzurlu değil, zaman orada su gibi akıp geçmiyor ki. Yabancılığımıza verin.

Vapur hareket edince aciz kulunuz 91 bedeni uykuya teslim etti, yol boyunca harita mühendisliği, co-pilotluk, part time filozof full time alkoliklik yaptı, yazıktır çocuğa. Abbio sezonu yeni açıyor, yudumladığı biraları saymazsak toplamda 3-4 tane içmiş, ne der dağ gibi yiğide? Hafif bir sarsıntıyla uyanıyorum, ah, gelmişiz adaya, ışıl ışıl, ufak, kutu gibi bir yer. Bense olanca nemrutluğumla "n'oldu geldik mi?" insanı, ulan bir defa da gülerek uyan be adam. Yok öyle birşey. Çok nadirdir gülümseyerek uyandığım ve malesef bu da onlardan biri değil. Adaya geldik ya, acilen şarap almamız lazım. Tabakhaneye yetişeceğiz ya, acil, çok acil. Birer şişe alındı hemen, yahu abbio, daha yeni uyandım ne şarabı? İyidir iyidir derken, bilmediğimiz bir yola girdik yine, anlamsız bir şekilde abbio gayet güzel, paranoyalarım başlıyor, "en son bu adam mesaj atıyordu o kadına, acaba yine birşeyler mi oluyor, kapıldı mı, gidiyor mu?" paranoyak olmak zor şey vesselam. Çadır kuracak takat yok, fakat gel gör ki gecenin o saatinde pansiyonlar kapalı. Yahu açık tutun son gelen vapur belli zaten 01.00'de varıyor adaya, dur yarım saat daha, varsa gelen giden üç kuruş daha para kazanırsın. O hikaye japon anime'i olur ada insanı için, birden çok değişik ada gördüm, hep tembeldi insanı, güzel insanlardı ama istisnalar haricinde hep tembel. Çadır? Babacım kimde var o derman, kim kuracak çadırı, zaten kallavi birşey. Arabada yatarız derken celallenen abbio bizi gecenin macerasına çıkartıp "hadi abi çadırı kuruyoruz" diye aksiyona garkediyor. Manyak mıyız ulan derken, cevaba gerek olmadığını biliyoruz, gören de anlıyor zaten. Çadırın kazıklarını çakmak için taş arayan mı istersin, kazığı eliyle toprağa saplayan mı, kibara bağlayıp "abi kamp yerindyiz, ayıp olmasın izmariti yere atmayalım" diyen mi. Haha kendime inanamıyorum bazen.

O anda kalan 4 günde neler yaşayacağımızın sinyali bendenizden geliyor.
- "Abbio farlar açık nicedir, bitmesin aküsü Ateş'in?"
- "Yok be abi biter mi yarım saat far yakmakla."
- "Abi ben anlamam araba işinden, biliyorsun ehliyet de yok, ama n'olur n'olmaz sen bir aç şu kontağı."
(öfleye pöfleye giden bir insan profili, sonra marştan gelen tıkırtılar)
- "Hasktir hacı abi çalışmıyor bu?"
(gülerken anırmamak için zor duran 91 profili, insan demeye dilim varmıyor)

Araba nasıl çalışır, "su yatağımız yok, toprakta mı yatacağız" (adama 3 günde türlü çabayla dedirtemedim deniz yatağı diye, vay anam serhat ne içilmiş), yokuş yukarı da olsa ben bu arabayı iterim (ki ittim :P ), şu tahta sedirimsileri çadırın içine koyalım ki toprakta yatmayalım, toprak çeker, saat 3, şaraplar bitiyor, uyku yok, ada havası bir garip, lan üşütmeyelim şimdi? IRA militanı şeklinde uzanılıyor tahta sedire. Hint fakirleri bok yesin yanımızda, o rahatsız aparatta bir bebek masumiyetiyle başlıyor "mışıl mışıl" uyuma seansı.



Sabah güzel bir güne uyanıp, kahvaltı biralarını müteakip ada turuna başladık. Elimizde kamptan aldığımız harita, vay anasını serhat, iki gündür elimden harita düşmüyor, ne olacak bu işin sonu? Akvaryum koyu diyorlar, Rüzgargülü diyorlar, nereler ola ki onlar? Buluruz dert değil, hele birer tane daha bira alalım, kesin buluruz. İlk kurban akvaryum koyu, fonda nereden çıktığı belli olmayan arif susam (?) vay anam vaaay, adam haykırıyor da, bize ne oluyor? Notumuzu düşelim hemen, adaya gidecekseniz ve tüpsüz dalıştan hoşlanıyorsanız, güzel bir şnorkel-palet takımı ile gidiniz, muhteşem bir yer. Şnorkelim olmadan kendi halinde bir yüzücü gözlüğüyle bile tüpsüz dalışlarımın en keyiflisini yaptım. (Hoş hiç tüplü dalmadım, becerim dışındadır kendisi) Bir sürü balık, mercan kayalıkları gibi güzel kayalıklar, suyun altında mümkün olsa at masayı otur rakı iç o manzaraya. Gerçi oraya zıpkınla giren o hödüğü dövmemek içimde kaldı, güzel olan her şeyin içine sıçmaya azmetmişiz sanki ulusça, yazıktır be. O balık vurulmaz arkadaş, huzuru da kaçırılmaz. Sessiz sakin salınıyor hayvan orada, mangala atsan atılmaz, yiyemezsin, kıçına mı sokacaksın vurduktan sonra? Develerden kaçış yok bunu anladık.

Yavaştan yola koyulduk devamında, yolda bir adam gördü abbio, girişken insandır kendisi, benim gibi çekingen ve yabani yanlarını iyi törpülemiştir, bir ünledi adama doğru "amca burası neresi, ada dediniz şarap dediniz nerede bulunur bunlar?" diye. Adam da bulunduğumuz yerin adını söyledi, Şarabın da fabrikası biraz ilerde solda dedi. Ada döngümüz orada değişti zaten. Kafamda bir anda çınladı o sözler.

"Here come the riders
As the wheel of Dharma's is running out of time
Here come the riders
As the wheel of time is running out of time
" / Bruce Dickinson -Darkside Of Aquarius

Hayatımda hüznün bu kadar yakıştığı başka bir kadın görmedim. Göreceğime de inanmıyorum. Şebnem abla, bize birkaç çeşit şarap ikram ettikten sonra, birer şişe aldık, sağolsun açtı şarapları, gün boyu elimizden düşmeyi, yani bitene kadar, o da bir saat filan herhalde. Dönüşte nicedir yemediğim kadar güzel bir kalamar indi bira eşliğinde, arkasından maç izleme hatası, Fenerbahçe maçı, insanlara huzursuzluk vermemiz, Galatasarayımızın golü, Nonda attı bir oldu, sorna abbio bir koştu, bir koştu. Şenol tuttu, ortasına bitirici bir şekilde kafayı vuran ben gecenin skorunu belirledim. Galatasaray : 1 Antalyaspor :1 abbio&91 : 1.000.000

Bu arada şenol kim bilinmiyor, o geceden sonra sabahında hayatta olup olmadığımızı sordu, son iyiliğini yaptı ve kayboldu. İstanbula dönünce davet etmiş bizi, güzel insan.

Burada keseyim, bu birinci kısım olsun. Anlatmakla bitmeyecek şeyler yaşayınca benim gibi geveze, sayfalarca yazsam kesmeyecek. Ama şu anda yazmaktan çok, bir sigara molasına çıkıp çooook uzaklarda, aslında çoook yaklaşmış bir insanı düşünmek istiyorum. Aklımda tek bir soru;



Nereye gidiyoruz? Evet biz. Nereye?

CRVS

Bu şarabın günahı yok dedin. İçtim. Zaten içecektim. Günahının olmaması çok da dimağı zorlayan bir hadise değildi. Günahı olsa da, günahı senin elinden içmek güzeldi. İçtim. Sonra senin günahlarını da içtim. Sonuçta sen, ben, değirmenlere karşıydık, içtim. Sen cennette kaldın, ben cehenneme döndüm. İçtim. Hala içiyorum. Yanıyorum da, ölmeyi beklemeden. Bile bile, seve seve yanıyorum. Buna rağmen içiyorum. İçtikçe serinliyorum, sabahında yanacağımı bile bile. Ama gülümsüyorum, her kadehte, her yudumda. Bu bir damla gözyaşı da sana olsun kadın, bilesin ki, sen de benimle beraber içiyorsun, keyifle.

Yol arkadaşlarıma selam olsun.

Hala kafamı toplayıp yazamadım bir tatil yazısı, hala sarhoşum. Affola.

No Kalamar, No Amphetamine



Ne kalamar görmek istiyorum, ne de alkol derken, bir büyük rakının üstüne elim ilk biraya giderken titredi. Not düşeyim dedim, yoksa yazı yazmak değil amacım, zaten yazamayacak kadar sarhoşum, yani neredeyse. Adadan başka bir enstantane, 13.09 da, akşamüsünde, 1730dan sonra, Nonda'dan önce, uçmaktan sonra bir poz işte.

Beni Bozcaada'ya gömün lütfen. Bir gün biriniz öldüğümü duyarsa, ahanda size sorumluluk sapladım, vasiyetimdir.

Henüz Hatırlıyorken Düşünün, Bir Gün Gelecek Hatıralarınızın Hiçbir Anlamı Kalmayacak

Gittik. Ardımıza bakmadan gittik bu şehirden. Tek bağlantımız telefondu, hoş benim telefonum pek çalmaz zaten, içmekten içmeye arar insanlar, ne işleri olacak benim gibi lanet bir herifle. Cumayı cumartesiye bağlayan gece, saat 03.00 sularında kurabildik çadırımızı. Bünyede hatrı sayılır bir miktar alkol ve kurulacak çadır da 1969 yılında üretilmiş bir alman çadırı olunca, zor oluyor. O karanlıkta o alkolle o yorgunlukla 1 saat iyi bir performans oldu. Özlemişim doğayı, demir kazıkları toprağa sadece elimle çaktığımı gördüğünde Abbio bey'in bakışları da paha biçilemezdi tabi :) Sonuçta var bünyede ara sıra da olsa kendini göstermeye çalışan bir yaratık :)



4 gün çok dolu geçti. Daha eve gireli bir saat olduğu ve yorgunluk paçalarımdan aktığı için, hepsini yazmayı daha sonraya bırakıp, duş alıp getirdiğim şaraplardan birine saldırmak sanırım bu gece için en güzel tercih olacaktır.



Bu son satırlar da o mutsuz kadına olsun. Hayatımı daha kaliteli bir hale getirmem gerektiğini iyi anlattın bana. Birkaç cümleyle her şeyi özetledin sanki. Hala hatırlamaya değer hatıralarım var, ve her gün yenilerini de ekliyorum bu hatıralara. Yapılacak söyledikleriniz, kederlere inat gülümsenecek. Sanki bizim kederlerimiz yetmezmişcesine senin kederlerin için de üzüleceğiz zaman zaman. Ama ne duracağız, ne pes edeceğiz. Önümüzdeki sene mi olur artık tekrar karşılaşmamız, önümüzdeki hafta mı olur bilinmez. O gün gelene kadar, arada gözlerimiz nemli de olsa;

"Keyifle İçeceğiz."

Road Trippin'

Bugün gidiyorum. Hatta gidiyoruz. Abbio kişisi ve 91 hayvanı olarak düşüyoruz yollara. Eğer bir aksilik olmaz ise, Üsküdar iskelesinden başlayacak 4 günlük "Road Trip". Yol hikayesi gibi, ama değil gibi de. Adaya giderken mayo almayı unutan insanım ben, benden ne hikaye çıkacaksa? Ama unutkanlıkların da bu kısmını seviyorum. Çantanın alakasız bir gözünde de, kapalı havuzda giydiğim slip mayoyu unutmuşum geçmiş günlerde. İki yanlış bir doğru etti bu vesileyle de, sıcak basınca kotla denize atlama derdimiz kalmadı, sliple gireceğiz artık, yıllar önce yarışlara çıktığımız gibi.



Sonbaharın yaza bakan tarafındayız, daha huzura erememişiz. Sağnaklar, karlar uğramadı şehre. Ama ben her yürüdüğüm yolda karda ayak izleri bırakır gibi bırakıyorum hüzünleri. Hüzünlenecek hiçbir şeyim yok aslında, "rakıyla çok güzel gidiyor" diye platonik aşık olmuşluğum bile yok, nicedir. Nedense dalıp gidiyorum ama, birşeylere özlemim var ama nelere bilmiyorum. Yaşlanıyorum gibi hissettiriyor geçen günler, oysa ki ben cıvıl cıvılım ulan!

Melek resimleri/fotoğrafları bulamıyorum nicedir. Şöyle bir düşünüyorum da, acaba melekler de mi beni terk etti?

:.(



Hüzünlü bir hava geldi suyun bu yakasına son günlerde. Anlamsız gülümsemelerin sayısı artmış da olsa, içten içe birşeyler kemirmekte karın boşluğumda. Sonbaharın geldiğini anladı sanırım içimdeki canavar, bir an önce yağmurun başlamasını, sokaklarda yürüyen insan sayısının azalmasını, moda kayalıklarının yine asıl sahipleri olan bize kalmasını, birkaç şişe şarabı çağırıyor. Onlar da zaten otomatik olarak hüznü birlikte getiriyorlar.

* * *

Pazar günü bir kayık gördüm. Rivayete göre en azından 5-6 yıldır yeri değişmemiş. O tarafa yolumu düşüren adam anlattı bana, "Burada başlamıştı o kadınla aşkımız" diye. Kayık aşkın ağırlığından mı, yaşananlara saygısından mı, yoksa tamamen "Bulduk on numara manzarayı kimse kaldıramaz beni buradan arkadaş" hissiyatından mıdır bilinmez, hiç kımıldamamış yerinden. Fotoğrafladık kendisini, mahcup mahcup bekledi fotoğrafı çekilirken, belli ki utangaçtı mizaç olarak. Belki de artık hiçbir aşık uğramıyordu yanına, post modern zamanların aşkları göl kenarlarında, terkedilmiş kayıkların kuytusunda yaşanmıyordu ne de olsa. Elimizden fazlası gelmedi, vaktimiz olsa akşamı bekler, karanlığın çöküşünü müteakip biz sığınırdık onun kuytusuna, şaraplarımızla. Olmadı ama, tatlı bir anı oldu o an.

"Gölgen gibi, adım adım .."

* * *

Bu cuma yine bilmediğim bir ufka doğru kontak açıyormuşuz. Adalarda sonbahar daha güzelmiş, daha hüzünlüymüş. Bağbozumu da yaklaşmış dediklerine göre. Şarap sevmem aslında ama, çok methettiler, kıramadım. İçeceğim birkaç kasa, tadını beyin kıvrımlarına kazıyana kadar, tabi dedikleri kadar güzelse. Yok değilse ilk yudumdan sonra yaşlı Yeni Rakı'mız yolumuzu aydınlatmaya devam eder. "Bildiğin ottan otlamak kadar garantisi yoktur" der bir inek atasözü. Yani ineklerin atasözleri olsaydı kesin derdi böyle birşey.

* * *

Çadırla, ışıldakla, portatif müzk tesisatıyla, can kırıklarıyla, hüzünlerle, kahkahalarla geliyoruz ulan ada. Bilesin. Hazır olasın. Sürpriz de değil hem, göstere göstere geliyoruz. Panzehiri bulacağız. Suçluları cezalandıracağız. Ölmeyeceğiz. İnadına.

Bekle Beni



Bekle beni;

Bekle beni, döneceğim ben.

Çok çok, bıkmadan bekle!

Sarı yağmurların

Hüznü basınca,

Kar kasıp kavururken,

Kızgın sıcaklarda - bekle.

Uzak yerlerden mektuplar kesilince

Bekle beni.

Birlikte bekleyenlerin beklemekten

Usandığına bakma, bekle.

Bekle beni, döneceğim.


Unutmak zamanı geldiğini

Ezbere bilenleri

Hayırla anma!

Varsın oğlum, anam

Hayatta olmadığıma inansın,

Dostlarım beklemekten usansın,

Ocak başında toplanıp

Acı şarapla

Yad etsinler beni.

Sen bekle; onlarla birlikte

İçmekte acele etme.

Bekle beni; döneceğim,

Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!

"Şansı varmış..." desinler,

Beklemedikleri için,

Beni bekleyerek

Düşman ateşinden nasıl

Koruduğunu anlayamazlar.

Sağ kalışımın sırrını yalnız

Seninle ben bileceğiz-

Bütün sır; seninbaşkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende…


Konstantin Simonov
* * *
Böyle bir şiiri okumama vesile olan Melih Ağabey'e teşekkürlerimle. 91

Heeeeyt!




Heeeeytt bee. Ağustos bitti sonunda. Nedendir bilinmez hiç sevişmeyiz kendisiyle. Ne zaman gelse bir buhran, bir daral, bir sıkıl. Her şeyin bir limiti var hayatta, fakat bu Ağustos denen illetin yok, en azından bende. O yüzden bitişi bir bayram havasında kutlanmalı kanattindeyim, en azından kendimce. İğrenç sıcaklar azalacak, lanet klimalar kapanacak, klimaya çarpılıp hasta olma seansları bitece, daha ne ister insan evladı? Zor mevsim şu yaz mevsimi, kim ne derse desin. Diyorlar ya küresel ısınma en çok kutup ayılarını vurdu diye, katılıyorum, onlardan biri olarak.



Evet, sıcakların bitimiyle rahatça yüklenebilir kişi kendisine. Hem beyinsel, hem bedensel olarak. Güzel bir kitap aldım kendime günlük, Bir rönesans filozofunun hayatını anlatıyor. Yakılarak öldürülmüş adam kilisenin yobazları tarafından. Her bokun yobazı fena zaten, sadece Galatasaray yobazları hariç :) Koşarken onu okuyorum artık, bir de ağırlık kaldırırken kitap okuyacak seviyeye gelsek, tadından yenmeyecek vallahi. Ama o günler de gelecek. Hem çok uzun bir süresi de yok hani, odaklandım sonunda. Bu odağı da kahrolası Ağustosun geçmesine yoruyorum.
Mutluluklar ve Huzur Yakın, Meşaleleri Yakın!