raporlanacak cok fazla birsey yok aslinda bu zamanlar.
hayat normal seyrinde devam ederken, tesadüfler çok fazla çıkmıyor karşımıza. ne komik şeyler var, ne acı, ne de olağandışı şeyler diyordum.
dün akşama kadar.
sevgili otobüse bindirildi. elde kalan son parayla 1 pide, 1 kutu da kola alındı. sallan yuvarlan eve dönüş yoluna düşüldü, toplamda 5 dakika zaten.
uzaktan bir kedi gördüm. atlıyor zıplıyor olduğu yerde. inanılmaz çevik ve ardıl hareketlerle.
len dedim afacana bak. ya bir sinek buldu oynuyor, ya da o tarz birşey. keşke öyle olsaymış.
muhtemelen geçerken arabanın biri çarpmış garibe, sol gözünden kulağına kadar olan kısmı ezilmiş, kafatası paramparça. benim uzaktan "len afacan ne güzel oynuyor" diye düşündüğüm aslında afacanın can çekişmesiymiş.
insanlar siklemedi bile yahu. başını çevirip bakan olmadı 4-5 yaşlarında bi kız haricinde. "anne o kedicik naapiyo?" oynuyor o kedicik tatlım, oynuyor. sen öyle bil. annen de öyle düşündü herhalde, yoksa öyle hayvan gibi çekelemezdi kolundan.
sesi bile çıkmadı masumun can verirken. patilerini kullanmadan, sadece kaslarını gererek sırtüstü yaklaşık yarım metreden yukarı zıplaması acısını gösteriyordu ama gören gözlere. yaklaşık bir 45 saniye debelendi, sonra teslim etti ruhu.
yanına gittim, eğildim. açık olan gözünü kapattım. lanet ettim yaşadığıma. elimdeki pideyi de kolayı da attım bir kenara zaten. o saatten sonra yemek yemesi biraz fazla gelir bünyeye. oturdum kaldırıma bir sigara yaktım, gelen geçenler bana bakıyor, bense o garibana. sözde azaltacaktık sigarayı. nasıl içtim 4 tane üstüste bilemedim.
etrafımda da vardı eskiden böyle hayvanların üstüne kasıtlı araba süren, çarpmaya çalışan hasta ruhlu pezevenkler. lanet okudum alayına, akşam akşam bela okumak pek huyum olmasa da. bre ibnenin evladı, mübarek gün mübarek gün diye dilinizden düşürmezsiniz, ama mübarek günde böyle birşey nasıl yapılır yahu. bir canlının benim yüzümden o hale düştüğünü görsem, kafama sıkmam sadece bir silah bulmama bakar, yaşayamam diye düşünüyordum. ama itiraf etmek gerekirse, o vurup kaçan yahut o zihniyetteki bir insanı o hale sokmak benim için ciddi bir keyif olabilirdi.
sonra aklıma "punisher" hikayesi geldi. hakikaten orada da bir sebep vardı, o aileydi. ama düşününce, hak vermemek elde değil. belki okunabilecek en büyük belayı okudum vurup kaçana, tabi kasten yaptıysa eğer. inşallah sevdiği, çocuğu da karşısında öyle can verir o pezevengin.
döndüm eve. sıradan bir akşam, 20 dakikalık bir sıradışılıkla sıradanlığına geri döndü. ama o gariban için artık dünya yok. karıştırdığı çöpler, gezdiği sokaklar, ara sıra çağırıp sevmeye çalışan iki ayaklılar yok etrafında. bilmiyorum sadece boşlukta mı, yoksa kedilerin de bir cenneti cehennemi var mı. ama herneredeyse artık burada değil. ve gidişi de hiç hoş olmadı, kendi payına, bir de gören gözlerin payına tabi.
siktiriboktan bir zamanda yaşadığımız bu kadar belliyken, fondan gelen şarkı daha da bir ağlattı;
"Land of bear and land of eagle
Land that gave us birth and blessing
Land that called us ever homewards
We will go home across the mountains
We will go home
We will go home
We will go home across the mountains
We will go home, singing our song
We will go home...
Hear our singing
Hear our longing
We will go home across the mountain
We will go home
We will go home... "
söylesene günlük, ev diye bir yer var mı? varsa nerede bu ev amına koyim?