I walk alone

artık gülmekten apayrı hallere giriyorum günlük. ben kendimi salak sanadurayım, ne salaklar var etrafta, gördükçe gül allah gül gül allah gül :) şöyleki, eski kız arkadaşlarımdan biri aradı dün, müstakbel damat adayımız kendisini dövmüş. zaten rutin olarak da böyle tozunu alıyormuş arada ablanın. ya allasen bunu bana neden söylüyorsun be kadın? mor çatı'ya benzer bir halim mi var ulan? polisi ara dedim ben de doğal olarak. ne diycem, "lokasyon ver hemen geliyorum ağzını burnunu kırıcam o ipnenin" mi? hayır bir de beni onun için terketmiş insan evladı, insanın yüzü tutmaz be. hayır gidip ikisini de dövmek vardı da, yakıştıramadım kendime, şovalye ruhlu ökküzüm vesselam. devamında yaklaşık bir yıldan uzun zamandır tesadüf edemediğim bir kız online oldu. dünyagüzeliiii, arada biraz photoshop tahripli fotoğraflarını bile görmüş olabilirsiniz buralarda, emin değilim. nerelerdesin ne yapıyorsun durumundan, güney kaliforniya'da fotomodellik yaptığını öğrendim. yürrü bea, yakışır güzelime gazlarıyla devam ederken, sırf itlik olsun diye "ben senden çok hoşlanıyordum ya, keşke yakınımda olsaydın" gibi bir şey saçmaladım, kafa zaten durma noktasında. bir de küfür yedik, "ben tüm o geçen zamanda sana aşıktım, neden söylemedin de buralara gelmeme izin verdin" diye. hey maşşallah. ne bileyim lan, çok derdin varsa söyleyeydin diyemedim, ben de söyleyemem işte böyle ıı şey falan diye kıvırdım. dünyanın herhangi bir yerinde görüşmek üzere deyip o browseri kapatmak farz olmuştu ne de olsa. devamında önce ev, sonra hastahane, sonra tekrar ev derken, Pirizim aradı, saklamaya çalışsa da çok kötüydü sesi, ve yanında olmam gerektiğine karar verdikten yaklaşık 8 dakika sonra bahariyede karşısına oturmuş onu dinliyordum. "life sux" hakikaten felsefe gibi, üstüste gelmekte de üstüne yok böyle musibetlerin. 2 saat de onunla oturduktan sonra biraz rahatlamış olacak ki en sonunda gülümseyebildi, ben de görevi başarmanın huzuruyla onu evine bırakıp, elleri cebe sokmak suretiyle sokak aralarında yürümeye başladım. ıslıkla tempo tutacak bir şarkım bile yoktu. adliyenin önünden geçerken yukarı doğru baktım yine. bir sigara daha yaktım. aklımda bir iki ölüm sahnesi izlediğim filmlerden kalan, hayatımla ilgili bir gerçeği daha görmenin huzursuzluğuyla eve kadar yürümeye karar verdim. zaten uyuyacak iki saatim kalmış, bir saati yolda yürüyerek geçse, kim ne kaybeder ki? :)

Six Little Ex On the Run

kafam acıyor. ufak bir yarık olmasına rağmen acıyor işte. sürekli kabuk yolup duruyorum ben de, arızalıyım sanki. ilk defa kafam yarıldı belki de ondandır. haşarı bir çocukluk ve iki defa kafaüstü ağaçtan yere çakılmaya rağmen yarılmayan bu kafa, nasıl oldu da yarıldı, itirazım var sayın okuyan kişi. bir de şöyle bir düşündüm de, özellikle cuma akşamı, yok ulan işte. herkesin arayacağı/arayabileceği birileri var iken her durumda, benim yok. bildiğin yok yani. hiç mi yok sorusuna kıçınla gülecek kadar yok. ne olursa olsun tek başına çözmek durumu sözkonusu, ne gelirse tek başına göğüslemek. bu düşünceler fena bastırdı üstüme üstüme, neticesinde uyumak da güçleşti. herzamanki şeyler deyip geçtik işte. o arada da sırtım kaşınıyordu. sağolsun cumartesi akşamı Piriz kurtardı beni o dertten. bira içemedi kız 3 saat sırtımı kaşımaktan. rezalete bak :) millette bakıp durdu, n'oluyo lan diye. özel bi durum olmasa ben bilirdim onlara tek tek sormayı ama, edemedim. bu arada şeyi farkettim sevgili aşık erkek camiası; bir sevgilisi/nişanlısı vesairesi olduğunu bildiğiniz bir hatuna, ve üstelik hiçbir koşulda size pas vermeyen bir hatuna, yalnızbaşına gördüğünüzde asılıp, yanında ben modeli biri varken asılmıyorsanız, zerre adam değilsiniz, topunuzdan nefret ediyorum. aklıma geldi işte. uyuz bir durum işte, evlat olsa sevilesi değil. koca pazar evden bi oy vermek için çıkarım diye düşünüyordum. öyle de olmuştu, sonra Pınarın yanına modaya inmek için evden çıkmama yakın o salak telefon geldi. sonrası hastane koridorları yine. korkulacak bir durum yok, iş benle alakalı değil. kendimi kesmiyorum, henüz. ama neden hayatım bu kadar aksiyon yüklü, neden insanların geneli beni böyle çözülmesi gereken sorun durumlarında arar da gülünecek bir şey varken aramazlar anlamıyorum. oysaki ben de ne kadar isterdim başım sıkıştığında birini gözü kapalı aramayı. valla. isterdim yani. ama kadere karşı çıkacak bir durum yok. söylenecek sözüm ise kalmadı gibi bir şey. birkaç kitap almam lazım. koca bir kavanoz da kahve. huzur ne dış dünyada, ne de insanlarda. kendi içimde bulamazsam yoktur, ve bulacağımı düşündüğüm sürece ben iyiyim. gerçekten.

Prison Break S01E01

Özgürlük güzel şey vesselam. Kıymetini bil günlük :)
*
hayatta ne kadar anlamsız şeyler olursa olsun, sakin durup gülümsemek, o üstündeki "rahvan gitsin" havasını kaybetmemek çok önemli, yaşayarak da test ettim bunu. hiç eksilmedi gülümsemem ve hiç azalmadı rahatsız olmaları benden. ama tabikide bu benim gülümsememe engel değildi. hehe. her şey bittikten sonra Ciga ve Pınar'a rastlayıp, onlarla birkaç bira içip günün kritiğini yapmak ise paha biçilemezdi. haklısın abi, bir tane normal adam aradık hep, ama biz ne kadar normaldik ki? seviyorum sizi.
*
Günün Özlü Sözü.
26.03.2009, Saat 09.38
Biz Galatasaraylıyız, alışığız biber gazına ama, bu hakikaten iğrençti.

Me vs. Myself vs. I

yazdım. hem de çok uzadı yazdıklarım, lakin gel gör ki, sanki duygu sömürüsü gibi olacakmış diye düşündüm. sildim sonra. yazan da ben, silen de ben nasılolsa. yine kesitler şekline dökesim geldi aslında düşünceleri, ama sanırım o şekilde yazmak için çok yanlış bir alan burası. ya da doğru ama ben kabullenemiyorum. bilemedim.
*
24.03.2009, 17.58, Kazancı Yokuşu, içses.
"iyi oldu lan adamı görmeye gitmem, özledim. göt göte olmak yaramıyor belki bazen, 15 dakikalık yürüyüş mesafesine, en az 4 aydır görüşmüyoruz. oha. iyice boktan bir adam oldum."
24.03.2009, 18.05, Otel, münazara.
-müdür çok oldu be.
-çok oldu abi, ama sanki son gördüğümden beri daha iyisin? o asabiyet gitmiş üstündeki.
-yok be anam, nerde. belki asabi olamayacak kadar bezginim, bilemedim.
24.03.2009, 19.08, Beşiktaş, İçses vs. Bilinç.
içses-kısmi diyet ve spor güzel de, şurada denize karşı bir deniz ürünleri salatası ile iki bira gitmez mi 91?
bilinç- gider gitmesine de pezevenk, daha 2. günden su kaynatmasan olmaz mıydı?
içses- ya su kaynatmak değil bu, farkında değilsen belirteyim, bu akşam benim istediklerim olacak, kontrolü kaybettin sen şairler parkında bira içmeyi hayal ettiğinde.
bilinç- herkesin düştüğü hataya düşüyorsun, kontrolü kaybettiğimi bana söylersen kontrolü alırım, beni bu kadar da mı tanıyamadın ki?
içses- kaçabilirsin, ama saklanamazsın.
24.03.2009, 19.27, Üsküdar Sahil, Bilinç.
"Sırtıma bepanten sürme çabalarımda başarısızdım, kabul etmek lazım. Ama bundan kötü tarafı, sırtıma o bepanteni sürecek kimse olmaması sanıyorum. yani, ne bileyim. o kadar boktan durumdasın yani? kapris yapmak için bile kimseyi arayıp o yardımı isteyemezsin? edemem herhalde, yani ne bileyim, kimseye o zahmeti verecek yüzüm yok herhalde. kabul et çocuğum, bir başınasın işte. madem öylesin, onun getirdiği gibi davran. sen de kimse için orada olma. yanına baktığında kimse yoksa eğer"
24.03.2009, 19.41, Tekel Bayii, Diyalog.
"91 - iki bira, bir winston light
Market - Abi sen winston light içmezsin? hem iki bira ne iş?
91 - sende de chester yok ki, var mı?
Market - yok abi.
91 - o zaman iki bira bi winston light.
Market - abi iki bira? neden o kadar az?
91 - bilmiyorum. iki. çabuk lütfen."
içses - n'aber yavru kuş? demiştim sana, kaçabilirsin ama saklanamazsın.
bilinç - kabullenmek için senin susman lazım önce, ve bunu almadan sen susmayacaksın. göt.
24.03.2009, 20.21, HQ, Efes-91
bilinç - güzel başlangıç oldu, da sanki eve kadar sinmiş hüznün kokusu. bunaldım ya, film bile izlemek istemiyorum sanki. mısır patlatsamıydım acaba biranın yanına? hani konsepte de uygun olurdu. ama üşeniyorum ya, hem dursun o mısırlar, belki biri gelir, hoşuna gider. sen yemesen bir şey kaybetmezsin herhalde? üff fena saçmaladım. winston light da çok hızlı bitiyormuş yahu, ne zaman 6.yı yaktım? çoğalttım sigarayı, hakkaten. yok canım o kadar da çoğaltmadım aslında. sigara hafif abi ben ne yapayım? güzelmiş ama. değiştirip buna mı dönsem? 4 paket içerim bir günde lan ben bundan? sanki içtiğim çok farklı ya :S üff neden sadece iki bira aldım ki? bilgisayar da sapıttı, sürekli reboot. istesem de film izleyemem zaten. neden nefes alması güçleşiyor ki?
içses - siktir, gerizekalı.
24.03.2009, 21.01, HQ, Anastacia.
And I wonder if you know
How it really feels
To be left outside alone
When it's cold out here
Well maybe you should know
Just how it feels
To be left outside alone
To be left outside alone...
24.3.2009, 22.14, HQ, Yatak.
25.03.2009, 07.02, HQ, Anastacia.
And I wonder if you know
How it really feels
To be left outside alone
When it's cold out here
Well maybe you should know
Just how it feels
To be left outside alone
To be left outside alone...
Sırtım kaşınıyor. Bepantene çözüm buldum da, sırtımı kaşımaya nasıl bulucam, duvara sürtünme harici bilemiyorum. Kanatlarımı yoldurmiycam, kendime bile.

Uykum Var

Uyumak ve hiiiç uyanmamak. Ne hoş olurdu.

ROAR!

I have my own wings now, skies are MINE and MINE ALONE!
akşam2030 sularında çıktım 13.45te girdiğim stüdyodan. zordu ama değdi :)
efenim çok güzel kanatlarım var benim artık. yani kuzguna yavrusu dinazor gözükür durumu var belki ama, ben bayıldım. başkasında görsem "öhş yisinner seni" bakışları atardım dövmeye. artık öylesi bakış atasım geldiğinde aynaya bakıcam geçicek :D hihoho
ve onunla beraber sanki ruh halim düzeldi. caddebostandan kızıltoprağa kadar yürüdüm o yağmurda, tüm gün yemek yememiştim, patlattım bir işkembe çorbası, midedeki kahve kalpazanlığını alsın diye. aldı da sağolsun, sonra atladım eve geldim. yorgunluktan ölecek durumdaydım yahu, dayak yemiş gibi. son dönemin en huzurlu uykusu olabilir ama uyuduğum, hoş iki saate yakın resmen döndüm durdum yatakta yorgunluktan uyuyamadım. böyle yoğrunluğu yesinler orası ayrı. bööle arayıp sorup merak edenler, tek tek öperim. şimdi biraz daha spor ve rejim zamanı. shape up or feck out vaziyetleri :) dünkü ağlama seansı da buhranlı durumlardan kaynaklı herhalde, değmezdi biliyorum ama iyi rahatlattı. şimdi keyifle arkama yaslanıp gülümseme zamanı.

"i believe in god and i believe god believes in kevin garnett"


uyanalı maksimum yarım saat oldu ey güzel insan. ama uyandığımdan beri kıkır kıkır gülüyorum, alışık olmadığım üzre. somurtmam lazımdı ama dün akşam o kadar güzel bir akşamdı ki, etkisi hala üstümde sanırım. hihihohoho :) aslında mutlu olması o kadar kolay ki, sadece akıntıya bırakmak, sadece karşındaki insanın gülümsemesine dalmak. masal evinde geçirdiğim en güzel zamanları düşünüm, kaska kıskanmasın, dün akşam en güzellerinden biriydi. çok güldük çok irdeledik. suratımdan gülümseme eksik olmadı. hiho teşekkür ederim. oradan kalktım, göztepede iki tane abimin misafiri oldum kısa metrajlı birkaç saatlik. şunu farkettim ki ben mutlu olduğumda etrafımdaki insanlar da mutlu oluyor. kırdım kendilerini gülmekten, hakikaten bir iki noktada karın ağrısı yaşattım. "yine cemyılmaz moduna geçti pezevenk" hahaha, n'apim çok mutluydum ve etrafımda somurtan insan olamazdı. olmadı da. belkide cemyılmaz aklımda kalmış, o yüzden leeet dı sanşaaaynnn diye uyandım belkide, tey tey tey diye. hoş uyandığımda ilk cümlem "hasktir kesin saat 3 ve ben her şeyin içine sıçtım" idi ama olsun, sıçmadım, süperim, tam zamanındayım, çok harikayım, bir numarayım :) akşamdan bir paranoyamı geçeyim, sen de gül okuyan kişi, yaktığın efora yazık :) eve geldiğimde 0100'i geçiyordu saat, ve öğlenden yıkadığım çamaşırları asmak zorundaydım, ufak bir iki sorundan sonra astım topunu, fakat beyaz kağıtçıklar ortada uçuyor. alkolün de tetiklediği paranoyalarla "ananskim kesin gömleklerin cebinde bir evrak vardı, parçapinçik olmaması gereken bir şeyin içine sıçtım alalalalacezamıversin" dedim kendime. kanıtlardan en büyükçe öbeği de bıraktım sabah incelenmek üzere. uyanınca baktım ki, sadece geçen günkü panelde verdikleri postitleri cebimde unutmuşum :) hahah biliyordum zaten, ben hiçbir şeyin içine sıçmam ki, ben süperim günlük. bakma sen hayvan gibiyim, zavallıyım laflarına. ben bildiğin süperim. şöyle bir kontrol ettim, verdiğim kilolarda sorun yok hala verilmiş halde duruyorlar. sadece kilo verdiğim halden 600 gram fazlayım şu anda, o da kesin son kertede içtiğim şarap. allahsız çok güzel geldiydi ama hehehe. akşamın kadıköy kısmında kibardı ama, sanırım göztepe ve evde içtiklerim yine hardkordu. hey maşşallah bana ki polis çevirmesinde camdan çıkıp "'yakşamlar amirim" dememle durdurulmamamızı bir tutuyorum. arasıra polisler bile seviyor beni. hihoho. eve bakıyorum şu anda, ufak bi elettiriksüpürgesi lazım sadece. kendime bakıyorum, tamam çirkin oldum daha da ama, o kadar güzel gülümsüyorum ki. banka durumuna bakıyorum, daha batmadım sürprizden çıkan ödemelere rağmen. akşam fotoğrafını çekmediğim gülümsemeye bakıyorum (valla çok istemiştim ama olmazdı) çoooooooooooook şeker. diyorum ya ben boktanım hayatım boktan filan diye, alakası yok. benim yerimde olmak için bileklerini kesecek bir araba dolusu adam vardır (ne arabası laaaaaaan kamyon kamyooooooon :) ) sonracıımaa, daha 8 saat yazmak istiyorum ama hisettiklerimi yazamıyorum (kasten tek s ile). 88 dakika sonra kadıköyde olucam, güzel bir adamla güzel bir kahve içicem. 88+80 dakika sonra caddebostanda olucam, ilk dövmemi yaptırıyorum, yaklaşık 7-8 saat o sürecek. arada gelişecek olayları bilmiyorum. ama planım dövme bittikten sonra mikrozun ordaki starbuck's dan bir 8 shotlu ice americano alıp, sahilden denizi adaları izliycem. yanımda biri olursa sarılıp öpçem (valla, şlooop diye öpçem, kim olursa yanaaanı) beklenmeyen bir şekilde şükredicem yataama yattığımda, ölmeyi istediğim anlarda bile ölmeyip bu günleri yaşadığım için. sen de öyle yap okuyan kişi. sağlıklıyız, hayattayız, daha ötesi yok. dur lan hatta bi evi arayayım anne babanın sesini duyayım. çok içimden geldi, iki dakka müsade bana :)


"hey mom! i got my first tatttoo!" seansı güzel geçti, sen biliyorsun sen nasıl istiyorsan dedi :) sanırım baba 1 kademe daha zor olacak, ama olsun. istek arzu mutluluk üçgeninde bu da güzel sanıyorum, ne bileyim işte. 3 olunca gidicem buralardan, ondan sadece sizin haberiniz var. onu söylemem kimseye. ama 3 olana kadar şebermeye devam ederim sıkmayın canınızı. mutlu olmaya çalışalım işte hep beraber. olayın sırrı bu. ne azı ne fazlası. gülümseyen herkese sevgilerimle. gülümsemiyorsanız sıkmayın canınızı, o an çok uzakta olamaz.


babam telefona çıkmadı günlük. totem yapmış. telefonla konuştuğumuz günlerde cimbom yeniliyormuş. toteme saygımız sonsuz ne diyelim, ben de aynısını yapıyorum çoğu durumda. ama ne bileyim, çok duymak istemiştim sesini. anneye de söyledim, oyuncağımı aldı şu hareketle resmen diye. emre aydın şarkısına döndü iş. oyunun en güzel yerinde zil çalar ya öyleyim hesabı. totem şu anda ağlamama değmezdi açıkçası. ama siktiret cimbom, gözyaşları da sana. tırt söylemedik hayatımızın orta yerindesin diye. içimizdesin ulan. bizden birisin. boşa söylemedik hayatımızda hiçbir cümleyi, götümüzden de uydurmadık. sadece sevdik, seni, sana rağmen bazen, senin sayende genellikle. böyle işte, hayata bak mna koyim, biraz önce gülümsememi seviyorum sabahtan beri diyordum şimdi ağlıyorum :) ama inadım tuttu, bunlara rağmen gülücem, çizgimin dışında şarkılar koydum, onlarla gülücem. hava yağışlı gibi ya şu anda. güneş açacak temalı şarkılar dinliyorum güneşi sevmeme rağmen. açmazsa da ne kadar umrunda diye bir sor. hiç. valla. ben karanlıkta mutluyum. ama ne isterdim biliyor musun? siktiret söylemeyeceğim, sadece istediğim hiçbir şey olmadı zaten. tek sorun, artık sadece istemiyorum istediğim şeyleri. yapıyorum da. o kadar kuvvetliyim ki şu anda, yanaklar nemli ve kollar kasılmışken, kendi içimde bir ares olma durumundayım.

kahvem bitti, bir sürü dakika geçti ağlamak bitmedi daha. bitsin ibne de çıkıcam evden. yaksınlar mna koduumun dünyasını günlük. yaksınlar. ama senin gülümsemen olduğu yerde kalsın. gülümsemek güzeldir. iğrenç insanları bile güzel yapar, kendimden biliyorum.

herşeye rağmen gülümsemek ve mutlu olmak, mutsuzken bile çabalamak ve müziğimizi yapmak. işimiz bu. ve bir sır vereyim, iş ciddiyeti ve sadakati olmayan biri olarak; ben işimi iyi yaparım. sevgiyle yapılan hiçbir iş boka sarmazmış ya. ona inanmak istiyorum. 91 out. döndüğümde her şey daha güzel olacak.

Invaders Must Die

hava güzel sanki. yağmıyor en azından. saçlarımı kesicem birazdan. sonra ver elini sahil. ran ran beybi ran ran beybi raaaaan olarak, playlist için addicted to bass şarkıları çekiyorum, hiç bilmediğim şarkılarla koşucam. tabi sabah sabah fosur fosur içtiğim 6 sigara ve 2 mug kahve buna engel gibi duruyordur ama olacak o kadar. başlık da oradan alıntı zaten, bir prodigy şarkısı buldum invaders must die diye, çok hoş olmasa da kafa dağıtabiliyor, konsepti de bize uygun. geçen gün bir arkadaştayım günlük, duvarda çok klas 6-7 tane katanası duruyor. aldım birini elime, bir iki hareket ettirdim, yukarıdan savunma, yan kesme filan. sonra da düşündüm, bir gün eve hırsız girse, elinde bıçak mesela, duvardan kaptırsan katanayı, adamın üstüne yürüsen ne düşünür? massive retaliation'a girer mi bu hamle (orantısız güç kullanımı? - emin değilim), yoksa nefsi müdafa mı olur diye. sanırım geçen gün arkadaşın evine hırsız girmesi çok etkiledi. adam hızlı kaçmış ama, biz 2 kat yukarı koşarken herif pencereden süper uçmuş. oysaki "sadece koklayacaktık" :) haha, adamın yerinde olmak istemezdim, katanamız kesici delici aletimiz yoktu ama, hakikaten tehlikeliydik. bar kavgası olsa en azından o dörtlüyle girmek isterdim, eğlenceli olabilirdi vesselam :D

geçen akşam yine modadaydım. bu aralar moda sakini (sakin? ben? hehe lafın gelişi) olmuş kadar oldum. yine yağmur yağdı, hoş o akşam kadar yağmadı. zaten o akşam kadar güzel bir akşam da değildi. ama gerekliydi. üstünüze yağmur yağmasına izin veriniz efem, güzel bir şey yağmur yağması üstünüze. birkaç çeşit bira karıştırdım, midede hoş durmuyormuş efem, yani o kadar karışması. tek çeşit bira idealdir, çok değiştirecekseniz, tarzları aynı biralara sekmeyi denemek idealdir. fazlası cık.


ya akşam gelip de, hakikaten benim de kanatlarım var dersem?
o zaman ne olacak? :)

run baby, run

sanırım iki gündür evde yatıyor olmak civatalarımı gevşetti kısmen. haftasonu koşularına başlama kararı aldım. cumartesinden itibaren, caddebostan migros-bostancı-maltepe istikametinde koşan bir kutup ayısı görürseniz, gülhaneyi aramayın. benim o :) fıstık atmayın ama, su verseniz hayır demem. günlerden sonra ilk tebessüm güzelmiş. özledim herkesi okumayı, kısa zamanda geri döneceğim. yani sanırım. bir ölümlü sadece bu kadarına söz verebilir. pişman olacağınız hiçbirşeyi yapmayın, ve ne olursa olsun gülümseyin. 91 out

:)

nicedir dinlediğim en süratli şarkı.

sen de dinle.

"O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan herşeyle ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla.. ."
Jack Riemer

çok da fifi

efem atlamadım balkondan dün akşam rahat olunuz. atlayamayacak kadar mutsuzdum zaten. insanın balkondan bile atlayabilmesi için kısmen de olsa mutlu olması lazımmış, bunu anladım :) Mine'm sağolsun "bokunu çıkarma istersen" diye müdahale etti olaya, sonra iki de gülümsemeye vesile oldu. hoş, yazamıyordum bile resmen yorgunluktan, nasıl anladı beni orası muamma. sonra somurta somurta uyumaya gittim, uyuyamadım da en başta. kalkarsam hiç uyuyamam deyip azmettim, saat 0200de kafamı duvarlara vuruyordum, sanırım saat 3 sularında sızdım. 7ye kadar 4 saat, maksimum da 5 saat uyumuş olabilirim. adam olana çok bile. yeterli enerjiden çok ama çok fazlasını sağlar o bana.



ki atlasam da o tutardı zaten. yuh olsun bana, bu kadar insan sevdiğini gösterir ama onların sevgisi tutmaz da iki sittirik resim mi tutar? hayır tabikide. o işin tasviri şık dursun diye, halbuki burdaki meleklerin hepsi kuvvetle muhtemel beni seven insanların objeye bürünmüş hali olabilir diye bir ambalaj da yaparım :) çünkü sanılanın aksine; neyse. o kadar da dürüst olmaya gerek yok, en azından şimdilik :)



efem gaza geldim, kendime birkaç hediye kombinasyonu yapayım dedim, ilk sorduğum yukarıdaki aparat US$500 çıkınca gazım kaçtı. zaten takılara karşı oldum olası bir "alayım da nasıl olsa bir gün takarım" gevşekliğim olduysa, sadece hoşlanmak almak için yeter şart sandım, doğal olarak da reel fiyat "titretti ve kendime getirdi". belki, ama belki bir gün. zaten kendime alsam takamazdım da bunu, takacak birine almam lazım ki, iki güzelliği de aynı anda görüp iyiden iyiye soluksuz kalayım.


dün dutchman'ın yazdığı yazılara sardım, ne güzel yazmış adam diye. ekipçe süperler gerçi, okuyunuz, gülünüz efem. benle vakit kaybındansa, başarılı bir girdi olur hayatınızda, bakışaçısıyla birlikte tarz da olur, kaybınız olmaz. o tarz "en kıl eden üçyüzbilmemkaç husus" gibi bir şey yazmayı düşünüyordum ama okuyup anıra anıra gülünce, bu seferlik somurtmak hakkımı kullanayım, sessiz sessiz durayım bir köşede, adam yazmış işte ne güzel.


biraz önce yine şu "tavuk suyuna çorba" tadında maillerden biri geldi, meraktan açtım. büyükanneler, büyükbabalar ve torunları üçgeninde değişik bir şey olmuş. sanki her büyükanne, her büyükbaba, her torun süpermiş gibi. şimdi açık konuşmak gerekirse, torunlar sürekli torun oldukları anda kalsalar, etraf bu kadar orospuçocuğu dolmazdı. o yüzden torunluk müessesesi de çok matah bir müessese değildir diye düşünüyorum. yani ben oldum, arkamdan bin defa orospuçocuu diyen olmuştur herhalde, yaşanmışlıklardan anlatıyorum bu boku. hoş tek sorun bende yahut torunlarda değil ki, küçükken sokakta top oynamaya çalışırken de kafama odun atan bi orospuçocuu vardı. adını unuttum, mesela rahmetli teyze olsun adı :D gitmiştir hatta döneceği yaklaşmıştır. önce odunu atar, sonra getirin onu çabuk bana diye bi de bizden geri isterdi. vay yüssüz kaltak demeyin, ben diyemedim çünkü. komplike küfredecek kadar kafam çalışmıyordu o zamanlar :) ama bu paralelde, hayatımızın her noktasında "potansiyel" orospuçocuu isek, bu ambalajlama, bu aslında hayat çok güzel "tralay tralay lom" havaları neden ola ki? hayat standart işte arkadaş, kişi ne kadar iyi ise, misal ben, çok iyi olmasam da iyi bir insanımdır, arada kötülüğüm-ibneliğim-götlüğüm tutar, neyse karşımdakinin lügatında bunun karşılığı öyle bir insan olurum işte. yahut öyle bir hareket yaparım. iyi olmak herdaim iyi, yahut göt olmak herdaim göt olduğunun yeter kanıtı değildir insanda. ben buna inandım ya da, delirmeme manevraları vol. bilmemkaç.


yahut benim şimdi götlüğüm tutmuş, benim hiçbir zaman torunum filan olmiycak ya. sarıyorum işte. babanne ve dede de çok erken gitmişler, biri ansızın biri gözümüzün önünde göstere göstere. birinde ara sıra mezarına gider hayatımın ender dualarını eder, birinde moralim düzelsin diye yaşıtım olan kardeşinin torunlarını döverim ya. öylesi dışavurum işte. oysaki olduğum gibi olsam, "aslında böyle olsa süper lan" şeklinde yaklaşımlarda bulunsam, daha naif bir konumum olabilirdi hayatın içinde, lakin gel gör ki, olamadı okuyan kişi. becerilemedi işte o yazdığım şeyler :)

efenim işte bu adam ben olmalıydım. kütük gibi ayık olduğum bir gün, kulağıma sıkı bir i-pod yahut muadili bir aparat koyup, tek şarkıyı loop'a alıp kıyafetleri kontrol edip, gülümserdim ortalığa. valla. ama hiçkimseye yavşamak için falan diil. zaten beceremem yavşamayı, elim ayağıma dolanır. sersem salak olmanın getirisidir. ama tek güzel tarafı, kaskı takıp kontağı çevirdikten sonra, ne salak gülümsemem görülür ne elim ayağıma dolaşır :) hoş hiç bir web sitesinde "final ride"ım gözükmez belki, yahut günlük, sıradan olaylarmış gibi gözükür ne gözüküyorsa. sen saatte 300km/s ile motorun üstünden uçsan bile, aypod'da olaylar hiç olmamışcasına hayat devam eder.
"You'll never see me again, So now who's gonna cry for you?"

biraz evvel attım sigara paketini, belki binbeşyüzüncü defa. yine deniyorum sanırım bırakmayı. bir sefer de başarılı olmam lazım, yoksa olmayacak bu iş. becerebilirsem sanırım uzun zamandan beri ilk defa bir "başardım" hissiyatı gelecek şehrin bu tarafına, başaramazsam da birer kahve söyleriz, ben yine sigara yakarım, insanlar ne yakar ne yakmaz bilemem. yoruldum, çok yoruldum. nefes almak bile zor geliyor açıkçası. dünü pas geçtim yemek hususunu, halsizlik tavan yaparken bu öğlen yemeği imdadıma yetişti. kendimi iğrenç'ten öte hisetmeye ihtiyacım var, ve nasıl olacağını bilmiyorum. derin derin nefes alıp, şapşal şapşal gülümsemek istiyorum. çok şey istiyorsam bir kamyon da çarpabilir, polis de çevirebilir. dert değil. ama birşeyler olsun, ve çabuk olsun lütfen. istiyorum.
artık benim meleklerim var.

Cum'a

Nerdeydi lan benim maskem?


Kutlamaya gelecektik de, ondan şettimdi.

17

e'fem güncelleme geçeyim dedim. dün akşam saat 00.00 itibariyle eve girdiğimde, çadır balkonda yoktu :) ya davulcuya kaçmış ya zurnacıya sanıyorum. ee [GFB]abbio bey, toplamaya yardım etmeyip sadece uzaktan gülerseniz, şimdi yeşil çadırı terziye götürürken beni aramayınız, çünkü ben de gülecem bu sefer.
*
bluetoothum olsa; akşam, yağmur ve moda konulu hoş bir karem var, onu atardım. artık ancak yarına sanırım. çok ıslanmadan çok yürüdüm o yağmurda, hoştu.
*
birkaç gün evvel bizimkilerin ısrarıyla bu süperloto zımbırtısından almıştım, boşa giden bi 6ytl oldu, 6 kolondan sadece 1 (bir) tane mi tutar lan allahsız kupon.
*
Gaaassaray sıkı bi iteleseydi daha çok sevinirdim ama, kısmet SamiYen'e.
*
gecenin düdük bi saati, ayaklarımı uzatmış çamaşır makinasının bitmesini beklerken düşündüm de, ikramiye kazanan düdüklerin çoğundan daha şanslıydım ben dün gece.
*
akşam halısaha maçım var, eskaza gol atarsam müdüre inat paskal nuuma gibi elimi şortumun içine sokucam, sözüm var. artık bunun sonucunda işten mi kovulurum yoksa kavga mı çıkar bilemem.
*
sabah babama otobüs bileti almak için işyerine yarım saat geç gittim. uyuyakaldığımı düşünen takım arkadaşlarım beni işyerinin önünde "alemci futbolcu istemiyoruz" diye karşıladılar. sabri artık dünya ahret bacımsın.
*
mutluyum mutlusun mutlu.

Galatasaray Sen, Sen Galatasaray.
12.03.2009, 19.00

Warlord Chronicles

KRAL ARTHUR…Doğudan gri fırtına bulutları ile gelen Sakson istilacıların buzlanmış savaş baltaları Britanya’nın tam kalbine saplanırken, batının puslu topraklarında kan içen vahşi İrlanda kabileleri ayaklanmaya hazırlanıyor.KISTIRILMIŞ…Kehanetlerde ateş ve külle haber verilen Karanlık Çağ’ı önleyebilecek tek kişi, Britanya’nın son druidi Merlin kayıp.KUŞATILMIŞ…Tek kollu Kral Gorfyddyd ve Kuzey İttifakı, can düşmanları Arthur’u ezmek üzere o güne dek görülmüş en kudretli orduyla hücuma geçiyor.Bu Kış, Britanya’nın sadece tek bir Kralı olacak.
KILICI KAYADAN KOPARMAYA HAZIR OLUN…

Saksonlara karşı verilecek son bir savaştan sonra Arthur hayalindeki barış dolu, huzurlu ülkeye kavuşacak. Lakin Merlin’in aksine, Arthur karmaşadan büyük keyif alan tanrıları unutmuş görünüyor. Sihrin hükümdarı Merlin, tanrıların geri dönmeleri için Britanya’nın On Üç Hazinesi’ni bir araya getirmek zorunda olduğunun farkında.

Savaş Lordu YIllıkları Excalibur ile tamamlanıyor. Arthur’un son ve en büyük savaşı Sakson istilası ve egemenliğini ne kadar geciktirecek?
Cornwell’in anlattığı Arthur üçlemesi yazılmış diğer tüm öykülerden farklı ve hatta aykırı. Bu öyküde onca gücünün yanında zaafları da olan insani bir Arthur var. Böyle bir tarihsel kişilik gerçekte varolmuş olmalı, ama Arthur Efsanesi gerçek tarihle ne kadar örtüşür?
Bernard Cornwell’in dediği gibi;
“Arthur belki bir kral değildi. Belki de hiç yaşamadı, ama tarihçilerin onun varlığını inkâr etmek için tüm çabalarına rağmen, o hâlâ, dünya üstündeki milyonlarca insan için, on dördüncü yüzyılda bir yazarın ona verdiği adla Arturus Rex Qwuondam, Rexque Futurus; Arthur, bir zamanlar ve Gelecekteki Kralımız.
*
efenim okuyunuz. şimdiye kadar bir çok kitaba çarpıldım, lakin böylesi yok.
birinci kitabın kapağındaki figüre ise elleşmeyiniz :D
sağ koluma dövme olacak kendisi.
"Derfel Cadarn"
ya da ben öyle görüyorum ve önemli olan benim nasıl gördüğüm :)
*
efenim detaylı bilgi ekleyeyim, kendi çapımda tabi. sadece bir defa okudum üçlemeyi, onun da bitişi haziran 28, 2008 sabah saat 0400 sularındaydı, o yüzden ince detaylar kalmadı aklımda. kitap Derfel Cadarn'ın ağzından yazılıyor, sakson orjinli fakat keltler tarafından yetiştirilmiş bir kişi kendisi. kitabı yazdığında bir katolik rahibi. şartların kendisini düşürdüğü yer orası. hikayenin başı Derfel'in gençlik yılları. Derfel'in gözünden Arthur, Merlin, Lancelot ve diğerleri şimdiye kadar anlatılmış olanlardan çok ama çok farklı, ve içimde bir yerde ben bu üçlemenin birebir gerçek tarih olmasını çok isterdim. Derfel, Merlin'in çırağı Nimue'ye aşık bir genç savaşçı olarak başladığı hayatında, Arthur'ın sağ kolu, güzel Ceinwyn'in sevgili kocası, Savaş Lordu gibi sıfatları alırken yaptıkları ve çevresinde yaşananlar olarak geçiyor kitap. Ekstra yazacağım her şey kitapta yazılanlardan alıntı olacağı için, okuma keyfini yaralar düşüncesindeyim. Hakikaten Cornwell çok şık bir iş çıkarmış bu üçlemeyi yazmakla. Kendisinin yorumu şöyle; "I have to confess that of all the books I have written these three are my favourites." herhalde şimdiye kadar okuduğum kitaplar toplamı 1500ler civarındadır, tarz olarak birbirine çok uzak değildir kitaplar, ve bu üçü çok rahat bir şekilde ilk on içindedir. abartıyorsun derseniz sizin gül hatrınız için ilk 20 derim, asla 21 olamaz. Ekstra bilgi için, ingilizce tepik.

Ailenizin Şapşalı

efem ailenizin şapşalı yine işbaşındaydı. akşam üzülüp alkol almaya karar verdikten sonra keyfim yerine geldi. yani kısmen. şöyle bir durum sözkonusu ki, ben hep "çok keyifli bi adam" olurum içerken, filmin koptuğu yere kadar :) akşamımız radikal bir şekilde eskilerden bir playlist ile açıldı, kimi eğlenceli, kimi durgun birkaç şarkı işte, çekeniniz olduysa fikir beyanında bulunabilitesi yüksek.
*
bir anda aklıma düştü, "lan acaba benim bozcaadada kalacağım çadır ne renk?" diye. ruhsuz insan profili olarak çadırı almış, fakat hiç kurmamıştım. şeytan dürttü derler ya, hakkaten de dürttü namussuz :) bir müsade isteyip hayattan, gidip içeri çadırı getirdim salonun ortasına, koltukları filan sağa sola atıp, yeterli yeri sağladım. çadırı kılıfından çıkarttım yere kodum bi güzel, en fazla 60cm yarıçapında bir daire, fazlası değil. "lan bu mu üç kişilik diye aldığımız çadır, ben giremem bunun içine be!" dedi genç adam. (sittir lan neren genç) çadır bilakis kuğu gibi süzülebilirim edasıyla bakmaktaydı. adam elini uzatıp çadıra dokundu, "kumaşı iyi" dedi. (carrusca'nın da kumaşı iyiydi, hatırlatırım) hadi bir cesaret dedi çadır, adam da bir anlık gaflet, dalalet ve hatta şevkle çekti çadırın kumaşını, aynen kurbağayı öpünce prense dönüşme teatisi gibi, hönk diye bir anda döt kadar salonun ortasında devasa bir çadır peydah oldu.
*
hakkaten yalan yazmamış adamlar. ikiyüzellidokuz santime birmetreelliikisantim, nurtopu gibi bir çadır. aa süper lan filan dendi, sevinç abbio kişisiyle paylaşıldı, herif gülerken kaza yapmasın diye telefon erken kapandı veeee. "sittir lan ben bunu nası kapatıcam?" konulu pasaja geçildi. saatler süren ısrarlı çalışmalar neticesinde kapanmadı allahsız. bir de korkuyorum efem, ben böyle nazik şeyleri ne zaman "nası oluyo lan bu?" etkimesiyle dürtüşsem, kırarım. allah vergisi yetenek işte, kıskanmayınız. bi yandan da onun korkusu var, "adaya gidemeden çadırı kırarsam yılın danası ödülünü sokuverirler adamın kulağından içeri" paranoyaları var, var oğlu var.
*
sonra ne mi yaptım, kapanmayacağı çok belli olunca, kaçınılmaz tecavüze bir mum da ben yaktım efem, aldım yorganımı yastığımı, küt içeri :) sabaha kadar salonun ortasında çadırda yattım, inini bulmuş ayılar gibi mutlu hem de :D şu anda evin balkonunda devasa bir çadır var, nasıl kapanacağını bilmiyorum, yarın bir geceliğine babam bana kalmaya geliyor, onu görünce ne diyecek çok merak ediyorum, hala kendime gülüyorum, ama tüm bunlara rağmen kendimi seviyorum :)
*
ben akşam kamp yaptım okuyan kişi, n'aberrr? :) hehehe

Lütfen

1
23
4
üzüldüm lan duyduğuma.
çok sevdiğim bir arkadaşım terkedilmiş biraz önce.
sebebi de fotorraflardan tahmin edilebileceği üzere alkol.
oysaki dünyalar güzeli on numara bir insandır kendisi.
bariz çok üzgün.
içkiden bu kadar korkmayın ey insanlar.
güzel insanlara bunu yapmayın.
yapmayın.
onları da insanların hayatının içine sıçan tiplere benzetmeyin.
LÜTFEN.
*
misal ben şu anda üzüldüm, bir yandan ağırlık kaldırıyorum, bir yandan içmeye başladım.
içimin acısı başka türlü dinmezdi ki.
tanrım kollarım ne ince ya. kompleksim tutacak. içmemeliyim.
aminoasitlerim nerede benim. şnav da çekmem lazım.
ama çalan şarkılar o kadar oturdu ki içime.
yapılan götlükler?
değer mi lan tüm bunlara.
bu akşam güzel bir insanın acı çektiğini biliyorum.
ben acı çekerken dünya ne yapıyor bilmiyorum ama sevdiğim insanlar acı çekerken ben daha bir fazla içerim.
yay, evet yayımı bulmam lazım, nicedir göğüs basmadım.
bir bira daha.
bu son olsa? yok daha çok erken sadece 4 bira içtim.
yapmam gereken sadece gülümsemek.
yahut gülümsemelerden ilham almak. ama şu anda.
tanrım çok güçsüzüm, biliyorsun.
dert kapı kırmak olsa, easy mode. ama kalp kırıkları.
dörtduvar.
çokkötüfena.
o zaman, biraz daha alkole kimse kızmaz sanırım.
dinlediklerim de rüşvet.
kızarsanız da çaktırmayın.
sevdiğim insanlar ağlarken ben daha bir kötü olurum.
gerçek kötü.
ve saat daha çok erken.
91 out.
özürlerimle, sadece 10 kişi indirebiliyormuş, rapid premiumum yok diye.
indircektim ama rapid ibnelik yaptı diyen olursa, cdye basıp göndermeyen utku fenerli olsun.

1-1 and 91 won on away goals!

akşam eşşek olduğuma kanaat getirdim. ingiliz bi arkadaşla avrupa geyiklerine girdikti efem. yok danimarkada buluşalım bir gün, içmek için çok güzel yerleri var, yok aslında brasov o kadar popüler olmasa bile kayak açısından bir çok yerden güzel, yunan adaları felaket güzel, sofyanın gece ortamı aman diyeyim konulur bir sürü geyiğe girdik. tabi benim popüler yahut gözde avrupa şehirleri ile ilgili bilgim yok, oralarda da brifing aldık, şuraya gidersen şöyle yapılır konulu. hoş gideceğim yok ama, bilgi bilgidir. zaten ben gittiğim hiçbir yerde ne aç kaldım ne açıkta, orası kibarların sorunu. sonra can alıcı sorular geldi tarafıma, türkiyede nerede tatil yapılır gibi mesela. ne bilsin ben. türkiyede bu sorunun sorulacağı son kişilerdenim her şekilde. şimdiye kadar en güneye indiğim yer kuşadası (didim oradan güneydeyse faulü bana yazın), o da tarih kadar eski. geçen yaz didime giderken otogarını gördüm, tanıyamadım bile. o derece yani. ee şey kem küm ettim tabi, rezil olduğumu gizlemeye yetmedi korkarım ki. ben tatil yapmayı beceremem ki, yapamadım öyle birşey bugüne kadar sıkça dedim ısrarla, o da bana "madem öyle lan ipne, ne bu iskeleden atlarken fotoğraflar, güneş gözlükleri, iskeleler, biralar" diye kontra vurdu. kalkamadım. diyemezsin ki 7 arkadaş tatile gittik, ben en sonuncusuydum, öylesine takıldım peşlerine, anlamam ben diye. sonra mevzu değişti, tabi içimde kaldı bu mevzu. hırs yaptım 1-0 yenik bitirmiycem bu işi. mevzuyu ingiltereye getirmem lazım ama nası. o arada gerrard kodu reale, hah dedim tuttum şimdi ensekökünden. ne koydu lan gerrard dedim, ben manu taraftarıyım, beter olsun dedi. olsun, tuzağa yaklaştı bir kere. dedim bir sonraki sezon başında ben geleyim ingiltereye, beni manu maçına götür (halbüseki nefret ederim itooluitlerden, çelsiden daha nefret ederim ama) iyi olur yaparız ederiz filan dedi. dedim ingiltereye ben daha önce hiç gelmedi, bilmez yol iz. hitrov-mençıstır arasını gelirim ama, sonrası sana kalır ihale, sen gezdirmek durumundasın, sen olmadığın zamanlar ben kaybolmaya çalışırım diye. şööledir bööledir anlatıyo, oraya puba gideriz buraya dansa gideriz (ha ha ha çok anlarım ya dans etmekten, kılaba da kafam giresice) he he diye dinliyor gariban. sonra ölümcül darbeyi vurdum.

stonenç ne tarafta kalıyo lan mençıstıra görededim. ee ıı şeyler başladı tabi ecnebicede :) haha, şimdi sıçtım gagana dedim içimden. kuzey şu bu derken bastım topa, oraya da götürürsün artık beni diye, ingilterede en merak ettiğim yerdir dedim. belki biraz da hadrian's wall, ama öncelik stonençte diye başladım boston celtics gibi tam saha prese. nefes alacak fırsat vermedim karşı tarafa sayın okuyucu, gurur duy benimle. bayılttım yeminnen. ben hiç gitmedim bilmem oraları falan demeye başlayınca tamam dedim, skor berabere, deplasmanda alkış alacak oyun sergiledim, taraftar benim yanımda, yazıktır vurma daha fazla :) "hadi şimdi git anan donunu bağlasın" tavırlarıyla sıkıştırdım tabi tavlayı koltuğunun altına, git bi gez oraları öğren sonra bana gezdireceksin diye. nah gezdirir, nereden bilecek. biri gelip bana dese ki pamukkale, peribacakarı, travertenler "o ne lan?" derim en fazla, işim yok da oraya mı gidicem bir de. çok meraklıysan git gör hesabı. bu minvalde o da aynını yapar.

*

ama şöyle bir düşün okuyan kişi, şu gariban, eylül ekim gibi gitmiş ingiltereye, sittiretmiş mençıstırı pabı, vurmuş çantasını sırtına, ver elini stonehenge. denk gelse, şöyle de bir şişe "macallan cask strength" kaptırmış olsa, yere saygısından sigara bile içmese 91 kişisi, orada bir taşa sırtını dayasa, kapasa gözlerini hayallere dalsa. merlin gelse büyülerini yapsa, taşlar topraktan şekillense, ceinwyn gelse, güzelliği her yeri büyülese. arthur'u görsem atının üstünde, excalibur'u çekmiş, altın işlemeli çelik zırhının içinde. sonra derfel cadarn'ı görsem; büyük komutanı arthur, sevgili eşi ceinwyn ve tüm silah arkadaşları o kayığın içindeyken "ben savaş lorduyum, ve askerlerime öteki dünyada liderlik etmek için onlarla ölmek zorundayım" diye bağırsa, kayık gitse, ceinwyn el sallasa, arthur onaylar gibi kafa sallasa, bana baksa derfel, gel dese, ben de elime geçirdiğim ilk silahla onun yanında saf tutsam. sonra biz gitsek. aslında hiç olmamış olsak. kimse bizi hatırlamasa. ve ben bunları sadece hayal ederken bile gözlerim dolmasa. hayaller, hayaller.

Hem Sarı, Hem Kırmızı, Hem Sevdiğimiz.

"I have my wings"

ya bu sabah ışığı gördüm, ya da çok çabuk etkisinde kalıyorum hayatın. hangisi olursa olsun, uygulamaya geçersem hoş olur, geçemezsemde canım sağolsun n'olcak. şimdilik ölene kadar hayattayız. tek üzücü tarafı, şu anda bu yürürlük aksiyonu için, içki içmemem lazımmış gibi geliyor. ama ben yağmurlu havalarda bayılırım rakıya. bir telefon, uzaklardan bir adam yahut bir kadın sesi, adamlar da, kadınlar da çok belli, seneler geçmiş hala aynılar;
A. -"keşke sen de burada olsaydın"
B. -"yine mi açtın perdeleri sonuna kadar ve yine mi yağmur yağıyor şehirde?"
A. -"tüh, yine saklayamadım"
B. -"ben de sana içeceğim ilk yağmurda"
A. -"mutlu kal"
B. -"gülümse"
kadar kısa ve anlamlı. yahut anlamsız. ne yapalım, birkaç gün yahut birkaç vakit içmesek de olur herhalde.
efem harekete geçme kararı aldı şu aciz kulunuz. kısa vadede gerçekleştirmeyi düşünüp gerçekleştiremediğim her şey için hemde. evet benim de kanatlarım var, evet ben de ayaklarımın üstünde durup beni öldürmelerini izleyecek değilim. benim kanatlarım var, ve ben o kanatlarla neler yapılabileceğini göstermek zorundayım.
ilk etapta kafamdaki soruları atsam buraya, ve eskaza okuyan birileri var ise birkaç fikir verirler belki? :S
- efem nette geçen gün aradım fekat muvaffak olamadım, çekingen ve de antisosyal bir zıbık olarak da çıkıp sokağa tükkan tükkan dolaşamıyorum da. iki kişilik kanepelerin (ama bööle çokgüzelşeker bir şey olması lazım, ne biliym yatak olabilirse şık olur. rengi fıstıkyeşili, kırmızı, turuncu, sarı olabilir. yüzü sökülüp takılıp yıkanabilir olsa süper olur açık renkler için. sonracıma deri olamaz mesela, deri koltuk ve kıçım hiç iyi anlaşamaz. öyle hipersonik bir şey işte. aslında tek kriter koltuğa görürgörmez aşık olmam lazım hepsi o, bu kadar kafa ütülememe gerek yoktu yani) yaklaşık fiyatları nedir gözü ilişen var mı? sonunda kendi evimin içine kendi odamı yapıyorum.
- 4+1 ses kartını sanırım yazıcıoğlu taraflarında bir yerden halledebilirim. daha iyi bir önerisi olan?
- evimi komple kırmızıya boyamaya karar verdim (abbio hala şaka sansa da :P ) ve salona yaklaşık 1,5M/1M bir Galatasaray arması olsa kırmızının üstüne (şu eski armadan, beyaz üstüne G ve S olaraktan olan) delice güzel olur diye düşündüm, ama gelin görün ki el becerim yok. aranızda olan var mı? yani düşünüyorum da, eli bu işlere yatkın birinin bir saatini almaz o iş. lütfen ya lütfen, içkimi paylaşırım, ne biliym yarın öbür gün siz taşınırsınız ameleliğinizi yaparım. valla bak.
- herhalde duvara monte cd rafı/kitaplık gibi zımbırtıları fiyat/kalite olarak en uygunu ikea gibi geliyor. tecrübeyle sabitlemiş kişilerce de böyle midir?
ya aslında aklıma gelen daha bir sürü şey var ama düşününce saçma geliyor. okurken aklına herhangi birşey gelip de yazmazsan şööle-bööle ol e mi okuyan kişi.
ve bu arada, nisan bitmeden bir sürprizim olacak. evet, olacak. yeteri kadar yakında olan herkes görebilecek hem de :)

#3


Kaptan İzindeyim!
:)

Bezgin Haftasonu

efem hörmetler. karmakarışık birşeyler çiziktirmek için toplandım monitör başında. oysaki çok işim var bugün ve o kadar neşeliyim ki hepsini bugün yapmaya karar verdim. ne iğrenç di mi? aslında onları en kısa zamanda yapmak benim sorumluluğum, yetkim ve görevim dahilinde, fakat ben moralim bozukken bunları yapmıyorum. iğrenç bir insan profili çizmek istemem ama, gülümsemeden olmuyor benim hayatımda herhangi birşey. somurttuğumda her şey çok yavaş kalıyor. olmuyor işte. genelde somurttuğumdandır hayatımda hiçbir değişiklik olmaması, bir gülsem, ah bir uzun süre gülsem ben neler yapacağım belli değil :)
*
efem cuma akşamı çok hiperaktifti benim için. öncelikle bir halısaha maçım var dillere destan. futbol fukarası beni adam etmeye çalıştılar, hoş da oldu :) efem sağbek oldum, gönülden yapıyorum bu işi. 1900-2000 arasında sahadaydık, hoş bir galibiyet oldu. belini sakatladığım ve kaburgalarını incittiğim arkadaşlara tanrıdan rahmet ... :P hehe, ne yapayım, sert oynuyoruz erkek oyunu dediler. işyerinde insanlar kararsız. terminatör ile alman panzeri arasında gidip geliyorlar. ben kısaca "hayvan deseniz?" dedim kabul etmediler. elden gelen bir şey yok.
*
Gaassaray'ın galibiyetini kadıköyde izleyebildik, şık bir salata ve limitsiz bira eşliğinde. devamında ise çok sevdiğim bir arkadaşla moda sahiline geçtik. benden bir coder yaratma isteğinde kendisi, kod yazmaya başlıyorum ahali, rezil olacağımın resmidir ama denemekten zarargelmez. sabah 0300e kadar moda sahildeydik, o sıcak vücuda bu rüzgarı vurdurunca neler olacağını düşünmeden. hoş hakikaten bir hayvanlık olduğu için bünyede, bir numara olmadı. sadece birkaç tutulma, hepsi o. mariaççi bira da bira gibi değil, o yüzden çok içiliyormuş. sevmedim çok :(
*
haftasonu çok somurttum, hep evdeydim. cumartesi sabah piespi faciasından sonra birkaç bira, ve çokça müzik dinledim. abbio kişisi cuma akşamından alkolü fazla kaçırınca (zıkkım içesice, evlat olsa sevilmez) cumartesi planı programı iptal oldu, hoş zaten bende de çıkmaya dair bir istek yoktu. efem nicedir yapmak istediğim film işlerine girdim ben de, ilk olaraktan "i spit on your grave"i izledim. efem 78 yapımı film, aynı yaştayız. ben doğarken insanlar ne sayko filmler çekmiş, takdir ettim. efem filmimizin konusu bir yazar abla odaklı. güzel hanım kızımız tenha bir kasabaya, hikayesini yazmaya/tamamlamaya gider. ve hain kader ağlarını örmüştür, 4 tane denyonun ardışık tecavüzüne uğrar. sonrasını filmin adından anlayabilmek mümkün :) takdir ettim ablayı, sanat yaptı. tüm bunlar yaşanırken La Loba hanfendiciim rutin aralıklarla "hala bıraktığım yerdesin" mesajları gönderdi, ve ben ısrarla bir bidon gibi bilgisayar başında oturdum :)
*
sonra pazar eve birşeyler yapmalıyım diye fırladım yataktan. bir ara benzin döküp yakmayı düşündüysem de yapmadım. abbio kişisini arayıp "ikeaya gidelim lan, bişeyler alıp evi değiştiresim var" diyecekken, midesini üşütmüş (yavrııım kıyamam seviyorum lan seni) buzağıya anca "geçmiş olsun müdür, birşey lazımsa söyle" diyebildim. ben de elden geldiğince, efem sen de çamaşır ben de bulaşık, o desin topla, bu desin sil, şu desin süpür, allaaaaaaaaah :) efem ailenizin hamarat ev erkeği 91 evde bir tazmanya canavarı zerafetiyle dolandı, herşey birbirine girdi ama sanırım sonunda her şey düzgündü :) yani tamam ev o kadar temiz değil ama en azından toplu ve hiç çamaşır bulaşık yok. insanlık için küçük ama benim için şık bir adım. sonra tekrar oturdum efem bilgisayarın başına, ilk durağımız "Red Baron" efem von richtofen güzel adammış zamanında. bu kadar genç olduğunu bilmiyordum ama, savaş insanları genç tutmaz, sanmıyorum. çok hoşuma gitti film, izlemeyenleriniz vardır diye yazmıyorum ama, içindeki iki replik soluğumu kesti resmen. "i wont stand here and wait to get killed, i have wings" ve "you are my greatest victory". büyüksün, mezarını ziyarete gitmek isterim bir gün. sonra biraz soluklandım, nicedir elimin gitmediği filmi taktım. "Phantom of the Opera". Bir kadın ancak bu kadar güzel olabilir, bir adam ancak bu kadar gizemli olabilir, ve bunların hepsini müzik sağlayabilirdi zaten. Resmen hüngür foşurt ağladım Phantom of the Operayı söylerlerken. zaten sonuna kadar sabredemedim de. kapattım çünkü nabzım sanırım 180 civarına çıkmıştı, ölmeyeyim dedim durduk yere. sonrası yine bilindik şeyler. boktan insan boktan hayatına geri döner, perde zaten çoktan kapanmış, belki de hiç açılmamıştır. bu arada bana hiç uymayacak şekilde bir kardiyo programı üstünde çalışıyorum, boks antremanlarından bile beter duruyor şu anda. baktınız gördünüz 2 hafta birşey yazmadım, artık bi küfredersiniz arkamdan efem :)

Yazmasam Olmazdı

çok komik birşey oldu biraz önce. trajikomik belki de.
hayatım boyunca hep bir enstrümana karşı yeteneğim olmamasının eksikliğini hisettim. yani efektif olanlara :) sahilde kızarkadaşıma gitar çalmak hususu değil bu, ama sonuçta flüt çalmak hiçbir zaman o kadar keyif vermemişti bana, zaten 4-5 sene çaldım ısrarla, sonra sittiret dedim, mızıkaya geçtim. onda çok başarısızdım. sonra kurt cobain intihar etti, ben de gitarımı sarhoşken bir elektrik direğinde parçaladım, başlamadan bitirdim kariyerimi :) efem ben hep sevdiğim insanlara müzik yapmak istemişimdir, o yüzdendir playlistlerin başına geçmem, çaldığım bir şarkıdan dolayı bir tebessüm olur ise, sevinirim. öyle bir sorun işte.
biraz önce aldım psp'mi elime, son çektiğim dj mix fever diye bir oyunu oynuyorum. müzik yapıyorsun oyunda, eşlik edip değişik melodiler yaratıyorsun. techno pop ama, inanılmaz güzel şarkılar var, ben de tüm kabiliyetsizliğimle eşlik ediyorum işte :) değişik bir aşk şarkısı unlock ettim, şarkıya aşık oldum resmen. sonra salak hayaller işte, üç saniyede kafamda bir sevdiğim kadın profili yarattım, ona çaldığımı düşündüm bir anda. daha da güzel gelmeye başladı şarkı. ben çalarken bana gülümsediğini düşündüm, allahallah daha da bir gaza geldim. gülümsedi lan. bana hem de. ben ona şarkıyı çalarken.


sonra ne mi oldu? psp'nin pili bitti. hayaller de kıçıma kaçtıklarıyla kaldı :)
hayat zaten hiçbir zaman adil olmadı da, kendimi aşıp gülümseyecektim lan. valla gülümseyecektim. şimdi ise biramı açtım, öylesine monitöre bakıyorum. kırıldım be :(

Oldu mu? Olmadı mı?

A: Facebook’taki resmin çok hoş.
K: Teşekkür ederim de hangisi vardı?
A:Sanki bir müzik festivalinde, güneş gözlüğü, kolunda bileklik bir yere bakıyorsun elin çenende
K: Hatırladım
O resimde benim olduğum çok anlaşılmıyor diye onu koydum

A: Haha, bakan gözlere göre değişir :) isimsiz de koysan senin olduğun çok belli, bana göre :)
K: Hadi canım
A: Şu anda resim canlanmıyor gözümde tüm detaylarıyla, fazla yorgunum, ama olsa vereceğim 2 detayla çok rahat sen de kabul ederdin :)
K: Görenler “bu sen misin” gibi bir tepki verdikleri için ben de benzemiyor sanmıştım
A: Haha, senin yüz hatlarını benim kadar ezbere bilmedikleri içindir :D
K: İyi de sen nerdeyse 10 yıl var görmüyorsun beni
A: 10 değil 6, en son çayırbaşında yolda karşılaşmıştık.
Ve unutmayacak kadar iyi biliyorum yüzünü ve yüz hatlarını.

K: O da doğru ya :)
Ama çok ayaküstüydü

Öyle hatırlanacak bir durum olmadı
A: Sana göre olmamış demek ki, bana göre olmuş :)
K: Olsun yine de hatırlaman zor
A: Zoru başarırım, imkansız biraz zaman alır :P
K: Yüzümdeki ben nerde söyle bakalım?
A: Dikkatini çektiyse yüzünü ezbere biliyorum demiyorum :) hatlardan bahsediyorum.
Ama yanılmıyorsam elmacık kemiğinin yanında, biraz aşağısında olmalı bir tane. Sağ tarafta.
K: Kime göre sağ?
A: Bana göre sağ :) ama detayı yakalaman güzel
K: Doğru bildin valla
Gerçi tokamı saklayan adamdan yüzümü unutmasını bekleyemem tabiki de :)

A: Haha, tokayı sakladığıma da inanmamıştın ya neyse :)
Var öyle adamlar işte, hayat garip tesadüflere gebe.
K: Her şey tesadüfen yani
A: Her şey gayet planlı ve programlı, bilinmesi ve su yüzüne çıkmasını tetikleyen unsurlar tesadüf.
K: Bu kadar uzun vadeli bir plan düşünülemez
Bence hepsi tesadüften ibaret
A: Zaten sence olamazsa, olacağına hiçbir ihtimal vermiyorsun.
Genel mantığa yahut karşındakinin mantığına pek bakmamayı tercih ediyorsun.
Ara sıra da olsa anlaşamamamızın temelindeki sebeplerden biri bu bence.
K: Anlaşamamak mı?
Ben böyle bir durum olduğunu sanmıyorum ama

A: Derinlemesine irdeleme kelimeyi, fikir ayrılığı manasında demiştim
K: En anlaşan 2 insan arasında bile fikir ayrılığı olur
Bu çok normal
Eğer olmazsa biri rol yapıyor demektir zaten

*

A:Telefon sessizde ve çekmecede şu anda, bakmıyorum bakamıyorum.
K: Ararsam görmicen yani
A: Arar mısın ki çıkartim mi ortaya? :)
Nasıl olsa mail trafiği sürüyor diye hiç düşünmemiştim öyle bir ihtimali

K: Bilmem
Tut ki aradım
O zaman kurunun yanında yaşta yanar misali arada biz de kayniycaz :)

A: Kendime küfretmek için bir sebebim daha olur :S
Paranoyak adama bu denir mi canım yaa :(

K: Niye yaaa
Tut ki annen aradı

A: Çıkardım telefonu masanın üstüne haklısın :)
Arayıp makara yapacaklarsa da yapsınlar, iki it yüzünden bütün sosyal çevremi soyutlayamam ya :)
K: Aile her şeyin önünde gördün mü
Tek kelime ile çıkarttırdım masanın üstüne
A: Sen ben ararsam ne olacak dediğinde çıkmıştı zaten :)
K: Ben de ailedenim yani :)
A: Hı hı :)
K: Ne de olsa toprağız :)
A: Ahaha özellikle kaçtığım şehirlilerden sonra bu çok manidar oldu yahu.
Daha başka bir şey söylesen neyse :)

K: Başka ne isterdin
Lise arkadaşı nasıl?

A: Daha güzel :)
K: O da çok 80’lilerin romantizmi gibi oldu
:)

A: Olsun olsun iyi öyle. Romantizmi hortlatmış oluruz fena mı :)
K: Ama 80’lilerin romantizmi çok kötü
A: 90ların başı der kurtarırız o zaman bu imajdan :)
K: Olmaz çok sıkıcı bir romantizm anlayışları var :)
A: Nasıl bir romantik akım sizi tatmin eder güzel bayan?
K: Ayakları yerden kesicek bir etki :)
Ama pembe yapraklı hatıra defterlerindeki dere kenarında kuru yaprakların üzerinde öpüşen çiftlerin resimlerle değil

A: E tabiî ki benim de 80ler yahut 90ların başından kastım o değildi.
Ki ayakları yerden kesecek etkide bir mizansen hazırlasam lise arkadaşıma olmazdı di mi?
Maazallah dövebilir beni, eli de ağır çünkü :)
K: Benim ayaklarım yerden kesilmez :) :) :)
Sağlam basarım yere :)
Elim ağır değil yaa
O eskidendi
Artık elim kalkmaz :)

A: Eminim canım ayaklarının yerden kesilmeyeceğine :)
Çok düşük bir ihtimal o.
Valla ağır değil deme, bizzat sırtıma vurduklarını hatırlıyorum da, sıkı çakıyordun.
Neden kalkmazmış elin?

K: Yok eski vahşiliğim kalmadı
Daha uysalım :)



Monolog mu, Diyalog mu? Oldu mu, Olmadı mı? Hiçbirini bilmiyorum. Tek bildiğim, ben bu yazıyı word'de oturtmaya çalışırken, Issız Adam film müziklerini girdi bilgi işlem fondan. iki ihtimalli durum. ya Radmin ile makinama bağlı durup "ne yapıyor lan bu salak?" diye beni izliyorlar tüm gün, ya da böylesi tesadüflere kafam girsin.

(700*5)/425=~8,24

yağmur yağıyordu ne güzel sabahtan beri. yağan yağmurun günahları da yıkadığına inanan biri için yağmurda dolaşmak keyifliydi. yani sanırım. çok keyifli olsa gülümserdi sabahtan beri, ama pek çıkmamıştı o gülümseme saklandığı yerden. sabah ağırlık kaldırırken bir ara gözükmüştü, şnav çekerken de. bir güne 2 gülümseme. ortalamaya vurduğunda senede 700'den fazla eder. tek gülümsemede 5 kalori yaksan, vücut tepkimesiyle, 3500 kalori eder. hepi topu bir büyük rakı içsen, bir senelik gülümsemenin enerjisini toplarsın yani. senede bir büyük rakı içiyorsan, gülümsememen için hiçbir sebep yoktur olarak da çevirebiliriz bu işi. yani teknik olarak. o kadar enerjin olmalı. rakı güldürmeyebilir, müzeyyen abla da, tebessümler sayılmaz. ama gülmek için yeteri kadar enerji verirler insana. belki biraz da umut.

Mahallemizin Pub'ı

mahallemizde bir pub olacaktı abi. valla bak. olacaktı. ecnebinin en imrendiğim şeyidir pubları ve pub kültürü. anca adam gibi rakı içerken atarım o ezikliği üstümden.
*
mahallemizin pub'ı abi düşünsene. akşam evde tek başına daralacağına, çıkacaksın oraya. en azından senle beraber üç-beş kişi daha olacak. tanıyacak o adamlar seni, yahut kadınlar. neyse ne. ilk aşkını bilecekler mesela, ne kızdı be filan diyecekler. sonra oradan bir bokyedibaşı çıkacak, evlenmiş o diyecek. hassiktir diyeceksin içinden, ben sanki bilmiyorum. paşa paşa müziğini dinleyeceksin, 3-5-8-15 artık kaç tane içeceksen o kadar içeceksin birayı. sapıtmadan. sonuçta mahallemizin pub'ı. işleten adam boondock saints'deki gibi bir adam olacak. yaşlı olacak ama fırlama olacak. sonuçta bizim gittiğimiz yer, ya biz ona benzeyeceğiz yahut o bize.
*
mahallenin pub'ında içeceksin ilk içkini, baban götürecek mesela. baban da orada içecek, denk gelmemeye çalışacaksınız, yazıya dökülmemiş kural gibi. bok gibi samimiyet olacak, ama yılışık olmayacak hiçbirşey. istediğin şarkıyı çalacak barmen abi sen istediğinde, ama sen de yarım saatte bir şarkı istemeyeceksin. en fazla günde bir tane. haftada bir daha idealdir sanki ama, maksimum günde bir tane. hele ki kendin şarkıyı değiştirmek için barın arkasına geçmek? asla. barın arkasına geçmeyi düşündüğünde daha yiyeceksin o "sarı kart" bakışını. mesafeli olacak ama samimiyete engel olmayacak bu.
*
köşesi olacak mahallenin pub'ında, her zaman oturmadığın. arkadaşların bilecek ki, oraya oturduğunda sana dokunmamak lazım o gün. sessizce içeceksin, hayal meyal duyacaksın tanıdık sesleri fonda. kendini güvende hisettirecek o sesler, ama konuşmayacaksın kimseyle, konuşacak bir şey olmayacak ve sen göz önünde olacaksın. masanda bir bardak, önünde bir paket sigara, üstünde zippo'n. tuvalete giderken arkana bile bakmayacağın, tüm eşyalarını toplamayacağın bir yer olacak.
*
eşin de gelecek günlerden bir gün pub'a. daha evlenmemiş olacaksın, o merak edip gelmek isteyecek, sen de heyecanlı heyecanlı anlatacaksın, "şuradaki taburede içmiştim ilk defa bira" diye. şu uzun boylu adam var ya, yıllarımız geçti beraber diyeceksin, can dostumdur o benim diye. o da uzaktan "cheers" edecek sana, güzel bir tebessüm ve baş işaretiyle.
*
işin değişecek, evin değişecek, belki eşin bile değişecek. sen de değişeceksin bazı zevklerin haricinde. ama pub'ın değişmeyecek. oraya her gittiğinde "işte burası benim" hissi dik tutacak omuzlarını. kartı evde mi unuttum, lan cebimdeki para yeter mi acaba, hiç de sevmem tanımadığım bilmediğim yerleri gibi replikler hiç olmayacak hayatında. sıkı bir aidiyet duygusu olacak, yeterli olacak.
*
günün birinde etrafında senin gibi gençler göreceğin bir mahalle pub'ı olacak abi. otuz kırk sene öncesine gideceksin, babanın sana ilk içirdiği birayı göreceksin onlarda. belki baban bile olmayacak artık ama, sen devralmış olacaksın. kral arthur'daki "elde kılıç savaş alanında ölmek bizde bir aile geleneğidir" repliği, "haftada bir bu pubda kadeh kaldırmak aile geleneğidir" olacak sende.
*
belki sen de bir gün çocuğunu götüreceksin Pub'a içki içmek için. hiç farketmez cinsiyeti. benden öğrensin bunu içmeyi diyeceksin. gençliğe girdiğinde oturduğu hiçbir masada öyle düdük gibi kalmayacak, her şeyi içmesini bilecek. belki de hiç öyle bir durumun olmayacak, 20nde nasılsan 60ında da aynı şekilde yalnız gideceksin, soran, merak eden olmayacak. ama o Pub olacak abi, olacak.
*
olacak abi, illaki olacak. bir mahalle Pub'ın olacak. artık sen olmadığında, duvarında senin gençliğinden, yaşlılığından, gülümseyen, kadeh kaldıran soluk resimleri olan bir mahalle Pub'ın olacak anasını satiim. Sen olacaksın Pub, Pub sen olacak.
*
Ait olduğun bir yer olacak.

Monodiyalog

abbio yazdı:
...Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı'nın kullandığı bir arazinin Hazine'ye devredilmesi üzerine Rum vakfı tarafından açılan davada AİHM Türkiye'ye tazminat cezası verdi... Ne İngiliz yokuşları, Ne Marmaris dokunuşları...En temizi Bozcaada uçuşları..
(91 kendine gel-aslını unutma)
91 yazdı:
ben de aşık olup, rüzgargülünde şarap içmezsem adam değilim. sen de değilsin.
yerimiz yolumuz belli eyvallah da, kafama sıkmadan daha yaşamak istediğim birkaç güzel anı var.
abbio yazdı:
nisan'ın ikinci haftasını unutma.
ve sakın unutma..yeşil düşlerini, mavi öpüşlerini..
arif babayı da al yanına..
91 yazdı:
varsa bi de altıpatlar al yanına hacı abim.
olur kafama sıkasım gelir, ayazda bırakma beni.
abbio yazdı:
neler neler alıcam yanıma...
91 yazdı:
bu sefer harbiden ölcekmiyiz sen onu söyle? :)
abbio yazdı:
ölmekten beter olacaz ölmekten :D
91 yazdı:
boşa dememişler şiirde, "biliyorsun ki bazan, ölüm de yakışır bize" diye.
abbio yazdı:
çoktan yakıştı hacıabi. önce dirilip daha sonra gebereceğiz..
tabuta voleye kalk, zamanıdır.
91 yazdı:
bundan yazı yapsam bloga, nasıl olur acaba?
abbio yazdı:
yapmazsan adam değilsin :D
*
*
*
Sanırım yine yaptık. Vallahi. Bu sefer bir hafta sürecek. Yani ölmez sağ kalırsak. Ahali kafamızı kırmazsa. Kalp kriziden ölmezsek. Hiç bir ördek türevi istemiyorum kendi adıma. Sakın. Aman diyeyim. Bu sefer de bulurlarsa zaten bizi, ben kendi adıma kaçmayı düşünüyorum. Ama bu sefer yanıma bir şort mayo almayı unutmayacağım. Birkaç da gülümseme götürebilirim aslında, nasıl olsa hiç kimseye gözükmez orada.
*
Üzülerek söylüyorum ey güzel ada, G E L İ Y O R U Z !

Karmakarışık

davranış şekilleri mi desem yoksa başka bir şey mi bilemedim adını ama, erkek milletinde arkadaşlarını camia içinde ibiş etmek için dayanılmaz bir istek var. ciddi konularda fena bir şekilde birbirinin arkasını kollamak, entrika çevirmek olmasa da, mevzubahis makara ise her yol mübah. kıbrısta bir arkadaşım vardı, o geldi aklıma sabah yolda yürürken. nicedir haber alamadım, iyi olduğunu ummaktan başka bir şansım yok malesef. bir sabah uyandık, beraber kalıyorduk onun evinde, benim eve gitmeye hep üşeniyorduk nedense, araba da yoktu. ne alakaysa bir filmden takışmış herhalde birbirimize sürekli "ağam" diye hitap ediyorduk. ağam açım, ağam markete gidelim alışverişe falan filan konulu geyikler döndü. markete girdik, öğrenciyiz tabi, şimdiki gibi cebimizde limiti arşa dayanan kartlar yahut harcayabileceğimizden daha çok para yok, bütçe fena kısıtlı, sürekli göz temasındayız ben şunu aldım ben bunu aldım gibilerinden ki mantara basmayalım diye. gol apayrı bir köşeden geldi, sabah beri telefonla sevgilisiyle konuşan "ağam"ın dili sürçtü, bana seslendi; "aşkım, kola alsana oradan 3-5 şişe". marketteki arkadaş şokta tabi, ben de germeden "alyim ağşkığm sen iste yeter zahmet olmasın sana ben taşıramm" gibi, öz be öz bir sarışın türkçesiyle cevap verdim. marketteki arkadaş dumurötesi, arkadaş hafif kızarmakla morarmak arasındayken tutamadım kendimi "öhihihiheheaha" diye yere düşmekten :) başka bir gün, okulun en cicili bicili kafesinden geçmek zorundayım bölümüme gitmek için, doğu akdenize yolu düşen varsa bilir, iletişimin kantini, kısa adını unuttum şu anda :) benim ne işim olur öyle kafede, orası güzel güzel giyinip etrafa hoş tebessümler atan güzel bayanlar ve yakışıklı bayların yeri. ben bildiğin takoz kontenjanında olunca, yollarımız kesişmedi. ne acı lan :) aralık yahut ocak olması lazım, benim gibi kutup hayvanını kıbrısa yollarlarsa olacaklar anca böyle tezahür eder, ben sandalet/şort/sweat şeklinde okuldayım, millet uzaylı görmüş gibi bakıyor. o kısa yolu kullanıp kafedekilerin tiksinen bakışları arasında bölüme koşarken, "ağam" gözüme ilişti. aslan gibi çocuk tabi, giyimine her zaman dikkat eder, yakışıklıdır, on numara adamdır. tek boktan tarafı benim gibi bir arkadaşı olması işte :) görünce aklımda şimşekler çaktı şimdi sıçtım ağzına diye. beni görüp "aa n'aber ağbi" tepkisi vermeden bütün insanların arasında ayaklarına atladım, tuttum bir paçasından "ağbi nolur vurma ağbi, vallahi yatmadı param yoksa ben hemen vermek istiyorum borcumu, n'olur dövme ağbiiii" diye bağırmaya başladım, tiyatrom da fena değildir hani, gözlerden birkaç damla yaşla destekli fena mizansen oldu. arkadaş şokta tabi, en cafcaflı kafede rezil olmak herkesin çok isteyeceği birşey değil. kulağıma sessizce söyledi, "ağzıma sıçtın lan hayvan herif tamam yeter" diye :) çok severdik ama birbirimizi, onun da attığı kapaklar vardır böyle, hep birbirimizi rezil eder, hep gülerdik. en son görüşme anında ağlıyorduk sadece, allahın siktirettiği ercan havaalanında. 9 sene olmuş. bir defa tesadüfen bahariyede karşılaştık. ailevi durumlardan dolayı yurtdışında yaşayacaktı bir süre. sevgilisi olacak hanım kızımız artık eşi olmuş, beni bulamadıklarından dolayı çağırmamışlar düğünlerine. yalan tabi, korktu pezevenk bu iti çağırırsam acaba kimbilir neler yapar diye :) yapmazdım valla. ben normal zamanları bok ederim gırgırına da, özel günleri etmem. edersem de canım sağolsun zaten, buna her şekilde değerim :)
*
kötü kalktım bu sabah, anlamlandıramadım daha ama hala suratım çok asık. bakma sen kullandığım binbeşyüz tane smiley'ye. akşam geç de yatmadım aslında, 0115 civarıydı. aklımdan izlediğim eski filmler geçti. ne alakaysa the rock'ta sean connery ile nicolas cage arasındaki bir replikte takıldım. tam hatırlamasam da replik başarılı bir replikti. alcatraz'a giriş esnasında cage, connery'e elinden gelenin en iyisini yapacağını söyler. connery de cage'e dönüp, "sadece başarısızlar elinden gelenin en iyisini yapar, gerçek adamlar okulun en güzel kızını alır" gibisinden bir cümle söyler. bunun üstüne cage aklından sevgilisini (yoksa eşi miydi?) geçirip "o okulun en güzel kızıydı" der. vardır illaki hatırlayanınız. güzel sahneydi vesselam. ama hüzünlü geldi bana. sabah da uyandığımda birkaç sayfa kitap okuyayım dedim. daha evvel en az on defa okuduğum kitaplardan birine el atıp, rastgele bir sayfa açtım. montolio debrouchee, drizzt do'urden'a hayat dersi vermektedir. "basit insanlar, basit şeyleri başarabilir. yakalayamayacağını bilsen de zıplayıp yıldızları tutmaya çalışmak basit şeyleri başarmaktan çok daha özeldir" der. altıbuçuk saat içinde iki defa böyle iki replik ne alaka ki havamı düşürdü sanırım. kendim arandım ama. tanrı şahidimdir ki hiçbir zaman ortalama şeyleri istemedim, istediğim şeyler için de hep ortalamanın çok üstünde şeyler yaptım. olup olmaması çok umrumda değil, ben en iyi atışımı yaptım hepsine. gerçekleşenler de oldu, gerçekleşmeyenler de oldu tabikide. hepsi şu anda olduğum adam olmama yardımcıydı. şu anda olduğum adam nasıl bir adam, değerlendiremiyorum ama, dünyaya bir teşekkür borcum var, biliyorum. ederim bir ara. unutmazsam.
*
hayat işte. aslında şöyle bir durum ki, tanrının çalışma metodlarını yargılamak bana düşmese de, çok hoşnut değilim. çok inançlı bir insan olmamanın kötü tarafı bu sanki. çakacağın sınavın en başında kağıdı verip, sınav süresini daha bir zibidi şeylerle geçirmek isteği. ama hakikaten, intiharın bir çözüm olduğunu düşünmedim hiç, en azından son 10-11 senede, düşünsem uygulayacak cesaretim var artık. hoş kolay yolu da var, bas pentotali damara, kendiliğinden öl. tıp ilmine teşekkür ederim beni bu çözüm yoluyla tanıştırdıkları için, kendi başıma pentotalle tanışmam birkaç ömür sürerdi sanırım :) sonrası teoloji. neden cehennem yangın yeri? her tarafta lavlar bilmemneler filan? neden böyle düşünülüyor ki? benim sıcaktan böylesi nefret etmem acaba ölüp yanma çekincesi mi? eğer öyleyse neden "normal" davranışlar içersine girip, kurallara uygun oynamıyorum? aslında sebebi çok basit. istediğimde her ne kadar kötü bir adam olsam da, özümde iyi bir kişi var, ve ben iyiliğe inanıyorum. frp lügatında herhalde chaotic-good ile neutral-good arasında gidip gelirim. hala ağlayabiliyorum. kasıtlı olarak canını yaktığım herkes daha önceden kasıtlı olarak canımı yakmış kişiler, daha tokat atana diğer yanağını dönecek olgunlukta değilim. bilakis o tokat attığı kolunu koparıp götüne sokacak hayvanlıktayım. ve beklentiler, üzülmemek için beklentiyi minimumda tutup, gerçekleşmeyince "acımadı kii acımadı kii" havasında yaklaşmak bile kurtarmıyor bazen, çünkü beklentinin ne kadar yüksek olduğunu, ne kadar fazlasını istediğini farkediyor insan. biraz mutluluk, biraz huzur. yok ananın amı. bunlar mı düşük beklenti? hayatta en zor şeyleri istiyorum, ve bunu biliyorum. onlar okulun en güzel kızı. ve kahretsin ki, okulun en güzel kızları hep hayatımda oldu. biri hariç. mutluluğun yahut huzurun da ikincisi olmasına izin vereceğimi sanan var ise, beni tanımıyor derim.
*
merhaba, utku ben. bu da benim hastalıklı iç dünyam. her dakika çalışan ve gerekli gereksiz her şeyi düşünen bir beyne sahip olmak ne kadar boktan bir şey bilir misiniz? neden genel itibariyle sorduğunuz her soruya anında bir cevabım var sanıyordunuz? aylar öncesinden ben o soruyu kendime sormuş olabilir miyim acaba? bir içki almaz mısınız? alamaz mısınız? haha tabi alamazsınız, çünkü kalmadı. hepsini içtim. evde şebnem abladan aldığım son şişe şarap haricinde hiçbirşey yok. o şarabı da paylaşamam, kusuruma bakmayın. başka bir mağlubiyetin şarabı o. onu içtiğimde "yine beceremedim" demek zorundayım sanki :)
*
benle vakit kaybetmeyin siz, dışarıda süratle akıp giden kocaman bir zaman var. onu yakalayın, ve hayata bir şans verin.
*
91 out.

Haftasonu

Çok değişik bir hafta sonuydu sayın okuyan kişi. Kendimi gençliğin ilk günlerindeki gibi hisettim. Hakikaten bazı durumlarda bir gazla yapılabiliyormuş bazı şeyler, eğlenilebiliyormuş da. Şık oldu vesselam.
*
Cuma çok yorucuydu, geberik bir vaziyette eve geldim. Kafamda olmaması gereken birkaç sorun ile birlikte. İşyerinden bitik gelmey hiç sevmiyorum eve, hele ki işyerine bir gün evvelden çok içtim diye akşamdan kalma gittiysem, çekilmez oluyor. Hoş akşamdan kalma da değildim ama, yorgunluk paçalarımdan akıyordu. Gece 20.40 sularında başladı. Şarabı şişeden içmeye alışıktım, fakat viskiye aynı muamelenin yapılmasını aşırı uçlarda buldum. Ondandır ki zorlamadım zaten :) Uzun zamandır yapmadığım şekilde bir arkadaşla karşılıklı içtim, facebook chati zorluğunda. Askerden bir arkadaş kaçak bağlanmış, makinada msn yokmuş, emesenleşemedik :P saat 12 sularına kadar geyikledik kendisiyle, bir varmış bir yokmuş tadında. Tabi o içemiyor ama olsun :)
*
Burada kısa bir duraklayayım, adam bana "abi geldiğimden beri geberiyorum kahve içmek için, ama içmedim, senle tekrar oturup içene kadar da içmiycem, kahve deyince sen geliyorsun aklıma" dedi. Ulan bir kötü oldum, daha da içtim adiyim. Biz farketmeden bu kadar bağlanmışız, bir de farketsek ne olacak. Gerçi ben de o yok diye aldığım "Hulk vs Thor" ve "Hulk vs Wolverine" dvdlerini izlemedim, onsuz hiç keyfi çıkmaz diye. Ayarımız bozulmuş vesselam.
*
Bir yandan da Mine'mle konuşuyoruz o arada, ben kısmen gevşetmişim kafamı, çok gülüp eğleniyoruz. O arada işyerindeki arkadaşlardan bir hatun kişi "ne bok yiyorsun ulan evde bir başına cuma akşamı" neye üzülüyorsun deyip üstümde baskı kurdu, oysaki sorunum filan da yoktu hani. Ben de o çıktıktan sonra facebookuna not bıraktım, işin uzun sürerse yarına işyerinde naliim seni taksimde içelim o zaman diye. Sonrası biraz rakıya dönerken iki yudum birşeyler yedim, ayıldım sandığım arada dağılmışım sanırım, bir iyiakşamlar bile diyemeden koptum gittim dünyadan.
*
Cumartesi sabah, 0800
Uyanıruyanmaz alkolü dayadım burnuma, ayılmayayım diye. Çok uzun zamandır yapmıyordum bu Weekend-Killer'ı :) süper vakit geçirtir adama. Hoş sabahın köründe alınan alkolün insanı depresif yapması gibi bir etkisi var teorim bu sefer çürüdü, çünkü içtikçe keyfim yerine geldi, tek başıam şen kahkahalar atmaya başladım evde, üstüme iyilik sağlık :P Bir yandan da kah oyun oynuyorum, kah milletle geyik yapıyorum. Telefonun şarjı bitmiş akşamdan, ben de onu şarja takmışım. fakat şarja takarken kapandığı gibi bir şeyi hatırlamadığım için, ulan diyorum kimse aramıyor seni sen ne boktan adamsın :( Telefonumun çok çalacağı tutmuş o gün günlük, belki kıçıma kaçan yannızlık hissiyatını bile alırdı arayan numaralar. Bir tane de tanımadığım bir numara var, acaba kim diye düşünmüyorum değil. Tabii ben bunu saat 18.00de anladığım ve kısmen de çakırkeyif olduğu için "ammmaaaan, koy götüne" şeklinde geçiştirdim. İstediğimde çok güzel vurdumduymaz taklidi yapabiliyorum :) Derken telefonu açar açmaz işyerindeki arkadaş aradı, çıkıyormuyuz akşam sabahtan beri seni arıyorum" diye. Kıza da ayıp etmişiz doğal olarak. Bi 5 dakika müsade isteyip kendime bakayım dedim. Aynada bildiğin kutupayısı. Sadece gözler kanlı, yüz hafif kırmızı. Bir duşla açılmayacak bir kafam yok kararını verdikten sonra geri aradım, tamamdır çıkalım diye. Bir yandan da daha öncesinden alkol alıp da birileriyle, özellikle bir bayanla buluşmayı çok yannış buluyorum, bir yandan da boğuldum evde, geberdim gebericem. Duş alıp 4 bira daha içtim, öyle çıktım anca evden. Ben taksim barlarını terekdeli çok olmuş, saat 22'de buluşalım deyince tutamadım kendimi.
*
Taksim 2200
Sorunsuz bir şekilde zamanında yetiştikten sonra yer sorunu başgösterdi, klasik olduğu üzre. Ben rakı içilecek yerlerin haricinde her yerde deplasmandayım nasıl olacak derken, güzide bir barımıza doğru yönlendik, adını duymuştum daha önceden ama gidişimiz olmamıştı. O geceye kısmetmiş. Hoş tesadüfi bir şekilde La Loba 'da oradaymış an itibariyle. Karşılaşmadık fakat lokasyona bakınca aramızda sadece bir masa varmış, ilginç tesadüf. Hoş tanışmayan insanlar doğal olarak karşılaşamaz ama o da ayrı bir şey. Olay mahalline girdikten yarım saat sonra işyerinden bir hanım kızımız daha gelince, 2 bayan ve 1 bayık olarak 80ler partisinde arz-ı endam ettik, bira su oldu aktı, tekila desen allahtan sadece 2 shot attım, yoksa sabah 8den beri içiyor olmanın neticesinde ambulansla çıkardım oradan. Ama ne eğlendim, yok böyle bir deşarj. Yüksek sesle müzik çalmasını özlemişim resmen. Hoş "Go West" çalarken melodiyi duyunca "Saldır Galatasaray" olarak söylemem, bir de bunun üstüne gözlerden şakır şakır yaş akması biraz abes oldu, ama kızlar durumumu bildiklerinden dolayı sorun olmadı :) Sevgilimi özledim ne yapayım :) Yaklaşık 0045te mekan terkedildi, çünkü bir hanım kızımız sigara dumanından gözlerini kaybetme aşamasındaydı.
*
0050 Galatasaray
Bambaşka bir Bar/Cafe'ye yönelindi, kapıda devasa kuyruk. İlk defa bir ablanın forsuyla paldır küldür içeri girdik. E benim arkadaşlarım da ben gibi olduğundan, gittiğimiz yerde tanınmamızdan doğal bir şey yok :) Ortam çok kalabalık, insanlar dötdöte, benim gibi party animal havasını yakalamadan utangacın şahı olan adam kımıldayamaz bile orada yahu. Ki öyle de oldu, sğolsun kızlar ite-çeke bara kadar götürdüler de, elime bira tutuşturduklarında rahata erdim, tabi hala AliSamiYen Kapalısında gibiyiz, kımıldanamıyor istense bile. Baktım hanımlar güvende, müsade istedim. Gitme filan deseler de kafaya koyunca engellenmesi zor insanız vesselam, vestiyerdeki 30 saniyelik sorundan sonra "hey özgürlük".
*
0130 İmam Adnan
Meydandaki bira içip eve hoş dönme hayalleri yerini "Lan şuraya bir gideyim ben Andaç'ı görürüm belki" gerçeklerine bırakmış, rockmeyhaneden içeri dalınıp bira söylenmişti bile, kendimi durduramıyorum demeden önce. Andaç beni görünce, shot bardakları hazırlanmış, atışa geçmiş bile, "lan dur ben0800'de başladım" bile diyemeden ikinci biralar söylenmişti bile. Geri kalanı karmaşa, birçok bira, hoşsohbetmuhabbet, yorgunluğun dışavurumu, oof of, genciz müdürüm, hala bu saatte bu performansla biralarının ardından, bir Fred Çakmaktaş edasıyla "Honey, am hooooooome!" diye bağıramayacak olsam da ev yollarına düşülmüş. Keyif paçalardan akmakta.
*
0335 Bağlarbaşı
Hayvanherif, ne ara karar verdim de 4 bira 2 redbull ve bir sigara tutuşturdum elime, allah cezamı vermeye :) "Ev yolu bitmez, hasret dinmez, isteyene gider hiçfarketmez" melodileriyle, çocuklar gibi şendim. Eve girdim, sadece birini içebildim ama biraların. Bozmayalım kendimizi, eve kadar edebimizle adabımızla geldik şunun şurasında düşüncesi nereden girdiyse aklıma, hep orada kalsın, lütfen :)
*
Pazar.
Son geçen pazarlara baktıktan sonra, ben gibi bir pazar oldu. Hiç konuşmadım 2 telefon haricinde, askerlerden tekmil aldım, kafam rahata erdi. Zaten başka merak edenimiz olmadığı için, haber verme ihtiyacı da hisedilmedi. Yemek yenmedi, bir litre süt haricinde kendimize iyi bakılmadı, hoş "kendine iyi bak" diyen de yoktu hani. Biraz buruldu ama içim. Neden bilemedim, standart bir gündü oysaki. Film izledim, bekarlığa veda partisi temalı, herif aldatmadı sevgilisini, takdir ettim. Sevgili benden uzakta kazandı maçını, ben de bağırdım istanbullardan "Haykırsam duyar mı sesimi?" kaygısı taşımadan, duyacağını bilerek. Sonra bir film daha izlenmiş, "pili tam bitirelim ki sabaha tam dolsun" diye. Sonrası uyu gitsin. Zaten uyumasan ne olacak, şehre etkin ne ola ki? Şİmdilik ölene kadar hayattasın, gidişini ise kimse farketmeyecek bile. Olan bu, ötesi değil.
*
Şerefe :)
*
91