Eylül 2010

Sen hiç gitmedin Commandante, hep buradaydın ki..

Nirvana



Ben bu tarz yazılar yazmaktan bıktım aslında ama, kendimi bir başka açıdan sorumlu hissediyorum. Galatasaray'ın son on yılında yaşadıklarını, gizli kalanları ve unutulanları hatırlatmak istiyorum bu yazıda.

Yazı neden gecikti derseniz, elim bir türlü klavyeye gitmedi, kafayı toparlayamadım...
Dün televizyonda bile kafayı toparlayıp akıcı konuşamadım.

Şimdi yazalım o zaman uzun uzun.

2000-2001

Herşey bu sezon başında Mario Jardel'in transfer edilişiyle başlıyor. Hem müthiş bir bonservis bedeliyle transfer edilmesi, hem maaşının bizim yerli oyunculardan çok olması, hem de oyun stilinin Hakan Şükür'den çok farklı olması, yardımsız bir oyuncu olması, orta sahamızdaki bücürleri çok kızdırdı.

Aslında öncesinde Hagi, Popescu, Taffarel gibi oyuncuların da maaşları yüksekti ama, üçünde de üstün bir karizma vardı. Üçünün de yaşı ağabeylik pozisyonunda olduğu için yerli oyuncuların saygısını kazanmışlardı; eh zaten performanslarına söylenecek laf da yok! Ama bir fark var... Jardel'de olmayıp bu üçlüde olan şey karizmatik kişilikti.

Hagi 2001'deki Galatasaray - Real Madrid maçının devre arasında oyuna girerken, Hasan Şaş'ı görür. Hasan Şaş uyuşuk uyuşuk kramponlarını bağlamaktadır. Hagi sinirlenir ve yerdeki Hasan'a tekme atar. Sinirle, hışımla. Hasan neye uğradığını şaşırır ve ikinci devre başlar. Hatırlayın; sonra o Hasan, o Real Madrid savunmasını neye uğradığına şaşırtır. Yani Hagi'nin böyle bir ağırlığı vardı ve pek tabi kendisinin maaşı sorgulanmazdı.

Yerli bücürlerin Jardel'e antipatisi, Hakan Şükür'den çok farklı olarak durarak oynamasından da kaynaklanır. Ama en haklı oldukları nokta şudur. UEFA kupasını kazanan adamlar hala maaşlarının birçoğunu alamazken Jardel müthiş paralara gelmiştir Galatasaray'a. Evet! Bu benim de yadırgadığım bir olgu ama...

Jardel'in transferinden yaklaşık 1-2 ay sonra Galatasaray Süper Kupa maçına çıkacaktı ve bir Hakan Şükür'ü yoktu takımın. Biliyorsunuz Hakan Şükür ve Fatih Terim UEFA kupasının hemen ardından İtalya'ya gitmişlerdi.
Ehh Süper Kupa finaline santraforsuz çıkılması can sıkıcı olabilirdi ve bu yüzden Jardel transferi yönetim açısından zorunluydu. Yani yönetimi bu açıdan anlayabiliriz ki o Jardel'in iki golüyle aldık biz o Süper Kupayı.

Neyse. 2000-2001, Galatasaray'ın müthiş bir kadroya sahip olduğu sezondur ve fakat şampiyon olamaz. Çünkü ilk defa kadro içinde ikilik, yeniçerilik ortaya çıkmıştır.
Dahası Hagi ve Popescu ve Taffarel bu olayların dışında kalmaya başlamışlardır.
Dahası Türkiye'de Galatasaraylılardan başka hiç kimse Galatasaray'ın şampiyon olmasını istememeye başlamıştır. Hagi sürekli kırmızı kartlar görür, uzun süreli cezalar alır. Jardel tek başına kalır, ortasahadaki bücürler dalgalı performanslar gösterir. O sezon Fenerbahçe çok kaliteli bir kadro kurmuştur. Vs vs vs. …

Ve sonunda Fenerbahçe şampiyon olur. Hagi bırakır ama bırakırken jübilesini Türkiye'de yapmaz! Ve biraz buruk ayrılır. Hagi ile birlikte Popescu ve Taffarel de çok geçmeden kulüpten ayrılırlar. Okan, Emre gibi bücürler nazire yaparcasına tek kuruş para kazandırmadan Galatasaray'a, İtalya'ya giderler. Jardel de komik paralara gönderilir.

Zira o zamanlar Galatasaray'ın para sıkıntısı yoktur!
Hagi'nin jübilesine değinelim. En üstte bir fotoğraf var. O fotograf UEFA kupası finali 90. dakikasından. Frikik oluyor ve Hagi savunma elemanlarına ceza alanına geçin derken Hakan Şükür topa geliyor ve Hagi'ye sormadan şutu çekiyor.

Sonra Hagi'nin Hakan'a dönüşü ve bakışı bu yukarıdaki fotoğrafta var.

Yıllar sonra Hakan Şükür'ün bizzat kendisi, bir tv programında bu pozisyonun Hagi'yi çok sinirlendirdiğini ve belki Adams'ı yumruklamasının nedeninin buradan geldiğini söylüyor...

Hagi Romanya'da jübilesini yapar binlerce insan ellerinde meşalelerle gelmiştir o jübileye. Ben hayatımda öyle jübile görmedim. Binlerce insan ağlıyor. Jübile maçında bir sürü yıldız, dönemin starları forma giyiyor, taraftarlar kimseyi umursamıyor Hagi'den başka.
Binlerce insanın ağlaması ne demek! Aklınız alıyor mu? Böyle bir uğurlamayı yaşarken gören insan cennete gidip gelir yahu! Bu ne demek!

O zaman anlıyorum Hagi'nin jübilesini neden Romanya'da yaptığını. Burada yapsa 2 gün sonra Bülent Korkmaz, Hakan Şükür ya da bücürler gelip kendisine... “Hagi biz jübilede oynadık ama bize maç parası vermedin” diyebilirlerdi bile... Şaka olsun diye, ironi olsun diye demiyorum bunu... İşin felsefesini anlayın diye diyorum.

Hagi asla ama asla yedek kalacak oyuncu değildi. Türkiye'de son maçında Trabzonspor'a 2 gol atan adamdı. Son maçında bile sahadaki herkesten daha gençti o!
Hiçbiri tabi ki Hagi'yi anlayamadı. Bülent Korkmaz jübilesini Gençlerbirliği'nde Galatasaray'a kol geçirerek yaptı; ona Galatasaray'da jübile teklif eden bizzat Hagi idi! Hakan Şükür jübile yapmadı. Kimse, hiçbiri Hagi'yi anlamadı. Değiniriz ilerde tekrar.

2001-2002

Lucescu ligin dinamiklerini de anlamış, kavramış bir hoca olarak, Galatasaray'ın transfer bütçesini de kullanarak kafasına göre transferler yaptı ve sıfırdan yeni bir Galatasaray kurdu. Mondragon'lar, Perez'ler, Flerquin'ler... Kaliteli transferler yaptı Lucescu ve Galatasaray şampiyon oldu bu kadro ile. O günün 10 numarası yıldız oyuncusu Sergen Yalçın'dı ve kalan diğer yerliler ile bu yeni gelen işçi yabancılar arasında bir sorun olmamıştı.

2002-2003

Ve fakat Terim'in gelişiyle Perez, Flerquin gibi değerli oyuncular gitti; hatta Mondi de gidiyordu da o bari elde kaldı. Terim büyük bir ego ile 0'dan takım kuracağını düşünüp bu değerli Lucescu işçilerine sırt çevirdi. O zamanlar para var tabi, gönder yenisini al... Bülent Akın'lar, Serkan Aykut'lar tuhaf paralar saçılıyordu o zamanlar.

Terim Jardel konusunda yapılan hataya düştü ve Felipe'yi getirdi. Jardel de, Felipe de aynı karakterde, suskun, içine kapanık, yumuşak insanlar. Hagi'nin, Pope'nin, Tafo'nun farkı karizmasıydı demiştim ya.

Felipe'nin yenmesi zor olmadı. 6-0'lık Fenerbahçe faciası bu dönemde yaşandı. Bir sürü oyuncu geldi gitti ama Galatasaray lige tutundu. Ligi ikinci bitirdi bu sezon.

2003-2004

Terim'in 2. dönemi. 2. sezon başında 3. kez kadro kuruyordu harcanan paraları siz düşünün. Onun döneminde rahat 40-50 oyuncu geldi 40-50 oyuncu gitti. Bu arada Emre - Okan'ın ardından Lucescu dönemi boyunca Avrupa'ya gidenler Terim'le birlikte bir bir yuvaya dönmeye başladılar. Jip kavgalısı olan Terim'le - Hakan Şükür de bu dönemde tekrar buluştu. Aslında bu adamlar arasında kavganın tartışmanın tamamen çıkar ilişkilerine bağlı olduğunu ilk olarak burada anlıyoruz. Neyse; ekip toplanmıştı, yaşlanmıştı, Hagi'ler yoktu. Bazı oyuncular kendilerinde müthiş bir misyon görüyorlardı ve diğer oyunculara selam bile vermiyorlardı. Başta buna göz yuman Terim sonra bunun kendisini olumsuz etkilediğini gördü. Gitmek zorunda kalmadan önce…
Hakan Ünsal, Bülent Korkmaz, Arif Erdem'i kadro dışı bıraktı. Bu karardan önce konuşulanlar şöyleydi. O dönem A takıma çıkan genç oyunculara (bunların başında Sabri de var) bu adamlar selam bile vermiyorlardı, yemek masalarını bile ayırıyorlardı Florya'da. Bu benim kulağıma da gelmişti tuhaf bir şekilde. Sabri bizzat bu durumdan şikâyetçi olduğunu bir tanıdığına anlatmış bu tanıdığı da benim de maç izlediğim bir cafede ön masada arkadaşlarıyla konuşuyordu. Doğru-gerçek bilmiyorum ama yemek masalarını bile ayırıyorlarmış diyordu.

Buraya kadar bu muhabbetlerin bir ehemmiyeti yok. Fakat Terim bu üç oyuncuyu kadro dışı bıraktığında herkesi şaşırtan bir emir daha koymuştu; bu adamlara Florya'da yemek yemeyi bile yasaklamıştı!

Bu sezonun sonuna doğru Hagi geldi Teknik Direktör olarak. Bülent, Hakan Ünsal ve Arif'i affetti. Kadroda inanılmaz bir genişlik vardı. Lig bitene kadar bütün oyuncuları denedi 33. hafta Trabzonspor deplasmanına gidiyordu Galatasaray ve Trabzonspor ile Fenerbahçe kapışıyordu şampiyonluk için.

Hagi'nin Galatasaray'ı o Trabzonspor'u deplasmanda 2-4 yenmişti. Ben o maçı bir Laz kahvehanesinde tek Galatasaraylı olarak izlemiştim. O gün bütün cafeler, barlar, kahvehaneler aynı saatte başlayan Fenerbahçe - Denizlispor maçını veriyordu. Ben ancak bu kahvehanede izleme fırsatı bulmuştum Galatasaray'ı.

Ve o gün takımımla inanılmaz gurur duymuştum. Fenerbahçe'yi şampiyon ilan etmiştik ama gururumuz, büyüklüğümüz hala yerindeydi ve ben bunu görmüştüm o gece.

2004-2005

Sözde Galatasaray'ın 100. yılıydı. Neden sözde... Çünkü Galatasaray'ın doğumu Ekim ayına denk gelir. 2005 Ekim'inde yani Galatasaray'ın 100. yılını kutladığında sezon 2005-2006 sezonuydu. Yani bir sene sonrası olmalıydı. Biz 2005-2006'da şampiyon olmuştuk, yani gerçekte üç büyük takım da 100. yılda şampiyon olmuştu ama biz saçma bir politika güttük.
Galatasaray 2004-2005 sezonuna geldiğinde artık tüm kazandıklarını 4 senede harcamıştı, para kalmamıştı. Çok vasat futbolcularla vasat bir takım kurmak zorunda kaldı Hagi.

Arif, Bülent ve Hakan Ünsal'ı affetti dedim ama bu oyuncuların hiç birini kullanmayacaktı. Kafasında onlarla ayrılmak ama iyilikle Galatasaray'a zarar vermeden ayrılmak planı vardı. Hatta zamanla Hakan Şükür'den falan da ayrılıp o gurubu temizleyecekti.
O Arsenal maçında 90. dakikada gördüğünü ve bir sonraki sene Jardel olaylarında gördüğünü çok iyi yorumlayabilmişti. Terim'in nasıl gittiğini de biliyordu.
Bu adamları bir seferde kapı dışarı edemezdi, bunca hasımla baş edemezdi. Onlarla güzelce vedalaşmak istedi.

Hakan Ünsal'ı kandırdı. Hakan Rizespor'a falan gitti, hala futbol oynayacağını zannetti batırdı, rezil oldu. Arif'i de kandırdı, önce yedek bıraktı sonra Arif de sessiz sedasız futbolu bıraktı.
Bülent'e de bırak dediğinde ise ben 100. yılda oynayacağım cevabını aldı inatla.

O sene başı, hiç unutmam, Partizan'la hazırlık maçı yapmıştık. Partizan'ın yıldızı o dönem Nicola Zigiç. Boy 2.02. Bir pozisyonda Bülent Korkmaz'la bire bir kalmıştı ve 2.02 adam bile Bülent Korkmaz'ı geçip gitmişti. Düşünün Bülent’in ne kadar ağırlaştığını.
O yaz dönemi Hagi ısrarla stoper istedi. Song ve Tomas gibi iki çabuk, mücadeleci adam geldi.
Bülent Korkmaz'a yer kalmamıştı. 100. yılda 100 dakika bile forma giyemedi Korkmaz.

Çok vasat kadroyla sağbekte Cihan, solbekte Orhan'la, sol açıkta Ayhan'la vasat hücum elemanlarıyla sezon sonuna kadar şampiyonluk mücadelesi verdi Hagi.
Terim'in 6-0'lık mağlubiyetine de 5-1'lik Fenerbahçe galibiyetiyle kısmen merhem oldu.

Mehmet Topuz Kayserispor'da 2. ligteyken kendisini istemişti Hagi. 100 bin dolar yüzünden transfer etmediler. Hasan Kabze alındı sonra ve Ribery de...

İyi bir gözlem yeteneği vardı Hagi'nin, oyuncuların kalitelerini gören bir adamdı. Ribery'nin kaçacağını yönetime iletmişti ama yönetim bunu görmezden geldi.
Ribery gibi bir adam kaçtı nihayetinde.

O sezonun en can alıcı noktası şurada.

Gençlerbirliği maçı. Şampiyonluk maçlarından biri… Fenerbahçe Ankaragücü'ne puan kaybediyor. Galatasaray Fenerbahçe'nin ensesinde… Öne geçtiği maçta durum birden 1-2 oldu. Sonra doldur boşalta başladı Galatasaray ikinci yarı ve Hagi kafası atıp çok başka bir şey yaptı. Hakan Şükür'ü oyundan çıkarıp Cafercan'ı soktu sahaya.
Kafasındaki uzun vadeli planı sinirlerine hâkim olamayarak, herkese göstermek ister gibi gösterdi o gece.

Zira sene başında da Ümit Karan'ı göndermişti. İlk idmanlardan birinde Hagi herkese toplanın demişken Ümit Karan şut çekmeye devam ediyormuş kaleciye. Teknik Direktörlük otoritesini oyunculara sezon başından kaptırmak istemeyen Hagi de Ümit'i idmandan kovmuş ve Ankaraspor'a postalamıştı. O otoriteyi böyle keskin bir kararla elde etmişti lig başında. Ümit Karan çok değerli bir oyuncuydu ama, Hagi kimsenin gözünün yaşına bakmayacağını kanıtlamıştı.

İşte o gece...

2000'den UEFA kupası finalinden sonra... Sıra Hakan Şükür'deydi.

Geleceğim ama biraz daha anlatılması gerekenler var. O dönem Ergun Gürsoy yanlış hatırlamıyorsam futbol şubesinin başındaydı. Ya da 2. adamdı işte Özhan Canaydın'dan sonra. Ve Hagi bir Kayserispor deplasmanında telefonu çalındı sanıp taraftara hırsız falan demişti.

Basit bir olaydı. Hep derim, Hagi mal varlığıyla binlerce telefon alabilecek bir adamdır. Telefon umurunda olsa hiç önemsemezdi bile. O sadece sevdiği, gönül verdiği taraftarına kızmıştı. Siz sevdiğiniz bir insanın, sizin bir şeyinizi çaldığını düşünseniz, çalınan şeye mi kızarsınız, çaldı diye arkadaşınıza, sevdiğinize mi kızarsınız.
Hep derim o gün Hakan olsa çok daha kurnazdır ve demagoji yapıp telefon size feda olsun şeklinde yaklaşır. Ama Hagi bizden bir adam ve maalesef sinirlerini kontrol etmeyi hiç beceremedi.

Sonra Ergun Gürsoy ve tribün liderleri önderliğinde Hagi'yi karalama kampanyası başladı. O tribün iğrenç bir şekilde Hagi'ye hırsız dedi. Hagi'ye küfür bile etti.
Bu iğrençliklere eşlik etmeyenlere, “hiç kimse Galatasaray'dan büyük değildir, bağıracaksınız ulan” dediler. Onlar öyle cahil insanlardı...
Hz. Muhammet'in torunlarına kılıç çekenler uzun süre etraflarında durmuşlar ve fakat uzun süre hiç kimse Muhammet'in torununa kılıç vurmaya cesaret edememiş. Sonra bir kişi vurmuş ve herkes üstüne çullanmış.
Bu hikayeyi, Hagi'ye çok benzetirim ben.

O Gençlerbirliği maçında oyundan çıkan Hakan Şükür, soyunma odasına gitmedi, yedek kulubesine de gelmedi.
O maçta Hakan Şükür herkesin en iyi görebileceği yere, kameramanların en iyi çekeceği yere geçti. Gençlerbirliği kalesi arkasında üzgün gözlerle maçı seyretti ve evet. O üzgün bakışlar Hagi'yi gönderdi, Hakan Şükür'ü başa geçirdi.
İşte o maç oyundan çıkarken kaptanlık pazubandını atan Hakan Şükür

Bu arada Hagi ayrılıp, Hakan Şükür nasıl mı takımın başına geçti... İşte...

2005-2006

Gerets takımın başına getirildi, transfer bütçesi yine çok kısıtlıydı. Gerets'in tek yapabileceği eldekilere sığınmak, hatta onlara fazlasıyla serbestlik vermekti. Hagi'nin aksine oyuncularını özgür bıraktı, Ümit Karan geri döndü ve daha önce anlaşamadığı Hakan Şükür'le çok iyi anlaştığı görüldü o sene. Daha önce de dediğim gibi, bu adamların iyi kötü ilişkileri, hep çıkar ilişkilerine bağlı.

Hakan Şükür sazı eline aldı, aylarca maaşlar yatmadı, oyunculara neredeyse kulübün anahtarı teslim edildi ve takım çağ dışı futbola rağmen 83 puanla şampiyon oldu.
Neden çağ dışı? Tromsö'ye bile neden elendik?
Çünkü yaşlı Hakan Şükür eski çabukluğunda değildi ve oyun tarzımız şişir Hakan'a indirsin tarzıydı ve 2-3 sene öncesinin Sivasspor'undan pek de farklı değildi.
Fenerbahçe'nin 17 takıma karşı tekiz felsefesi ve bu felsefenin olumsuz etkileri zamanın Fenerbahçe'sini antipatik kılmış Galatasaray'ı da tüm Türkiye'de efsanevi şampiyonluğa yaklaştırmıştır.

Bu dönemlerde Ersun Yanal milli takımın başındadır ve Hakan Şükür milli takıma alınmıyordur. Bülent Korkmaz ile Hakan Şükür'ün arası milli takımda Bülent beni desteklemedi mevzusu yüzünden açıktır.

Yine bu sezon 100. yılı bekleyen Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'da oynamaya devam edemediği için, futbolu bıraktığı ve Gençlerbirliği'ne yardımcı hoca olarak gittiği sezondur.
O sezonun başlardında Ekim Kasım aylarında Galatasaray Gençlerbirliği ile oynamıştır ve Bülent Korkmaz takımı Galatasaray'a gol atınca böyle sevinmiştir

Bu hareketinden sonra kendisine bu sevincini soranlara şu yanıtı vermiştir.
“Gençlerbirliği maçında o sevincimi ben yaşamasaydım ekmek yediğim yere ihanet etmiş olurdum. Gol sevincimi elbette yaşayacağım. Ama benim öyle söylendiği gibi asla ne bir kol hareketim olmuştur taraftara ve tribüne karşı ne de başka bir saygısızlığım. Ben o sevinci yaşamazsam yanlış yapmış olurum.”

Böyle demiştir ve bunu olağan şekilde anlatmıştır. Ama ben Bülent Korkmaz'ın sonrasında Gençlerbirliği, Kayseri Erciyesspor, Galatasaray vs gibi takımlarda hiç bir zaman rakip kulübeye kolunu geçirerek sevindiğini görmedim.

Ve evet o günler Ekim, Kasım aylarıydı ben 18 yaşında bir Galatasaraylıydım, benim içim yediğimiz gol yüzünden kan ağlarken Bülent Korkmaz'ın geçirdiği kolu izliyordum.
Ekim - Kasım aylarıydı, 100. yılı görmek için direnen Bülent Korkmaz gerçek 100. yılda Galatasaray'a kol geçiriyordu.

2006-2007

Bu sezonda da bu yerliye, Hakan Şükür'e bağımlı takımla sonuna gidebileceğini sanmıştır. Okan Buruk gibi bir ismi geri almıştır. O Okan Buruk bir önceki sezon (3. ya da 4. müydü tam hatırlamıyorum) olan Beşitkaş'ın yedek oyuncusuydu ve bu Galatasaray'a ihanet eden adam, Galatasaray'a kadro zenginleştirmeye geliyordu sözüm ona! Hayır, Galatasaray yerli oyuncularının esiri haline gelmişti!

Bu dönemde Gerets sabote edilmiştir. Önce çok iyi anlaştığı Bülent Tulun görevden alınmış yerine Adnan Sezgin getirilmiştir. Carrusca, Inamoto ve Topal gelir. Gerets'in tek isteği ise Rennes'de harika bir sezon geçiren Kim Kallström'dür.

Parasızlıktan yapılan İnamoto gibi transferler, Gerets'in TD'lük gücünün tamamen yok olması, kilo alan yerli oyuncular, istikrarsız yerli oyuncular. Çağ dışı futbolla rezalet geçen bir şampiyonlar ligi dönemi... Ve lig sonu zor gelmişti.
Bu gidişata dur demek zorundaydı Galatasaray ve bence Adnan Polat şu ana kadar belki en doğru olan şeyi yapmıştı sezon sonu...

2007-2008

O yaz çadırı alıp tek başıma tatile çıkmıştım. Yavaş yavaş maddi durum düzeliyordu.
2000-2004 arası Lale Devri gibi geçmişti. 2004-2007 arası da açlık, kıtlık vs. ...
Hiç unutmam 2005-2006'da bir maçı izlemeye gidiyorum bir kahvehaneye. Kahvehane önünde kaldırımda oturan 8-10 yaşındaki çocuklar kendi aralarında tartışıyor. Fenerbahçeli olan Rıdvan Dilmen gibi Alex, Anelka, Tuncay falan diyor.

Galatasaraylı olan da şey demişti... Siz de onlar var ama şımarık, zengin piçi sizin çocuklar, bizimkiler tarhana içip maça çıkıyor.

Tarhana bildiğimiz, ucuz, fakir çorbasıdır.

Hani dedim ya 17 takıma karşı tek felsefesi kötü güdülmüştü diye.

İşte onu bu çocuklardan anlarsınız. O çocuk Galatasaraylı futbolcuları gerçekten karnı aç insanlar zannediyordu.

Neyse... Yaz dönemindeyim. Millet denize giriyor, ben elimde bira bir çay bahçesinde Galatasaray'ın hazırlık maçlarını izliyorum. Feldkamp gibi karizmatik bir adamın, nereden geldiğini kim olduğunu araştırıyorum.

Öğreniyorum ki 1992-1993 sezonunda Galatasaray'ı çalıştıran ve Bülent Korkmaz'ları, Hakan Şükür'leri Arif'leri, Hakan Ünsal'ları işte neyse... Hepsini çıkaran adam bu adam. Yani Galatasaray'ın efsane kadrosunun 1992-1993 sezonunda yaratıcısı bu adam!

Bu futbolcular, ipleri tamamen ellerine almış eski oyuncuları Feldkamp’ın, Hakan’lar vs… Onları futbolcu yapan adama da, ona karşı da üstünlük savaşı vermezler herhalde dedim. Halt etmişim.
Ama üstün bir adamdır Feldkamp ve misyonu reformdur.
Hem maddi yapıyı düzeltecek, maaş yapısını düzeltecek, hem de Galatasaray'a sıfırdan bir takım kuracaktı.

Mondragon'u çok fazla para alıyor diye, bir önceki sene hayli ağırlaştı diye gönderdi. Necati Ateş'i 90 kilo oldu diye gönderdi, Orhan Ak'ı, Cihan'ı gönderdi. Hasan Kabze'yi umursamaz yapısından dolayı gönderdi.

Onun da Hagi gibi uzun vadede Hakan Şükür'ü göndermek vardı kafasında.

Servet'i aldı 400 bin dolara, Hakan Balta'yı aldı, Uğur Uçar'ı çıkardı, Emre Güngör'ü aldı, Orkun'u aldı, Mehmet Topal'ı çıkardı, Barış'ı aldı, Serkan'ı aldı. Allah'ı var hepsinden de yararlandı, hepsinden de maksimum performans aldı. Çünkü oyuncu psikolojisinden müthiş anlayan, kurt bir adamdı. Kafasında Hakan'ı kovmak varken bile ondan takımın en çok gol atan oyuncusunu yaratmayı başardı.

Ve fakat... 2001'den beri ilk kez bir yıldız transfer yapmıştı Galatasaray; Lincoln.
Daha önce gelenler Felipe, Revivo, İliç vs. ... Gelen oyuncuların hiç biri isim olarak bizim yerlilerin önünde değildi ve taraftarlar hiç birini Lincoln gibi karşılamamıştı.

Malesef Lincoln de Jardel gibi bir adamdı. Keşke Hagi gibi bir karakteri olsaydı.
Oyuncuların “Hakan Şükürcüler” ve “Lincolncüler” arasında ayrışmaya başladığını gören Feldkamp yanılmıyorsam 5. haftada, hem de bir derbi öncesi, Beşiktaş derbisi öncesi Lincoln'ü de, Hakan Şükür'ü de kadro dışı bıraktı.

Basitti!

Hiç kimse takımdan önemli değildir demek istemişti Feldkamp ve kazanmıştı o maçı Galatasaray 2-1. Bu arada Arda Turan diye bir adam 2. sezonunu Feldkamp'la geçiriyor ve futboluna özellikle savunma anlamında çok önemli melekeler katıyordu.

İlk Adnan Polat başarısızlığı şöyle geldi.
Kutsal Galatasaray ittifakının Hagi sayesinde dışında kalan Hakan Ünsal diğer arkadaşlarının dışında medyayı seçti kendisine ve niyeti açıktı, öç alacaktı.

Arif, Bülent Korkmaz vs antrenörlük, teknik direktörlük peşinde koşarken sorun çıkarmıyorlardı Galatasaray'a. Ama Hakan Ünsal, o küçük ismiyle sorun olmaya başlamıştı. Zamanın çok izlenen spor programı 6 Pas’taydı ve Feldkamp'a bunak vs diyebilecek kadar midesizleşmişti.

İçerideki yeniçeriler Hakan Şükür etrafında toplanmaya başlayınca, Hakan Ünsal'ın da yazıları, söylemleri gelince, Galatasaray yönetimi de bu olaylara dur diyemeyince olan oldu.
Feldkamp kovuldu; tıpkı 2005-2006'da olduğu gibi takım Hakan Şükürlere bırakıldı.
Bu kısa vadede takımı olumlu, uzun vadede olumsuz etkileyecekti belliydi ve belki Adnan Polat bunu bilerek böyle yaptı. Kendi ismini, kendi koltuğunu düşündü yani.
Aziz Yıldırım yıllardır kulübünü basından korurken, her türlü yolla korurken hem de... Adnan Polat'ın bunu yapmadığını görüyoruz.

Uğur Uçar'ı, ‘genç kaptan’ bile nasıl şişirmişlerdi o zamanlar...

Onun öyle söylemleri vardır ki, nasıl kafasının yıkandığı görülür.
Alenen, ulu orta bir ortamda Lincoln'ü sevmediğini, takımdaki kimsenin de sevmediğini söylemiştir Uğur.
Ve bir gazeteye de söyle demiştir zamanında. 3 numaralı formanın Bülent Kaptandan sonra bir yabancıya gitmesine razı olamazdım onu bir Türk giymeliydi falan filan!

Ne alaka!

Şampiyon olundu o sezon, Hakan Şükür'ün sözleşmesi bitiyordu, Hakan bu konu hakkında konuşmuyordu. Muhabirin biri kızına sormuştu küçük kızına... Sence baban kalacak mı takımda diye. Küçük kız kalacak çünkü şampiyon oldular falan demişti. Çocuktan al haberi derler ya.

Beklenen olmadı. Şükür dışarıda kaldı ve Skibbe takımın başına getirildi.

2008-2009

Bir önceki sezon reform sezonuydu, sistem yerleştirmeye çalışmak olmazdı. Feldkamp'ın çağ dışı futbolunu yarım saatte 5'leyen sistem hocası, Feldkamp'ın da isteğiyle Teknik Direktör oldu.

Feldkamp da bir iki sene daha takımı sülüklerinden koruyacak ve Sportif Direktör olacaktı. Sportif Direktörlük için son derece biçilmiş kaftandı. 40 yaşında adamdan Sportif Direktör olmaz zira öyle aptalca iş mi olur...

Skibbe bir sistem hocasıydı ve dışarıda kalan Hakan Şükür de Hakan Ünsal'ın yanına geçti, futbola devam etmedi ya da antrenör olmak istemedi.

Medyadaki antiGalatasaray'ın eli çok büyümüştü.
Şimdi içerideki yerlileri Skibbe'ye karşı kışkırtmak kalmıştı.

Skibbe KLAB'ı yarattı. Kewell Lincoln Arda üçlüsü ve onların önündeki Baroş.
Bu üçlü üç 10 numara şeklinde yan yana oynayıp güzel futbolu yaratıyorlardı.
Duvar pasları, çapraz koşular, savunma arkası paslar, uzaktan şutlar, Arda'nın çalımları vs. ...
Önlerinde de Baroş onlara alan açabilecek, stoperleri bir oraya bir buraya çekebilecek hareketli oyuncuydu.

Bu sistemin kilit adamı Baros'tu. Santraforunuz o sistemde, o oyunun aksini oynarsa o çapraz koşuları, o savunma arkası koşuları yapamazsa arkasındaki 3'lü sıkışırdı.
Ve maalesef o sene 30 kişilik kalabalık bir kadro kurulsa da Baros'un yedeği Nonda, Ümit gibi değerli ama statik oynayan oyunculardı. Yani Baroa'a bağımlıydı takım.
Zira arkadaki Arda, Kewell Lincoln'ü yedekleyecek adamlar da yoktu. Ferdi Elmas'lar, Yaser Yıldız'lar başka tür adamlardı.

O sistemin yedeği Özer Hurmacı olabilirdi, Soner Aydoğdu falan olabilirdi hatta Emre Çolak olabilirdi ama o adamlar olamazdı.

Başkan yine hata yaparak arkasında durması gerekirken Skibbe'nin yardımcılarını gönderdi 5. haftada.

Devre arasına gelindi, Skibbe bu adamlara bu KLAB'a uygun yedekler istedi. Çünkü KLAB'dan biri eksilirse yerine girebilecek isimler onların sistemde yapabildiklerini yapabilen isimler değildi. Nonda, Ümit Karan, Hasan Şaş yine iyi oyunculardı ama sistemin oyuncuları değildi.

Sene başı da Sanctis, Meira, Kewell, Baros alındığı için bu Hakan'lar medyada iyi oyunlar oynadılar. En fazla transferin Skibbe döneminde yapıldığı, buna rağmen sonuçların alınamadığı propagandasını yaydılar ve devre arası transferi engellediler.

Hâlbuki sistem oturmuştu. Tek kalan bu sistemi yedeklemekti.
Devreye girmeden önce Galatasaray Hertha Berlin'i deplasmanda ezmişti, Beşiktaş'ı içerde ezmişti, Ankara'da üç deplasmanda net ve rahat galibiyetler almıştı.

Devre arası bu olaylar yaşanırken transferler gelmedi ve Skibbe bence orada istifa etmeliydi.

Etmedi.

2.devreye Lincoln cezalı, Kewell ve Baros sakat girdi, takım bitti.

Sivas deplasmanında, bence Ümit Karan kasten kırmızı gördü ve Galatasaray kaybetmeye başladı.

Bence Ümit Karan'a yeni yeniçeri ağalığı teklif edilmişti.

O maçları hatırlayın...

Skibbe kovulmadan 4-5 maç öncesine bakın. Sabri'nin kaç kez adamını kaçırdığına, Arda'nın isteksiz oyununa, Ümit Karan'ın hareketlerine bakın.

Bir de Skibbe kovulup Bülent Korkmaz geldikten sonra Sabri'nin ve Arda'nın takımın en çok koşan oyuncuları olduğuna bakın ilk 4-5 maç!

Kocaelispor maçına bakın Galatasaray'ın 2-5 kaybettiği ve Skibbe'nin kovulduğu. O maç Lincoln gol atınca sevinmeyen yerli oyunculara, Sabri'ye bakın.

Lincoln kapı dışarı edildi, Haldun Üstünel kendisini soyunma odasında tartakladı, Hamburg'a komik şekilde elendik, Meira gönderildi, Kewell stoper oynadı biliyorsunuz...

Bu dönemden sonra Hakan Şükür'ün Galatasaray hakkındaki söylemleri de yumuşamaya başladı.

Eskiden Sivasspor Galatasaray'a gol atınca, Sivas'a uğur getirdim diyen adam, bu söylemlerini tamamen değiştirmişti; çünkü bir gün Bülent Korkmaz yerine kendisinin o koltuğa oturabileceğini görmüştü.

Bülent Korkmaz, Skibbe'nin tüm yaptıklarını yıktığı gibi. Yanına da Hakan Ünsal'ı aldı. O Hakan Ünsal'la yedek kulübesinden antremanları yönettiler.

Ve çok geçmeden Hakan Ünsal gazetesinde şöyle yazdı.

Feldkamp gelir bir antremandan önce. Soyunma odasına girer. Oyunculara der ki Skibbe'yi gönderdiniz... Biraz onurunuz vs kaldıysa artık futbola odaklanın da takımı 2. yapın, Şampiyonlar ligine bari gidin.
Sonra Bülent Korkmaz girmiş odaya, Feldkamp'ı odadan çıkarmış ve demiş ki...
Bundan sonra onu değil beni dinleyeceksiniz ve şampiyon olacağız.
5. olduk o sezon. Ve o olayın ardından Feldkamp da kovulur. Kendilerini futbolcu yapan adamı önce Hakan Şükür, sonra Bülent Korkmaz kovdurmuştur.

Bu arada bu sezon 90 kilo maçlara kurtarıcı olarak giren Hasan Şaş unutulmasın. Lincoln'ü medyaya malzeme yapan Şaş da unutulmasın.

Ardından Bülent Korkmaz'ın yetersizlikleri ortaya çıktı ve kovuldu tabi ki.
Ümit Karan'lar, Hasan Şaş'lar da kovuldu.

Bu sezonla ilgili tuhaf bir ayrıntı da şöyle vardır. Bir Fenerbahçe - Kayserispor maçında, Kayserispor yeni stadını açtığı ilk maçta kaleci Volkan Demirel bir pozisyonda Eren Güngör'e tekme atmıştır ve direk kırmızı kart görmüştür.

Maçın hakemi de Bünyamin Gezer'di çok iyi hatırlıyorum.
O Eren Güngör, o zamanlar yeni yeni Milli oluyor ve o maçtan 2 maç sonra İspanya Türkiye maçı vardı.

Eğer Volkan o tekmeden dolayı hak ettiği cezayı alırsa 2 maç oynamadan İspanya karşısına çıkacaktı.

O maçtan sonra Fatih Terim'in genç millisi şöyle tuhaf bir açıklama yaptı.
Ayağım Volkan ağabeye çok sert geldi, bana tekme atmakta haklıydı.
O gece Fatih Terim'in kankası Ömer Üründül TRT'de sürekli iki cümlesinden birinde Volkan için canı acıdı çocuğun ondan böyle yaptı dedi.

Daha önce Volkan Koller'i iterken Çek maçında o Üründül bunun tam tersi konuşuyordu, büyük sorumsuzluk vs diyordu. Yada Lincoln'e diz vururken de farksızdı.
O kavgada da hatırlayın. Feldkamp dönemindedir. Hakan Şükür Lincoln'ü yerde kıvranır halde bırakırken Volkan'ı sakinleştiriyordu.

Neyse...

O günlerde yine medyaya yansıyan Volkan'ın gövdesine bilmem kaç dikiş atıldığıydı ama Volkan'ın üstsüz fotografında gögüsünde sadece küçük bir çizik görülüyordu.

Yani hepsi düzmeceydi ve Volkan minimum 2 maç ceza alması gerekirken, hiç akla mantığa sığmaya şekilde cezası tek maça düşürüldü bunun da arkasında çok Galatasaraylı Fatih Terim vardı.

2009-2010

Frank Rijkaard geldi takımın başına. İlk 7 hafta süper gitti her şey. Sabri ve Arda öğrenme derdindeydi. 2 ay sonra Arda Bosna Hersek'i yenemeyince Türk Milli takımı Dünya Kupasına gidememiş oldu, performansı sürekli dibe vurmaya başladı.

Sabri kendisini Rijkaard ile çok geliştirdi.

Servet onun futboluna ayak uyduramadı; hala röportajlarında bana güvenildiğinde iyi oynarım falan diyor. Bu şey demek aslında. Beni rahat bırakın ben kısa alanda pas yapmak zorunda olmayayım, kafama göre ileri çıkıp alanımı boşaltabileyim, istediğim gibi popom sıkışınca top şişirebileyim, yani çağ dışı oynayabileyim Feldkamp dönemindeki gibi... O zaman başarılı olabilirim demek bu.

Onu istemiyor tabi Rijkaard.

Şimdi Ankaragücü maçına bakıyoruz 2-4 biten. Servet bu sefer maçı bırakıyor. Maçta en çok ısıran adamlardan biri ise Sabri...

Yani her isteyen, her sevmediği adamı gönderebiliyor bu takımda ve yönetim buna her zamanki gibi ses çıkaramıyor. Ben Servet'in bu takımdan kovulması halinde Ahmet Kesim'le Kadıköy'e gidip 10-0 yenilmeye razıyım. Zira sene başından beri gönderin şu Servet’i diyorum.

Ama oyuncuya bağımlı kalmaya devam edeceğiz.

Yalnız artık şu var. Servet bile Rijkaard'ı gönderebiliyorsa nirvanaya ermişizdir artık. Daha fazla saçmalık, daha büyük üzüntü yaşayamayız.

Bu güzel.

Hıyarlıkta nirvanaya erdik artık.

Not: Bu yazıyı her yerde paylaşabilirsiniz bana sormanıza gerek yok, hatta lütfen paylaşın ben bunları yazmaktan yoruldum çünkü. Ne kadar çok kişi okursa o kadar çok mutlu olacağım

yazan extensor, yazı çok gerçekçi. kim okur kim okumaz bilmem ama, bir kişinin bile okumasına vesile olsam iyidir.

Stoned

are you?