Huzur İçinde Yat

bir sene olmuş abi sen gideli. koskoca bir sene. 365 gün değil, bir sene yahu. o haberi alalı bir sene olmuş. evde koltuğa yığılalı 365 gün. hep kızardın "bok iç" diye. o akşamki pis sarhoşluğun üstünden geçen bir sene. biliyorum kızıyorsun. hala sarhoşum çünkü. hala o kafadayım. yine akşamdan kaldım bu gün, yine Gaassaray maç yapıyor. ben de genizde kesif bir alkol kokusu, bağıracağım bağıramıyorum. o dediğin beni adam edecek, böyle zibidi gibi sokak köşelerinde alkol almamı engelleyecek hatun da daha çıkmadı karşıma. hoş emin ol, çıksa o beni engelleyeceğine, ben onu bozar, mecidiyeköyde kaldırımda bira içmesine vesile olurum. artık kimse kızmıyor zaten bana. olduğum gibi kabul mü etmişler demeli, yine elinde şişe içiyor pezevenk diye umudu kesmişler mi deme bilemedim. ama kimse kızmıyor. ve bu seni özlediğimiz tarafların en ossuruktanı, en önemsizi. çıkıp şaka da demedin hani. temmuz başında "manyak işte bunlar da böyle, lig bitiyor adamlar hala stadda bir şeyler yapma peşinde" deyip, üşenmeden arkadaşlarını bırakıp beni depoya kadar götürmen de. sırtıma da vurmadın "ulan utku sen de böyle güzelsin" diye. 365 gün olmuş be abi. aklımıza geldikçe gözümüzün dolduğu 365 gün. geçen sene ankarada, o kupayı sana alırken hıçkırmaktan tezahürat bile kesik çıkıyordu ya, binlerce adam utanmadan ağlamıştık. ben kimse adına bir şey diyemem belki ama, kimsenin de sözünden döneceğini sanmıyorum. sözümüz söz abi "teker teker geleceğiz yanına".

And to no man I kneel (2)

çadırın içinden hafif tempoda horultusu geliyordu kadının.
yorulmuş olmalıydı. bütün gece çadırın kazıklarını sağlam tutup, iplerinin sökülmemesi için dışarıda kalmayı tercih etmişti. yağmurun tüm diğer sesleri bastırmasını her zaman severdi. hem sabahlayacak kadar şarabı da vardı, çadırın kadının tepesine yıkılmasını da tercih etmezdi. yağmur dinip, rüzgar kesilene kadar şarap içti adam dışarıda. kadının sardığı sigaralar sabaha kadar rahat idare eder diye düşündüğünden, yenisini sarmaya çalışmadı, zaten beceremezdi, zarafetten uzaktı malesef. ama kadın, o ufacık elleriyle sarmıştı sigaraları yine. üstüste iki tane sigarayla bir şişe şarabı iyi ettikten sonra, ipleri germeye karar verdi. kadın o kadar ufacıktı ki bu rüzgarda, uçup gitmesi işten bile değidli. bok vardı zaten çadırı buraya kuracak. ben ve saçma sapan kaprislerim diye düşündü adam.ama kadın da çok beğenmişti bu fikri. ve şimdi, kıyı ile bağlantısı kesilmiş, bu ufacık kara parçasında kalakalmışlardı. rüzgar biraz daha şiddetlense dalgalar çadıra kadar vururdu, başlıbaşına bu bile adamın uyanık kalması için yeterliydi.
çadırın içinden hafif tempoda horultusu geliyordu adamın.
çantasını açtığında bir tane sandviç buldu kadın, malzemeleri standarttı zaten, çadırda saklayabilecekleri basit şeyler. tam sigarasının üstünde duruyordu. canı kahve istedi, uyku mahmurluğuyla. fakat konum itibariyle öyle bir imkanı yoktu. akşamdan 4 şişe şarap vardı o yatmadan önce, fakat şu anda yarısı dolu bir şişe vardı ortalıkta. geri kalan üçü ne dolu, ne de boş. yoktu. sadece yoktu. adam herhalde içip içip denize attı diye düşündü. hiç sevmiyordu adamın bu huyunu zaten, defalarca söylemişti. denize onu atmakta bok mu vardı sanki? adamın sarsak bir şekilde uyumaya geldiği anda uyanmıştı. sonra uyuyup uyumadığını bilmiyordu, sadece güneşin doğduğuna ve artık kalkmak istediğine karar verip, çıkmıştı çadırdan. buradan çıkmak için seke seke bir sürü kayanın üstünden kıyıya gitmesi lazımdı. sırf adamın gözündeki parlamanın hatrına olur demişti buraya gelmeye, ve şu anda kahretsin ki pişmandı. adama bak, kıçını devirmiş uyuyordu o kalkmışken. hazırladığı bir sandviç bu eşekliği affettirir miydi sanki? basit düşünüyordu adam, ya da kadın onun için çok karmaşıktı kararına vardı.
çadırın içinden hafif tempoda horultusu geliyordu kadının.
çok içmişti adam. yine ayarı tutturamamıştı. sigara bitmek üzereydi, ve sarılmış olarak sadece iki tane kalmıştı. ne hoş. kıkırdadı kendi kendine, zaten bu son şişeydi, yeni açmıştı bunu, ve kadın sabah uyandığında içecek tek şey bu şişeydi. kadın sabah sabah çok şarap içmez herhalde diye düşündü, ama en azından yarım şişe yahut biraz daha fazlasını bırakmalıydı. zaten rüzgar kesildi kesilecek konuma gelmişti, ama adam da yorgundu hani. askerliğinde tutmadığı nöbeti burada tutmuştu ya, ne desindi. sigarayı söndürüp şaraptan bir yudum aldı. bir an önce uyusa acaba kadın ile beraber uyanabilir miydi? çok zor diye düşündü. aldığı alkol başlıbaşına engeldi, hem hava da kararmadan önce kadınla beraber bira ve deniz ürünlerini zorlamışlardı, adam daha çok birayı zorlamıştı ya, neyse. huyum kurusun diye güldü. eğlenmişti ne de olsa. çantasını açıp içerisinden bir sandviç ekmeği çıkardı, en azından kadın kalktığı vakit uğraşmasın diye bir sandviç hazırlayıp kadının çantasını açtı. kalan iki sigaradan birini sandviçle beraber çantanın en üstüne koydu. kadın aç karna sigara içmese daha iyiydi. son sigarasını ateşledi, şaraptan bir yudum daha alıp mantarını kapattı, onu da kadının çantasının yanına koydu. birazdan güneş doğacaktı. ortalık daha anca loştu, kadın ne güzel uyuyordu. "şişeler" diye düşündü adam. kadın şişeleri denize attığını düşünerek sinirlenmesin diye şişeleri aramaya koyuldu, ama gel gör ki o sağnak ve rüzgar dolayısıyla şişeler bıraktığı yerde değildi. hoş, adam şişeleri nereye bırakmıştı ki? sigarası biteyazdığında, son bir defa daha baktı kadına. üzerini örttü ve yorgun bir şekilde kendini yatağa bıraktı. umarım horlayıp kadını rahatsız etmem diye düşündü. ama artık elden gelen hiçbir şey yoktu.
çadırın içinden hafif tempoda horultusu geliyordu adamın.
sandviçini yemeye koyuldu kadın. kahve yoktu ama olsun, şarap da idare ederdi. adam bir sigara bırakmıştı ona. yuh diye düşündü. 5 tane sigara içmişti adam o uyurken. bu da uyuyalı çok olmadığına delaletti. "erken uyusaydı da beraber kahvaltı etseydik" dedi içinden, hem o yatarken adam "bir sigara daha içeyim geliyorum yamacına" dememiş miydi ki? ne bok gördü acaba diye düşündü. efkar? "belki eski sevgilisi aklına geldi" diye düşünürken yakaladı kendini. bu düşünceyi hemen attı kafasından. adam birçok şey olabilirdi ama, bariz bir yalanını görmedikçe ona yalancı demeye içi elvermiyordu kadının. ama içindeki o ufacık şüphe kurt gibi kemiriyordu kafasını. "çıldırmak işten değil" diye düşündü. bir an "çantamı sırtıma vurup, defolup gideyim buradan, uyanınca görsün başına geleni eşşoğlueşşek" diye düşündü. sandviçin lokmaları ağzında büyüyordu resmen, ve şarap daha cazipti. sandvici bir kenara bıraktı. herhalde bunu görüp alacak bir martı bulunurdu burada. kadın sigarasını yaktı. şaraptan irice bir yudum aldı. bir türlü gidesi gelmiyordu. tam o arada, çadırın içinden gelen ses ile irkildi, adam alarmını kurmuştu herhalde?
çadırın içinde ve dışında aynı şarkı sesi duyuluyordu.
you are my angel
come from way above
to bring me love

her eyes
she's on the dark side
neutralize
every man in sight

to love you, love you, love you ...

you are my angel
come from way above

to love you, love you, love you ...

"umarım sandvicini beğenmişsindir melek" dedi adam, "biliyorum pek güzel olmadı ama, gün doğana kadar bekledikten sonra daha iyisi çıkmadı, kusuruma bakma". "ne yaptın o saate kadar uyanık, manyak mısın?" diye sordu kadın, sesindeki hafif kızgınlığı gizlemeye çalışmadan.adam kesik kesik öksürdü (yine fazla içmişim sigarayı diye düşünerek kafasını çadırdan uzattı) "bir nefes alabilir miyim sigarandan?" kadın hayretle baktı, nasıl bu kadar rahat olabiliyordu ki adam? adam bir nefes çekip sigarayı geri uzattı, "sen uyuduktan sonra şiddetli bir fırtına çıktı, rüzgar çok fazlaydı. ben de çadırın ve iplerin kazıklarının yerinden sökülmemesi için uyanık durdum. kabus mu gördün akşam, bir ara çok yükseldi sesin?" sinirlilik halinden, şaşkınlığa geçmişti kadın. karşısındaki manyak sabaha kadar yağmur altında beklemişti yani? yuh diye içinden geçirirken adam devam etti "baktığımda üstün açılmıştı, rahatsız uyuyordun. ben de üstünü örttüm başında bekledim biraz. yanağın çok cazipti o anda, öpesim vardı ama, ıslaktım, uyanacağından korktum" sözlerini duyduktan sonra, gözlerini öne eğdi. sigarasından bir nefes daha aldı, bitmişti zaten, söndürüverdi. şarap sabah sabah midesini ekşitmişti ama adam severdi. "ben de sandvicime ara vermiştim, canım çok sigara çekti, ondan sonra devam edecektim" diyiverdi, "ama şu anda bir düşündüm de, sen bir denize dalıp çıksana, sana bir sürpizim var". adam şaraptan bir yudum aldı, sabah sabah sudan nefret ederdi aslında, yüzünü yıkamak bile başlı başına bir işkenceydi onun için. fakat kadının bu isteğini kırmak zordu, sürprizleri piç etmekten hiç hoşlanmazdı. zaten buraya geldiğinden beri tuggerını hiç çıkarmamıştı kıçından. suya atladı, kemiklerine kadar hissetti soğuğu. "huh" diye çıktı sudan, "ayılmak için daha iyisini hayal bile edemezdim" derken çenesi titriyordu resmen. kadın kayanın kenarında elinde yatak çarşafı olarak kullandığı havlusu, ona bakıyordu. adam hızla kayaya doğru seğirtti, havluyu almak için elini uzattığında, aniden kadın adama sarıldı ve yanağını ona doğru çevirdi.


"madem ıslaksın diye o zaman öpemedin, bana bir borçlusun diye düşündüm. şimdi de ıslaksın, ama ben uyanığım. borçlu kalma istersen?"


:*

Günler günlerin ardından

bu sabah da dün sabahki gibi enerjik kalktım demek isterdi şu deli gönül, ama sirenlerle 0645te kalktım, akşamdan 180 nabız 39derece sıcakla girdiğim yataktan kalkması azaptı resmen.o ateşin yanında akşamdan nefes alabilmek için bütün cam çerçeveyi açıp yatmışlığın, yorgansız ve sadece boxerla oluşu ilişkilendirildiğinde sabah bir insanın titreme limitleri ile uyandığımı belirtmeme gerek yok herhalde. dün itibariyle yine koşulara başladım, ağırlı kda cabası. üstümdeki ölü toprağını atmamda katkısı bulunan kişilere ekstra teşekkürlerimle beraber, bu aralar ayakta daha bir kalmamı sağlayıp, varlıklarını hissettirenlere de ayrıca bayıldığımı belirtirim :)
*
batı cephesinde her şey aynı bu aralar, birkaç sebepsiz gülümseme haricinde. o kadar da olsun, bunca yorulduktan sonra, iki gülümseme de olsun. her akşamı biri kurtarıyor bu arada, cumayı kurtaran külköpeği, cumartesinin yıldızı cer hanım, pazarı kurtaran bergsten & theravada ikilisi (mesaj atıp bir bira daha içiren minem, sen ayrı bir tanesin), pazartesinin ve gönüllerin kralı Nonda, ve dün akşam sinirlerim tavandayken, tesadüfi bir kitap yorumu sayesinde tanışır gibi olduğum fekat adını ve suretini bilmediğim kiev'li kişi. farkedemeyeceğiniz şekillerde yön verdiniz hayatıma, sağ olun var olun. bu arada devam etmek istiyorum adam ve kadın yazısına da nedense monolog şeklinde yaşarken nasıl diyalog yazayım, hissedemedim.
*
şeytan diyor, al iki hafta izni blok, bas git egeye, güneye. bul bir tatil köyü, sessizinden sakininden, otur kitap oku oku iç, iç iç kitap oku. efenim bertrand russel; aylaklığa övgü ve neil gaiman; koralin. son iki kitabım budur, okumaktan aldığım keyif arşa fezaya çıkmıştır.
*
bu aralar nedense kelt motifleri ve kelt haçı üstüne yoğunlaşıyorum. tarihleri ile ilgili okunulası-güvenilir bir kaynak bilen-duyan-gören olursa, bir iletiş, bir mail, bir duman işareti göndersin efem.
*
bu günlerde burada cirque du soleil - alegria dinlenir, marija serifovic - molitva dinlenir, gece 0230da dans edilircesine sağa sola sallanılır, uyumadan önce balkonda bir z raporu sigarası içilir. kaygılanılır, gülümsenir ve her şeye rağmen nefes alıp veriyor olmaktan mütevellit çok sevilir, sevinilir.

Nice Bayramlara

Bayramın kendisinden de, eski bayramlardanda daha güzelsin.
bu vesileyle, verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilememek boynumuzun borcudur.

time-travel (1)

alakasız bir gündü, insanların ortalıktan çekilmeye başladıkları zamanda çıkmıştı adam şehirden. bir yanda deniz, bir yanda kumsal. bekleme esnasında bu bile yeteri kadar keyif veren bir durum değildi kendisi için. aylar, yıllar süren bir bekleyiş bitecekti belki de yolun sonunda. kadın yarı uykulu, yarı uyanık bir halde oturuyordu kumda. hayatımız bir şişenin, bir sigaranın, bir şarkının ucunda diye düşündü adam. kucakladı kadını, zaten çantası da, kadın da hiç ağır değildi. taşıta doğru adım atmaya başladı, kumlar ayağına tatlı tatlı batarken. "çok var mı?" dedi kadın uykulu uykulu, uykuluyken sesi boğuktu. "birbuçuk saate kadar çadırı kırmuş oluruz güzelim" dedi adam. "ama teklifim hala geçerli, eğer üşüyorsan hiç çadırda macera aramayalım, orada bildiğim güzel bir pansiyon var" diye eklemeyi ihmal etmeden. "üşümem ki ben, üşümeme izin vermezsin ki adam" diye içinden geçirdi kadın, verdiği tek tepki ise "hı hı" oldu gülümsemesi esnasında gözlerini kocaman kocaman açarak. adam içine bakarken bile o gözlerin ne renk olduğunu bilemedi. yüzlerce kilometrelerce uzaktaydı işte bildiği her yerden, ait olduğu, olması gerektiği yerin ise birkaç kilometre yakınında. yolda sigara içmesi yasak olmasına rağmen, dayanamadı, içti bir tane. bulunduğu yerden kadını görmeye özen gösteriyordu. zaten saçma bir şekilde her an kadını görmeliymiş gibi hissetmiyor muydu kendini? yol bir anda bitti gibi geldi. güneşli bir gündü, fakat kısa bir süre sonra gökyüzü bulutlanacakmışcasına ufuk çizgisi kararmaya başlamıştı. birkaç şişe şarap aldı adam, kadının tercihlerini çaktırmadan ağzından kaçırmasını sağlamıştı. tütün stoğu çok yeterliydi, kendisi gibi el becerileri gelmişmemiş, sararken döken insanlara göre bile çok. kadının kahvesini içtiği yere doğru gitti. etrafına gülümseme, enerji saçıyordu kadın. hem de bunun için hiçbir çaba göstermeden. adam da buna hayrandı ya. "öp" diye uzattı kadın yanağını, çocukça bir şımarıklıkla. özellikle ses çıkararak öptü adam da. telaşla verdiler hesabı bir avuç bozukluğun içinden, onca eşyanın ayaklarına dolanmaması bir mucizeyken attılar kendilerini dolmuşa. çocuklar gibi şen, tatlı bir uykuda gibi huzurluydular. kısa sürdü yolculuk, zaten güzergah belliydi adamın gözünde, kadın ise gördüğü her şeyi ilk defa görüyordu. "buralar görünen güzellikleri, çoğu kişi sadece buraları görmekle yetiniyor" diye söze girdi adam, "ben ve benim gibiler genelde buralara pek uğramayız, en azından gündüz vakti insanlar varken. ama eğer istersen hemen üstümüzü değişir atarız kendimizi plaja." kadın kararsızdı, soğuk olduğunu duymuştu suyun, pek gönüllü gibi değildi kendini denize atmaya. tereddütteyken indiler dolmuştan. adam bütün yükü aldı, kamp sahibesine doğru el sallayıp çadırı kuracağı boş bir yere doğru yönelmeden önce, kadına döndü. "ben çadırı kurar, şarapları açarım. o arada da sen bize birkaç sigara sararsın". kahkahası çınladı kadının, "ay ne zor işi bırakıyorsun bana, sanki günde yirmi otuz tane sigara sarmıyorum gibi". adam bir telaşla çadırı kurarken, kadın maharetli bir şekilde sigaraları sarmaya koyuldu, sazdan tentenin altında. ufuğu kaplayan siyahlık üstlerine kadar gelmişti artık, ve yağmur kaçınılmaz sondu. adam çadırın içini hızla bir süpürdükten sonra yatakları şişirmeye başladığında kadın ikinci sigaraya geçmişti bile. adam bir yandan yatak şişiriyor, bir yandan da kadını izliyordu. kadın eskilerden bir şarkının melodisine dalmış gidiyordu, adamın yüzüne buruk bir tebessüm yerleştiren bir şarkıydı bu. adam yatakları şişirip şarapları açana kadar, kadın tam beş tane sigara sarmıştı. kahretsin ki adam makinayla bile bu kadar güzel saramıyordu. "hem benim ellerim o kadar narin olsa yakışmazdı" diye düşündü, onun da farklı meziyetleri olsundu. açtığı şişeyi kadına uzattı, çantasını kurcalamaya koyuldu. kadın şarabından bir yudum aldı, adam ufak tefek bir aparatla çadırdan çıkarken. "öpp" diye yanak uzattı adam rövanş istercesine, kadın adamı öperken, adamın burnuna tütünle karışık bir şarap kokusu geldi. adam sarılmış sigaralardan birini aldı, gerisini çadıra koydu, yağmur saz tenteyi pek umursamadan geliyordu üstlerine. cebinden telefonunu çıkardı, o çıkardığı aparata telefonunu taktı. o zaman anladı kadın o ufak tefek aparatın kolon olduğunu. adam yağmur gelmeyen bir yere kolonu koydu, sigarasını yaktı. derin bir iki nefes aldı üstüste. kadına sigarasını uzatırken, ikisi de yıllar öncesinden gelen o şarkıyı duydular. şarkı sözleri başlamadan, adam kadına baktı, kendi sesinin "seni çok özledim" dediğini duydu. şarkı yıllardır olduğu gibi, çok güzeldi ...
*
you and i together in our lives
sacred ties would never fray
then why can i let myself tell lies
and watch you die every day

i think back to the times
when dreams were what mattered
tough talking youth naivete

you said you never let me down
but the horse stampedes and rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

paranoid delusions they haunt you
where's my friend i used to know
he's all alone
he's buried deep within a carcass
searching for a soul

can you feel me inside your heart
as it's bleeding
why can't you believe you can be loved

i hear your scream in agony
but the horse stampedes and rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

you said you never let me down
but the horse stampedes, it rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

the sun will rise again
the earth will turn to sand
creation's colors seem to fade to grey
and you'll see the sickly hands of time
will write your final rhyme
and end a memory

i never thought you'd let it get this far, boy

delimanyak

sonunda ölünmeyen her haftasonuna, alınan her nefese selam olsun.

bir duvar daha yıkıldı, bir set daha geride kaldı.

"kendine iyi bak, sana bir şey olmasın"

Yağmur

yağmuru bekledik durduk. cebimizde sararmış yapraklar. ıslak tütün parçaları birazda. bekledik. keder mi bize yakışmıştı, biz mi kedere yapışmıştık bilemedik.
her yağmurda gökyüzüne baktık. her yağmurda en çok biz ıslandık. bütün şarkıları en acıklı nakaratlarıyla hatırladık. hayat boyu dokunmadığımız kanun'un sesi çizdi yüreğimizi. cızırtılı bir melodi gibiydi artık öpüştüğümüz o ilk kız. belli belirsiz bi melodi. belki bir daha çıkar radyo'da diye sabırla beklediğimiz.

işte yine başlıyor. yine yağmur yağıyor. keder desen en çok giydiğimiz. hala dokunamadık gerçek bir kanuna. ve hala bakıyoruz gökyüzüne her düşen yağmur damlasında. tütün yok ceplerde, çok öksürdük bıraktık. ama ceplerimiz hala ıslak.
yine radyo başındayız her yağmur. o cızırtılı, o çok uzaktan gelen, hani o en sevdiğimiz şarkının, en sevdiğimiz yerini bekliyoruz hala.

kopiraytı aslan kardeşim Edip'in. güzel insanın güzel satırları. paylaşmak istedim.

Denememeler-1

artık şehir efsanelerini takip etmeye ve doğrularını yanlışlarını izlemeye karar verdim. ilk durağım da kabus gören adama söylenen "kıçın açık kalmış oolum" adlı güzide eserdi. acaba ne kadar doğru ola ki? diye düştük yola. hoş, daha doğrusu yatağa. camı çerçeveyi açsam ev daha çok ısınacağı için kapattım dört bir yanı, bastım klimayı cayır cayır. salon 19 derece gösterdiğinde herhalde yatak odası 20-21 arasındadır herhalde. efenim afbuyrunuz yaz kış sonbahar kış kutuplarda buzullarda bu çocuk boxerla yatar. rahatsız ediyor farklısı. kışın kafama kapşonlu bir sweat geçirebiliyorum aslında sırf saçlar ıslak yatıp sinüziti azdırmayayım diye ama, artık saçlar da 3-6 numarada sabitlendiği için o derdim de kalmadı. neyse konuya dönelim. vurduk yorgana tekmenin hasını, havaya girmek adına bastım warlord chronicles'ı, çok hoş bir havada kıvrıldım uyudum. efem önce çok sevdiğim bi arkadaşımın tipini değişik gördüm. piriz hanım kızımız yaklaşık 168cm, sarışın uzun saçlı bir abladır. fekat rüyamda kendisi yaklaşık 180cm matilda gibi küt siyah saçlıydı. "lan piriz bu ne hal" dedim, ama cevap vermedi. biz de piriz, mert ve ben olarak yolda yürüyorduk. bir kalabalık bir arbede, herifler bizi sıkıştırmaya çalışırken aradan sıyrıldık fekat mert bey coştu, kalabalığın arasına daldı. ona buna yapıştırıyor yumruğu. ulan kıçımın açıklığı orda bastı herhalde. "yahu durun 'noluyor" derken arkadan biri bir yerleştirdi ki yumruk mu tekme mi artık neyse, ben iki seksen yerde açtım gözümü. e tabi iki seksen yerde açıcam, uyuyorum. at değiliz ki ayakta uyuyalım. öyle bir sinir, öyle bir hırsla fırladım ki yataktan, gözümden yaş geliyor, nasıl yaparım böyle bir kerizliği diye. iki patlattım duvara da nefes alabildim. sonra tekrar devirip yat tabi. bu sefer yorganı çektim üstüme. aman allahım o ne kadar güzel bir sinema, bunun yanında ne kadar güzel bir hanım kızımız. nasıl tanıştık muamma. ama hanım kızımız ailecek intikal etmiş sinemaya, bu gariban bir başına. böyle "elleri ellerimeee, gözleri gözlerimeeee" modeli duman dumana gidiyor ortalık, fona şarkı bile koymuş alt bilinç. tosunum benim. filmin devre arasında başbaşa durduktan sonra ikinci yarısını da beraber izledik. film bittikten sonra bir çıktık dışarı ki ana baba günü. yeminnen maç çıkışları halt etsin. ister istemez aramıza insanlar girdi, lan uzaklaşıyoruz sevdiceğimle. allahtan ebeveynleri yanında. lan kazık kadar hatun ebeveyn ne ola ki diye düşünürken "assktir" patlayıverdi kafamda. ulan değil numarasını, adını bile bilmiyorum kızın. sadece mel'ül mel'ül bakışmışız, hepsi o. cüzdanıma yıllar sonra kartımdan koymuştum geçen haftalarda. onu rüyaya transfer etmem akıllıca olmuş. içimdeki halk kahramanı hulk'ı ortaya çıkarmak için bundan başka bahaneye ihtiyacım yok tabiki. kalabalığı yara yara geçiyorum, alaaaahhh, abla beni arıyor korkmuş gözlerle, bir göz teması, ablanın arabası hareket ediyor, ben cama tutunup bana uzattığı eline kartımı uzatıyorum, alıyor. sonrası bir bakışma daha ve flashforward. sanki bi tatil beldesi bi yer, deniz yok ama. bankta oturuyorum asvalt bir yol kenarında. tugger+gömlek modeli, sandalet bile yok. bir cintoniktazenaneontherocks içiyorum ki, fondaki "if you are going to san fransisco, be sure to wear some flowers in your hair" da neyin nesi diye düşündürmüyor. bir anda o abla çıkıyor ortaya. o da bana kartını veriyor. yine bakışıyoruz. kesin benim öküzgillerden olduğumu anladı kız, sadece bakıyor diyorum. halbuki yanlış anlamış, tren taklidi yapıp, yavaş yavaş uzaklaşması gerekiyor normalde. ama sanıldığı kadar öküz olmayan abla tam bendenize doğru hamle yapacakken, ipneler ipnesi telefonum sabah beni özellikle gıcık etmesi için "utanır insan bu kadar da güzel olunur mu" diye giriyor devreye. saat 0644. 91 için efkar vakti :) o rüya orda kesilir mi lan ipne telefon, seni satıp ayfon alsam yeri var, ihanettir lan bu. aylardır gördüğüm tek mutlu rüyayı "utanır insan" diye kesen ipneye ise sadece şunu diyebiliyorum, boşol boşol boşol, "beat it" koydum uyanma melodisi olarak, moonwalk yaparak çıkıcam yataktan.
*
bu dersten çıkan sonuç ise, soğuk ortamda (kıç açık tabir ettiğimiz) uyunduğunda korku ve şiddet ögeleri var iken, sıcak ortamlarda (ört ört) daha romantik, daha duygusal ögeler hakim. deney çok NŞA olmadı aslında, yatarken ayıktım. ama sarroşken çok az rüya görüyorum. o sayılmayabilirdi. yorganlarınızı yakınız efem. sizi olmayacak hayallere sürüklerler. kafaya göre gecenin sidikli saatlerini "before sunrise"a çevirmeye çalışırlar ki, olmaz. sonra sabah kalkınca vay anasını hissiyatını adamın böğrüne böğrüne vurup, bir bira açtırıp, bir sigara yaktırırlar.
*
tuba önal diye bi abla şarkı söylüyordu bir aralar, güzel de söylüyordu. ay lov yuuğ beeybiiğ en ifits kuaydolraaayd ay niid yu beeeybiiiğ tu wormelonliinaaayt aylovyuğ beeeybiiiğ trastinmiiiğ venayseeeeeyyy melodisiyle hepberaber efenim;

gelmezsen gelme
unutulmayan hangi acı var ki
eski bir hatıra olursun sen de
zamanı gelince

gelmezsen gelme
sabah olmayan hangi gece var ki
zamanı gelince yeni bir aşkla
baştan başlar her şey
*
sabahlar olmasın.