time-travel (1)

alakasız bir gündü, insanların ortalıktan çekilmeye başladıkları zamanda çıkmıştı adam şehirden. bir yanda deniz, bir yanda kumsal. bekleme esnasında bu bile yeteri kadar keyif veren bir durum değildi kendisi için. aylar, yıllar süren bir bekleyiş bitecekti belki de yolun sonunda. kadın yarı uykulu, yarı uyanık bir halde oturuyordu kumda. hayatımız bir şişenin, bir sigaranın, bir şarkının ucunda diye düşündü adam. kucakladı kadını, zaten çantası da, kadın da hiç ağır değildi. taşıta doğru adım atmaya başladı, kumlar ayağına tatlı tatlı batarken. "çok var mı?" dedi kadın uykulu uykulu, uykuluyken sesi boğuktu. "birbuçuk saate kadar çadırı kırmuş oluruz güzelim" dedi adam. "ama teklifim hala geçerli, eğer üşüyorsan hiç çadırda macera aramayalım, orada bildiğim güzel bir pansiyon var" diye eklemeyi ihmal etmeden. "üşümem ki ben, üşümeme izin vermezsin ki adam" diye içinden geçirdi kadın, verdiği tek tepki ise "hı hı" oldu gülümsemesi esnasında gözlerini kocaman kocaman açarak. adam içine bakarken bile o gözlerin ne renk olduğunu bilemedi. yüzlerce kilometrelerce uzaktaydı işte bildiği her yerden, ait olduğu, olması gerektiği yerin ise birkaç kilometre yakınında. yolda sigara içmesi yasak olmasına rağmen, dayanamadı, içti bir tane. bulunduğu yerden kadını görmeye özen gösteriyordu. zaten saçma bir şekilde her an kadını görmeliymiş gibi hissetmiyor muydu kendini? yol bir anda bitti gibi geldi. güneşli bir gündü, fakat kısa bir süre sonra gökyüzü bulutlanacakmışcasına ufuk çizgisi kararmaya başlamıştı. birkaç şişe şarap aldı adam, kadının tercihlerini çaktırmadan ağzından kaçırmasını sağlamıştı. tütün stoğu çok yeterliydi, kendisi gibi el becerileri gelmişmemiş, sararken döken insanlara göre bile çok. kadının kahvesini içtiği yere doğru gitti. etrafına gülümseme, enerji saçıyordu kadın. hem de bunun için hiçbir çaba göstermeden. adam da buna hayrandı ya. "öp" diye uzattı kadın yanağını, çocukça bir şımarıklıkla. özellikle ses çıkararak öptü adam da. telaşla verdiler hesabı bir avuç bozukluğun içinden, onca eşyanın ayaklarına dolanmaması bir mucizeyken attılar kendilerini dolmuşa. çocuklar gibi şen, tatlı bir uykuda gibi huzurluydular. kısa sürdü yolculuk, zaten güzergah belliydi adamın gözünde, kadın ise gördüğü her şeyi ilk defa görüyordu. "buralar görünen güzellikleri, çoğu kişi sadece buraları görmekle yetiniyor" diye söze girdi adam, "ben ve benim gibiler genelde buralara pek uğramayız, en azından gündüz vakti insanlar varken. ama eğer istersen hemen üstümüzü değişir atarız kendimizi plaja." kadın kararsızdı, soğuk olduğunu duymuştu suyun, pek gönüllü gibi değildi kendini denize atmaya. tereddütteyken indiler dolmuştan. adam bütün yükü aldı, kamp sahibesine doğru el sallayıp çadırı kuracağı boş bir yere doğru yönelmeden önce, kadına döndü. "ben çadırı kurar, şarapları açarım. o arada da sen bize birkaç sigara sararsın". kahkahası çınladı kadının, "ay ne zor işi bırakıyorsun bana, sanki günde yirmi otuz tane sigara sarmıyorum gibi". adam bir telaşla çadırı kurarken, kadın maharetli bir şekilde sigaraları sarmaya koyuldu, sazdan tentenin altında. ufuğu kaplayan siyahlık üstlerine kadar gelmişti artık, ve yağmur kaçınılmaz sondu. adam çadırın içini hızla bir süpürdükten sonra yatakları şişirmeye başladığında kadın ikinci sigaraya geçmişti bile. adam bir yandan yatak şişiriyor, bir yandan da kadını izliyordu. kadın eskilerden bir şarkının melodisine dalmış gidiyordu, adamın yüzüne buruk bir tebessüm yerleştiren bir şarkıydı bu. adam yatakları şişirip şarapları açana kadar, kadın tam beş tane sigara sarmıştı. kahretsin ki adam makinayla bile bu kadar güzel saramıyordu. "hem benim ellerim o kadar narin olsa yakışmazdı" diye düşündü, onun da farklı meziyetleri olsundu. açtığı şişeyi kadına uzattı, çantasını kurcalamaya koyuldu. kadın şarabından bir yudum aldı, adam ufak tefek bir aparatla çadırdan çıkarken. "öpp" diye yanak uzattı adam rövanş istercesine, kadın adamı öperken, adamın burnuna tütünle karışık bir şarap kokusu geldi. adam sarılmış sigaralardan birini aldı, gerisini çadıra koydu, yağmur saz tenteyi pek umursamadan geliyordu üstlerine. cebinden telefonunu çıkardı, o çıkardığı aparata telefonunu taktı. o zaman anladı kadın o ufak tefek aparatın kolon olduğunu. adam yağmur gelmeyen bir yere kolonu koydu, sigarasını yaktı. derin bir iki nefes aldı üstüste. kadına sigarasını uzatırken, ikisi de yıllar öncesinden gelen o şarkıyı duydular. şarkı sözleri başlamadan, adam kadına baktı, kendi sesinin "seni çok özledim" dediğini duydu. şarkı yıllardır olduğu gibi, çok güzeldi ...
*
you and i together in our lives
sacred ties would never fray
then why can i let myself tell lies
and watch you die every day

i think back to the times
when dreams were what mattered
tough talking youth naivete

you said you never let me down
but the horse stampedes and rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

paranoid delusions they haunt you
where's my friend i used to know
he's all alone
he's buried deep within a carcass
searching for a soul

can you feel me inside your heart
as it's bleeding
why can't you believe you can be loved

i hear your scream in agony
but the horse stampedes and rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

you said you never let me down
but the horse stampedes, it rages
in the name of desperation

is it all just wasted time
can you look at yourself
when you think of what
you left behind

is it all just wasted time
can you live with yourself
when you think of what
you left behind

the sun will rise again
the earth will turn to sand
creation's colors seem to fade to grey
and you'll see the sickly hands of time
will write your final rhyme
and end a memory

i never thought you'd let it get this far, boy

0 Sapan Eklenmiş Bu Saçmaya: