é

é

Acıların sevişmeleri

...sana asla söylemeyecek olduğum onlarca küfürüm var,

ama şimdi git artık..

chemicals between us

bööyle bir yazasım geldi bu hususu, seneler öncesine dönme arzusu belki de. geçenlerde birine anlatmıştım bu hikayeyi, belki sizden birine, emin değilim, sonra düşündüm sabah, kulağımda "kemikılz bidvin as" ile boğazı geçerken, hakikaten, ne kadar menşei belirsiz kimyasallar varmış aramızda.
*
efenim senelerden bir sene, ben diyeyim 97 siz deyin 98. 20 yaşında çıtırız o vakitler, allah şerrinden korusun. tek işimiz gücümüz ağırlık kaldırıp içki içmek olmuş kıbrısta, şimdiki gibi göt göbek sahibi değiliz, tam sözlük anlamıyla hayvan gibiyiz. üniversiteyi okuduğumuz yer itibariyle alkole çok meyilliyiz, etrafımızda kimyasallar uçuşmakta, fakat gel gör ki bu gariban en masumları haricinde hiçbirine sarmamış. senenin başında "kediyi öldüren merakıymış - curiosity kills the cat" vaziyeti hasıl olmuş, "lan benim neyim eksik ki, ben de halisünasyon görücem" demiş genç adam, açılmış pub yollarına, komik birkaç hareket haricinde aldığı hap hiçbirşey yapmamış, ama kendisi başta olmak üzere etrafındakiler ile çok gülmüş bu 91 kişisi. devamında ilginç bir amerikan askerinin avcuna döktüğü bir avuç xtasy'i geri çevirmiş. kimi rivayetlere göre götü yememiş kullanmaya, kimisi der ki o kadar iradeliymiş zaten, boka battı dediysek o kadar çökmemiş. hangisi doğrudur sorsam kendime ben bile bilmem, rivayetleri sksinler :)
*
efenim bir gün elim bir olay neticesinde moralim yerlerde olmuş, son paramla 10 tane bira alabilmişim, iğrenç "altınada" birası hem de. "o ne ola ki?" diyorsanız, şanslısınız. hiç bilmemiş, duymamış olmak isterdim. neyse, nimete fazla laf etmeyelim, eve geldim 10 birayla, baktım 11 tane sigaram kalmış. sçtık dedim, ki farkındaydım. bir tanesini yemek üstüne ekleyip, 10 birayı 10 sigarayla eşleştirdim. "bir sigara süresince bir bire içeceğim" mottosuyla başladım yola, hoş benim canım sürekli sigara ister içmeye başlayınca, ardarda yapıştırdık 10 kısa camel'i biralar eşliğinde, son sigaramı söndürdüğümde tüm biralar bitmişti. o zamanlar bünye daha sağla mtabi, dağılmamış öyle 45-50 dakikada 10 birayla, şimdi içsem herhalde "öpüjjem abijim" filan konumuna gelirim :) evin telefonu acı acı çalarken "eyvah öldü" düşüncesi nüfuz etmiş dimağ, çok sevdiğimiz amcamızın sesini mutlu duyup "komadan çıktı oğlum" demesiyle neşeye garkolmuş, "canımız, güzelimiz o trafik kazasını da atlatacak ulan!"lar basmış bedeni. çok severdim jazmin'i, hep ayrı bir yeri oldu bende. umarım şimdi iyidir, herşeyin ötesinde. senelerdir görmedim.
*
sevindirik olmuş bünye, atlamış bara yönelmişim bu telefonun üstine, beş kuruş param yok, parayı bırak sigaram yok, "nasılolsa buluruz" bir adam da değilim, utanırım isteyemem. ama her ne olduysa o gün, hallederim diye düştüm yola, yarım saatte bardaydım, hızlı yürümüşüm. girdim tanıdık hiçkimse yok, barmenden öte. zaten her gittiğim yerde garsonlar yahut barmenler hep tanır beni, şans işte :) gidip "ahmet, beş kuruş param yok, sigaram da yok, bu akşam bana bakarsın umuduyla sana geldim" cümlesi çıktı ağzımdan. ahmet sıkı adamdır ama, bana bir paket sigara verdi, kendi sigarasından; durumumu bildiğini biliyordum "jazmin yaşayacak" dedim, o da jazmin'in şerefine herkese bira ısmarladı. seviyorum bar ortamlarını, sırf bu yüzden irlanda yahut iskoçya'ya, olmadı onların ağırlıkta olduğu bir yerlere göçmek istiyorum bir gün. sonra ahmet ne istediğimi sordu, yerfıstığı istiyorum, birkaç da bira yeter dedim, birada sınır koymadı, sen say kaç içtiğini, paran olunca verirsin dedi. kral adamsın dedim, ne diyeyim :) devamında burak uğradı yanıma, bana arada kendisinde fazla olan haplardan verdi. komiktir, içmek istemiyordum onlardan ama o kadar mutluydum ki, aldım. kandırılmadım, kanmak istedim sadece :) devamını düşünmeden attım ağzıma, ki o zamanlar prensiplerim vardı, tek başımayken ne kimyasal şeyler alırdım, ne de çok sarhoş olurdum. fena prensip sahibiydim anlayacağınız.
*
aradan 15-20 dakika geçti, fena uçuyorum, böylesi keyif yaşamamışım, onca gerginliğin üstüne fena bir şekilde rahatlamışım, içiyorum, uçuyorum, daha ne. tuvalete kalktım, ne olduysa o anda oldu zaten. barın arkasından dolanıp giderken tuvalet yoluna, merdivenlerde oturan bir melek gördüm. vay anasını bu ne güzellik derken, bakamadık dilediğimizce doğal olarak, geçtik gittik ablayı. ulan bir yandan tuvalette "kesin benim de halisünasyonum bu" diye düşünüyorum, bir yandan gerçek olmasını istiyorum, bir yandan da "gerçekse ne olacak sanki, tanışamazsın ki salak!" diye düşünüyorum. tanıyanlarınız bilirler efenim, ben utangacımdır, fena hem de. suratıma su bile vurmadan çıktım tuvaletten, halisünasyonda bir daha göreyim, ayılmayayım diye. ulan tüm endamıyla orada duruyor melek kişisi.
*
dua bilsem edicem, "allahım n'olur bir müdahale et duruma, tamam yollamışsın bir meleğini ama ben tanışamayacak kadar utangaç bir takozum" diye :) o da sever tabi beni, içimi biliyor sonuçta. abladan bir ses çıktı "hey!" diye, hemen döndüm "efenim?" diye.
melek : saatin kaç?
takoz : saatin ne önemi var ki şu anda bulunduğumuz yerde?
melek : hiç yok, sadece söyleyecek birşey bulamadım, ondan sordum.
takoz : ben de birşey bulmak için bileklerimi keserdim ama, kessem bile bulamazdım, biliyorum.
melek : gerek kalmadı işte, tanışmış olduk.
takoz : madem tanıştık, gel bara, benim dönüşümü bekleyen öksüz biram ve sigaralarım var, ağlarlar arkamdan.
melek : sen al gel onları, burası daha sakin.
takoz : ya halisünasyonsan ve kaybolursan?
melek : yaklaş bir yanıma. (takoz yaklaşır ve melek takozu öper)
melek : bu kadar gerçeğim.
takoz : gidişimle gelişim arasındaki zamanı ölçemeyeceksin bile. (gidilir, dolaptan birkaç bira daha alınır, sigara alınır, meleğin yanına çökülür.
*
sonrası flu, sanırım mutluluktan. reel olarak ne kadar zaman ve ne kadar bira geçti bilemiyorum, ama benim algılarıma göre biz melekle orada yaklaşık 3 hafta konuştuk, binlerce bira içtik. en son ahmet bize kalkın benim odamda sızın dedi, ben kabul etmeyip meleği evine kadar taşıdım, bayılmış mıydı, sızmış mıydı bilemedim. ev arkadaşlarına bile teslim etmedim, yatağına yatırdım, botlarını çıkardım, üstünü örttüm. çok masumane olmuş, pijama bile giydirmemişim kendisine. sonra ev ahalisinin şaşkın bakışları altında çıktım evden, masa üstünde gördüğüm bir birayı aldım sanıyorum. laf eden de olmadı. eve de uçarak gittim, sabah üstümde menşei belirsiz bir paket kısa camel vardı, acaba melek mi aldı bana, yoksa meleğin sigarası mıydı, yoksa hakikaten bir melek mi getirdi bana, hala muammadır.
*
sonra melekle bizi aynı kaldırımdan bile yürütmediler efenim. melek uyuşturucu bağımlısıymış. e o zamanlar bizim de içtiğimiz içki çok meydanda. ortak bir arkadaşımızdan basit bir açıklama geldi, "onun içtiği uyuşturucunun yarısını içsen sen ölürsün, senin içtiğin içkinin yarısını içse o ölür. biz ikinizi de canlı istiyoruz, o yüzden yanyana getirmeyeceğiz sizi, sen de lütfen uzak dur kızdan" şeklinde. oysaki ben onu sadece halisünasyon sanıyordum. gerçekmiş :)
*
hikayenin sonu gelmedi hiç, benim hayatımda son attığım hap o oldu, 10 senedir antibiyotikten ciddi bir hap almadım. zaten uyuşturucuyu seven bir adam değildim, sebep oldu bu da içmemeye. hoş içtiğimiz içki zamanla vücudun reaksiyonlarına bağlı olarak azaldı, ama zihniyet hiç değişmedi. bu da böyle bir anı olarak kaldı hafızalarda.
*
hikayenin karakterlerine gelince, 91 bildiğiniz gibi, o yahut bu şekilde sürdürüyor yaşantısını, kendi çizgisinde :) jazmin biz mezun olurken kısmen toplamıştı kendini, o büyük musibetin ardından. bir daha hiç konuşamadık kendisiyle, birşeylr mani oldu hep. burak, melek ve ahmet öldüler. burak ve meleğin ölüm sebepleri aşikar. ahmet şanssız bir kalp krizi kurbanı. bana bildirgeyi sunan ortak arkadaşımızdan 4-5 senedir haber alamıyorum, o da çoluğa çocuğa karışmış gidiyordur bir şekilde, onun hayatı hepimizden düzgündü.
*
işbu yazıda melek hariç herkesin adlarını kıçımdan uydurdum, sadece yaşananlar gerçek. meleğin adını uydurmak gelmedi içimden, çünkü ben onun adını hiç bilmedim. sadece gotik makyajlı bir yüz kaldı kafamda, unutulmaya yüz tutmuş. ama hikaye o yahut bu şekilde yaşıyor işte.

Sincerely Yours

it's four in the morning, the end of december
i'm writing you now just to see if you're better
new york is cold, but i like where i'm living
there's music on clinton street all through the evening.
i hear that you're building your little house deep in the desert
you're living for nothing now, i hope you're keeping some kind of record.

yes, and jane came by with a lock of your hair
she said that you gave it to her
that night that you planned to go clear
did you ever go clear?

ah, the last time we saw you you looked so much older
your famous blue raincoat was torn at the shoulder
you'd been to the station to meet every train
and you came home without lili marlene

and you treated my woman to a flake of your life
and when she came back she was nobody's wife.

well i see you there with the rose in your teeth
one more thin gypsy thief
well i see jane's awake --

she sends her regards.

and what can i tell you my brother, my killer
what can i possibly say?
i guess that i miss you, i guess i forgive you
i'm glad you stood in my way.

if you ever come by here, for jane or for me
your enemy is sleeping, and his woman is free.

yes, and thanks, for the trouble you took from her eyes
i thought it was there for good so i never tried.

and jane came by with a lock of your hair
she said that you gave it to her
that night that you planned to go clear

sincerely, l. cohen

uncool

evvelden bahsettiğim hemşire abla yine geldi, yahu kızın gözlerinin içi gülüyor, yok kolunu şöyle tut yok acımayacak filan derken. yahu acıdan bağıracak bir tipim de yok ki hani, benim tek derdim 24 saat şuraya su temas ettirme, ve bu akşam içki içme uyarıları. yoksa altı üstü bir deri altı iğne, kime ne koyar, öküz gibi insanız. ha, şöyle de bir durum var tabi, nemrut, suratsız bi teyze yapsa iğneyi sanki daha fazla acırdı :) ben bi önceki hayatımda ne rus çarı, ne kızılderili şefiydim, yavşağın tekiydim muhtemelen :) ha tabi hiçbir falsom olmadı ablaya karşı orası ayrı. benden bir yavşaklık beklemezdi insanlar, hoş hala çalışma arkadaşlarım benim hemşireye hemşirenin de bana yazdığını düşünüyor orası ayrı. abla yazsa sanırım karşılık verirdim ama, yani şirindi, bir sonraki aşıyı bekliyoruz şimdi :P
*
dün akşam işdönüşü iki tane hatunun gözlü ve sözlü tacizine uğradım motorda. tanışma vesilemiz ise merdivende arkamda olmaları ve benim çantalarına farketmeden bir tekme koymam. sürekli kikirdeşip bir hallere girdiler. yok fotoğrafımızı çeker misin, yok aslında senin telefonunla çeksek sen bana mail atsan, o benim telefonumdan daha iyi çeker. "elektronik iletişim kullanmıyorum, mail atamam kusuruma bakmayın" kontrası bile yemiyordu neredeyse. allahtan hatunun kafası basmadı mms gönder demeye, ona kalıp olarak verilecek bir cevabım yoktu, hoş bulurdum spontane olarak orası ayrı. etrafta gazilyon tane o pasları değerlendirecek adam var, nereden bulursunuz benim gibi içi geçmiş adamı.
*
haftasonu güzeldi, Dénis'imi gördüm, yıllar yıllar sonra. İstanbula tekrar dönme planlarında, ona iş arıyorum şimdi, hakikaten onun istanbulda olmasına ihtiyacım varmış, bunu hisettim. cumartesi evde "i am legend" ve "fight club" izleyip içtim, şizofrenide son noktayım. ama bizimki "tyler durden" değil olsa olsa "tahir dürten" olur, ama ben kısaca serhat demeyi tercih ediyorum. pazar günü çok eski bir arkadaşımla başladım güne, çocuklar gibi ps3 oyunu peşinde koştuk, tüm gün oyun oynadık, bira içtik, yıllardır bu kadar uzun zaman geçirmemiştik beraber. eskiden café köşelerinde ettiğimiz sohbetleri, sana mı gitsek, yoksa bana mı. bu gün eşim kursta, gel bana gidelim adam gibi şöyle erkek erkeğe bi gün geçirelim havalarındaydık. telefonla yemek siparişi, limitsiz bira, aslanlar gibi mudrace, böylesi güzellikler az hayatta :) soradan çıktım, efsa'yı taksimden almak için. taksimde 4 yeni insanla tanıştım, çok hoş sohbetleri vardı fakat ben ayık değildim, odaklanma sorunu yüzünden pek dahil olamadım kendilerine. bir sonraki sefere içerken konuşuruz daha da güzel olur sözlerini müteakip ayrıldık. otobüs iğrençti. devamında bir şişe tekila ve Mine'mle uzuuun uzun sohbet. özleşmişiz yine. çok dolu bir hafta sonu oldu benim için.
*
pazartesi akşamı 8den beri yine pek konuşmuyorum, durağa nbir ruh haline girdim. varsa yoksa ağırlık kaldırmak, monitöre boş boş bakmak ve gelen topları forehand passing shotlarla karşıya göndermek, kontralara halim kalmadı pek.
*
akşam feysbuka yazdıklarını gördüm fi$h hanım kızımızın, tekrar canı sıkılmış belli, rakı içilmesi gerek. fekat kendisine bu cuma için teklif götüremeyeceğim, pazartesi babamın ufak bir ameliyata girmesi lazımmış sanıyorum o yüzden bu hafta sonu iptal vaziyette olurum ben, koşuşturması sürer o işin. artık ilk müsait zamana diyelim. onun haricinde kendimi çok boş hissediyorum. kafamda şu gittigidiyor'da gördüğüm çadır var. onu alıp kelebekler vadisine kaçmak istiyorum. sonra da bozcaadaya. bu kafa başka türlü istediği seviyeye yükselemeyecek korkarım ki.
*
son sözüm de bastion stairs, enclave ve bilerot burrows boss'larına gelsin. geliyorum. ve ben geldiğimde kaçacak hiçbir yeriniz olmayacak, bilesiniz. "i've talked the talk, now it is time to walk the walk".
*
91 out.

Shattered





herhangi bir gece

1. Yol
"I am not afraid to keep on living, I am not afraid to walk this world alone "
*
akşamüstü dakikalar geçtikçe daha da kötü oluyordu adam. hasta olmamalıydı ama gelen de inkar edilemeyecek kadar sağlam bir darbeydi. hoş, hasta olsa da herkesin bok atacağı aşikardı, "ocak ayında kısa kollu gömlekle işe mi gelinir" klişesi. "beyinsizler" diye düşündü adam, insan bedeninde kollar ve bacaklar en son üşüyecek yerlerdi, bunu nasıl olur da bilmezlerdi ki. hastalığın sebebi farklı olmalıydı. ilaç almaya bile üşeniyordu, "siktiret, olmaz bir şey" diye geçirdi içinden. "evde yemek yapmakla uğraşmak yerine, dışarda iki dakikada birşeyler yer, eve gider devrilir yatarım, sabaha kalmaz birşeyim". iş bittikten sonra, "boğaz havası ölüyü diriltir"den yola çıkarak motorun dışında uzattı ayaklarını, aklında binbir düşünce. hemen iskeledeki büfelerde birşey atıştırıp eve gitmeye karar verdi, istemeye istemeye gelen rakı teklifine "abi hasta gibiyim, her dakika daha kötü hisediyorum" demesi zaten içine oturmuş.
*
büfeye gidip adeti olduğu üzre direk parayı uzattı. "bi yarım bi ayran, bi paket de chester light usta" sigarayı alıralmaz açtı, içesi geldiği anda vakit kaybetmemesi idealdi çünkü ;) yiyeceği kaptıp tam ısıracakken, hayat yine devreye girdi. tam ayaklarının dibinde, büfenin kenarında yerde büzülmüş duran kedi kafasını kaldırıp ona baktı. "bakıyor" diye düşündü adam, çünkü kedinin gözleri boş bakıyordu, kör olması muhtemeldi. miyavlamadı kedi, sadece baktı. "gel de yemek ye şimdi", hayvan kesin açtı. hayatta iki kişilik şeylerde adamın tavrı hep belliydi, yarı yarıya. şu anda farklı olması için sebep neydi ki? "tamam ulan tamam, yarı yarıya paylaşırız, kardeşiz sonuçta, üzülme sen güzellik". kabullendiği yarı yarıya kavramı biraz farklıydı ama, ayran benim, yarım kedinin ;) hoş kedi ekmek kısmını yemezdi ama, ya yerse. ayranı içip kediyi kucakladığı gibi, etraftakilerin şaşkın şaşkın bakmasını sallamadan bir köşeye kıvrıldı. salataları ayıklayıp, etin tamamını yedirmeden de kalkmadı ordan. adam uzaklaşırken, muhtemelen görmeyen gözlerle onu takip eden bir arkadaşı daha olmuştu. "siktiret, aç karna hap da içilmez zaten", bir sandviç daha alsa bir tarafı eksilecekti sanki adamın, ama fiziksel olarak doyma kavramına uzun zamandır inanmadığı için; başını eğip, evin yolunu tuttu.
*
"Nothing you can say, can't stop me going home "
*
2. Ev
"Those who have seen your face, draw back in fear "
*
Adam eve girdi, yolda kendisini farklı yerlere götürecek birkaç kararla birlikte. gülümseyerek yürümek garipti, hele ki izlenmekte olduğu hissiyatıyla. "izliyorsun, biliyorum. düşündüklerimi duyduğunu hissediyorum. onay verdiğini bilmek yeryüzündeki huzur." yapabileceğini biliyordu adam, kafasının içinde o konu ile ilgili bir sorun yoktu. basit planlamalardan sonra, amaca ulaşacaktı. uyumaya hazırlanırken kapının zili çaldı, hem de iki defa. adam kapıyı açmadı, oda sıcak, dışarsı soğuktu. "çok mühim olsa telefonla arar kapıyı çalan, aramazsa da koy götüne rahvan gitsin" telefon çalmadı, kitap bile almadı adam, oysaki kitap okumadan uyuyamazdı, yanında biri dahi yatsa bu kuraldı, yani çoğunlukla. bedeni kasıldı adamın, tıptaki en yakın karşılığı "rigor mortis" olmalı herhalde dedi, sesli bir kahkaha patlattı. aradan birkaç zaman geçti, manowar melodileri uykusunun arasında gelmeye başladı, "hassiktir telefon bu" dedikten sonra telefonu bulabilmesi biraz zor oldu, ama açtı. arayan rakı içmek için teklif getiren arkadaşıydı. "vaziyet nasıl, hastahanelik bir durum var mı?" "ameliyat olup öldüğüm güne kadar hastaneye gitmedim ki ben, tekrar ölene kadar da gitmeyeceğim zaten" diye düşünüp, "yok be abi ilaç aldım uyuyordum, dert edilecek bir durum yok" sözcüklerini sarfetti. telefonu kapattı, ama uykuyu kaybetmişti bir kere. "sigara" evet. sigara içmeye salona çıktı.
*
salona kadar gelinmiş, uyku kaçmış, sigara yanmış. "bilgisayarı aç" "odanın kapısını kapat, ısıtıcıyı yak ki sıcak odada uyu" beyinden ardarda komutlar geliyor, fakat adamın başı dönmeye başlamış. "oyun, ventrilo, tanıdık sesler, evde yalnız değilsin" "Hi Dev, want to burn the world down?" ; "Lets storm the greenland" "Order at sight" "Dev push them to the back!" "I want that stunties down!" "Show us some blood!" "Good job people" "Keep up the good work, Dev". adamın tansiyonu düşmüş herhalde, monitör gözünün önünde dönmeye başladı. "açlık da var tabi" "siktiret, arkadaşımın karnı tok nasılolsa, yarın sabah ben doyarım ama onun garantisi yok" içhuzura paha biçilemez.
*
"Your spirit and my voice, in one combined "
*
sonrası bulanık. yani ara ara üşüme ve ağrı hissiyatı. yine bilgisayar başında uyumuşum. telefon küçük odada, küçük oda sıcak, küçük oda uyumaya elverişli. fakat ben yine yapacağımı yapıp, salonda sızmışım. sabah 5 gibi titremeye başlayınca farkettim bunu, sonra küçük odaya geçtim, cehennem kadar sıcaktı. zaten kişiler kendi cehennemlerini kendileri yaratmaz mı?
ama cehennemde bile yalnız değildim dün akşam. bunu hisettiren herkese teşekkür ederim.

3G

yok efenim, sprite reklamı değil. 3 gün yazmaya üşendim ondan 3G :)
*
haftasonu değişik başladı aslında, yorucu cumanın ardından, işyerinden bir arkadaşla rakı içmeye karar verdik, mekan bildik mekan, kadıköy hamsi. benim açımdan tek farkı normalde 1830 gibi oturduğum hamsiye gece saat 2200 sularında oturmamız. bir büyük rakıyı temize havale edip, derin derin konular üstüne sohbet fena güzeldi. konunun başıyla sonu arasında büyük uçurumlar olması çok sarhoşluktan değil, arkadaşın da tamamen benim gibi aynı anda 3-5 şey düşünmesi ve serbest çağrışımının fazla oluşu, yoksa kuantum fiziğinden kadınlara, frekans dalga boylarının nümerik hale dökülmesinden tanrıya uzanan konu yelpazesi tek başına açıklayıcı olamaz. saat 0100 sularında hamsiyi kapattıktan sonra, ara sıra bahsini geçirdiğim moda sahilindeki efsane çöp kutuma gittik, elimizde bir torba birayla. havanın maşallahı var, buz gibiydi. ama içtikçe açıldık, açıldıkça ısındık. tanrıyla konuştuk bağıra bağıra, tanrı duydu mu bilmem, ama etrafta uyuyanların duyduğu muhakkak :) küfrettilerse de canları sağolsun, çok mühim bir görüşmeydi, yapmamız lazımdı. konuşmanın içeriği özel ama, aramızda kalması lazım, yazamam ısrar etmeyin. ama kötü birşey istemedik, iki kişi tek konuşma yaptık, karşılığında o anda ölsem bile içim acımazdı. hoş hala hayattayız işte. sonrasında yeni biraları alıp eve yollandık, arkadaş erken uyumayı tercih etti, ben de biraz daha uyanık kaldım, minemi aradım belki uyanıktır diye, uyandıramadım mı, yoksa ne oldu bilmem detayları, ben bayılmışım, sona da minem aramış (ki bunu pazar akşamı sızmadan evvel saati kurarken gördüm), boş yere telaş yaptırmışım herhalde kıza, kafama sıçayım :(
*
cumartesi öğlen uyanıldı devamında, mustafa daha uyurken, bir tostu müteakip biraya devam edildi, akşamın kafası yakalandı tekrar. mustafa uyandıktan sonra tekrar bir seans "kader" izlendi, demirkubuz'un kulakları çınlatıldı, büyük adam vesselam. sonra seneler öncesinden bir kısa film geldi aklıma, erkan can'ın oynadığı "bana old and wise'ı çal", o bulundu google'dan, bir parti de o izlendi, melankoli kıçımıza kaçacak kadar had safhadayek, adam ben evime gidicem dedi ve bir anda koptu gitti. ben de kalan biralarla başbaşa, kafam tamamen ayrı bir dünyada düşündüm, insanlardan kaçasım vardı, telefona bakmadım bile, korkuyordum nedense. o anda hazırlık yapmam gerektiğini hisettim, değişimin parçası olarak. spor için playlist yaptım günlük (yazının sonuna eklerim), hayvanca hem de :)
*
pazar sabahı uyandıktan sonra, birkaç pazardır yaptığım gibi, konuşmamaya karar verdim :) ağır bir kahvaltıdan sonra kendime gelmem kısa sürdü. oyuna girdim, ventrilodan 3 ingiliz, bir hollandalı ve bir belçikalıyla 6 kişilik raid party yaptık, onlar konuştu, ben sustum. allahtan biliyorlar "am no talkative dude, i just listen and do whatever needed" havamı, konuş diye zorlamadı hiçkimse. aslan marka oyun oldu, akşamüstü müsade istedim, kulaklıkları taktım kulağıma, koşu bandına çıktım, bir yandan da çamaşır yıkıyordum, hamaratlığım tutmuş kahretsin :P başım dönene kadar koştum, kusacak gibi hisettiğimde indim, evde başka yiyecek yoktu, kusarsam acıkırdım çünkü. şarkılardan o kadar gaz olmuşum ki, şu anda rayından çıkmış bir dolap kapağı, çok hafif kan lekeli bir duvar ve derisi soyulmuş, hafif kanamış bir sağ elim var. devamında bir duş, bir film, sonra bir film daha derken sızmışım. star wars - clone wars ve resident evil - degeneration, tavsiye ederim, degenerationun sonunu bilmesem de :) sonra minem aradı 2330 sularında ben bilgisayar koltuğunda uyurken, sonra konuşuruz dedi, beni kurtardığını bilmiyor ama, o soğukta koltukta uyuyakalsam muhtemelen bu gün kalkamazdım, her tarafım tutulurdu. salonda uyuyorum iki gündür, salon dediysem ufacık yer yani, bir tarafı bilgisayar-televizyon diğer tarafı üçlü koltuk işte. orda uyandım sabah, 0715 traş ol, kahve iç kitap oku yine geç kalıyordum eve. 0801de çıktım evden, botlar bağlanmamış, kravat çözük, saç taranmamış diye kafada bir bere ve kulağımda mp3player ile. motorda kravatını bağlayan ve devamında dans eden bir manyak gördüyseniz, tebrikler, bugün de beni görmüşsünüz :P
*
bu gün çok enerjik ve çok güçlü hisediyorum kendimi. sanırım şarkılardan. bundan sonra uzunca bir süre de güçlü hisetmeye devam etmek gibi bir planım var. bakalım yarın bize neler getirecek. şu anda güzel bir telefon görüşmesi de yaptım, bir telefonda 20 güzel haber. sanırım ben güzel olduktan sonra dünya da güzel olmaya çalışıyor. akıllı olsun işte böyle :P şaka şaka. şimdi bahsi geçen hazreti playliste gelelim;
*
311 - beautiful disaster
3 doors down - superman
alien ant farm - smooth criminal
bonnie tyler - hero
bush - the chemicals between us
christina aguilera - dirty
christina aguilera - fighter
enrique iglesias - rhytm divine (dance mix)
enrique iglesias - rhytm divine (club mix)
eric prydz - call on me
gloria estefan - you'll be mine (party time)
gripin - dalgalandım da duruldum
him - razorblade kiss
linkin park - in the end
kent - musik non stop
kosheen - catch
la bouche - you wont forget me
moonsorrow - raunioilla
muse - bliss
my chemical romance - famous last words
nightwish - phantom of the opera
nine inch nails - i want to fuck you like an animal
petula clark - you dont have to say you love me
pink - so what
sean paul ft. rihanna - break it
tatu - all the things she said
tatu - they're not gonna get us
thalia - arasando
vanessa amorosi - absolutely everybody
will smith ft. pussycat dolls - if you cant dance
*
şarkılar çok güzel olduğu, yahut aman allahım ölürüm bunlar olmadan olduğu için değil; bana yoğun şeyler yaşattığı için seçilmiştir. spor gibi kafamın sürekli dağılmaya yüz tuttuğu yerlerde, enerjimi, öfkemi, nefretimi, coşkumu, sevincimi ve sevgimi tek bir noktaya odaklayabilmek için böyle bir şeye ihtiyacım vardı. başarılı da oldu. artık her akşam terleyip kas acısından ölmek için yeterli materyalim var. ama duvarı yumruklamak istemiyorum artık, elim aciyo resmen. ama demiştim ya günlük, ben artık değişiyorum diye, ya da demiş miydim? demediysem de ima etmişimdir illaki :P hayvan değişiyorum, ve ortaya çıkan bu hayvandan sanırım birileri hiç memnun olmayacak. çok da umrumda değil, ama bu içimdeki gazı işyerinin duvarında patlatırsam, yumruğumu duvardan içeri sokarım sakata bağlarım. şimdilik onlar bilmese de olur. aramızda kalsın ;)
*
If I go crazy then will you still
Call me Superman
If I’m alive and well, will you be
There a-holding my hand
I’ll keep you by my side With my superhuman might
Kryptonite

Umuda tutunmak

Neresinden tutarsan tut, nasıl bakarsan bak, umut bir çare, mutluluk ise küçücük bir ayrıntı..

İsyan yersiz..

Bu hikayenin kahramanı Samsun-Terme-Taşlık köyü-İsimsiz bir çiftçi..

Babamsın..

Günaydın

"when i said, i needed you
you said you would always stay
it wasn't me who changed, but you
and now you've gone away

don't you know that now you're gone
and i'm left her on my own
then i have to follow you
and beg you to come home

you don't have to say you love me
just be close at hand
you don't have to stay forever
i will understand
believe me, believe me
i can't help but love you
but believe me, i'll never tie you down

left alone with just a memory
life seems dead and so unreal
all that's left is loneliness
there's nothing left to feel"

Sabahtan beri şu şarkı dilimde, sustuğum zaman da ıslık çalıyorum, adam gibi olmasa da. Güzel şarkı yahu, hakikaten güzel. Bu günlerde ne yaşamaya değecek şeyler yazıyorum, ne de yazmaya değecek şeyler yaşıyorum. Takıldım hayatın peşine gidiyorum sanki. Haftasonumu da aynı şekilde planlayacağım ekstra birşey olmazsa. Saatlerce oyun oyna 91, sabah kendine kahvaltı hazırla 91, çamaşır yıka 91, müzik dinle 91, keyifle iç 91 :) Alternatif birşeyler bulun bana ev halkı, hakikaten sıkılmak istemiyorum bu aralar, öyle bir lüksüm kalmadı. Kitap da okuyacağım, onu önermeyin lütfen :)

Çizgi günleri..




zambaklar gibi açardık sabahlarda..
güzel bir sabah olsun, o gülen gözlerinde...









En güzel resmimi çizmedim henüz. Gidenlerin arasından sonunu göremediğimden sadece..
Böyle oturup çizerken de hiç olmuyor, birisini fazlaca boyuyorum, önemini anlatamıyorum, göremediğim için sanırım..
Çizemedim demedim farkındaysan, çizmedim dedim, sadece seni daha güzel nasıl anlatabilirim diye yırttığım kocaman bir serzenişim olabilsin diye.
Bir de yarım kalan tabloların yarım kalan boyaları, boyalarımı hiçbir zaman unutamadım, bir bütünü tamamlamaya çalıştılar, hem de benim kafamdakini, ancak hiçbir zaman olamadılar, daha iyisi olabilecek diye..Boyaların saflığı hangimizin yalnızlığında mevcut?

Çizmemek ile çizememek arasındaki kaygıdayım, budur dediğim, yani bu olmuştur dediğim bir şey çizmiştim, 4 yıl önce, ihanet etti, intihar etmedi..40 yıl sonra çizseydim yine aynı şeyi yapacaktı, suyu belliydi..Dinlenmiş su kullanmazsan bu olur, dinlenmiş karakter misali..

Çizemedim, ama çizilmişini gördüm, hissettirdi bir çizilmiş..Alenen anlattı çizilmenin dayanılmaz coşkusunu, köşelerini, ve kıvrımlarını..Sonrasını sormadım, seviştim onunla..

Sen geldiğin dakikalarda boyanın farkına vardım, boyattırdın önceleri dünyayı tüm renklere..Renksizliğine inat eder gibi yaşamın, siyahı griye ve ölümün sesini çocuk ağlamasına..Büyümemiş bir çocuğun acıktım deyişine..

Bu tonlara alışık değilim..
Sevişmelerimin kara kalem çizgilerini sorduğunda saçmalayışlarım, kaçmaya çalışmalarım ve de sendeleyişlerim..Bunlar benim ağlayışlarım..Kendime haykırışlarım..
Gençliğimde çizdiğim bir kelebek gibisin..Uçup gitmenden korkmuyorum..Hiç eskilerden korkmadığım ve de korkamadığım gibi..
Ama seni seviyorum. Uçmanı istemediğim gibi..

Bildiğim tek renk kızıl mevsim olsun..

Ben hala çizmediğim resmin hayalini kurarken onun içini ve de dışını boyarken buldum kendimi, kedimi, köpeğimi..Aşık oldum..Sana..

Kader

"Herkesin inandığı bir şey vardır, benim inandığım da sensin bu amına kodumunun hayatında!"

"Sonra; bak oğlum dedim kendi kendime... Yolu yok çekeceksin... İsyan etmenin faydası yok. Kaderin böyle... Yol belli. Eğ başını usul usul yürü şimdi..."

Bir insana ateş yakarsanız, ateş sönene dek ısınmasını garanti altına alırsınız. Bir insanı yakarsanız, geriye kalan hayatı boyunca ısınacağına emin olabilirsiniz. 91

abbio kişisi; Ağzıma sıçtın bir dvdyle. Hakikaten yaptın bunu. Bir sabah Kars'tan edeceğim telefona kadar, 1-0 öndesin, o telefonu aldığında skor 1-2 olacak, ama son düdüğü hiç duymaycaksın(ız). Deplasman taraftarına saygılarımla.

Sisli sabah..


Bir sen düşledim bu sabah, şöyle acılı bir klarnet ezgisinde..
Fazlasıyla benim olan bir sen, tutkulu ellerin ve dudakların ve sözcüklerin..
Ve öyle bakacaksan güneşe..
Günaydın, insanlar..
Günaydın en büyük savaşların arasında sevebileceğim sen..

MORE!





Bira, Şarap, Bananapower, Tekila.

Ölmez sağ kalırsam da Rakı.

All I want for christmas is;


MORE!

All I want for x-mas

Kafamın içinde hala aynı şarkı dönüyor, içim hala huzursuz. Bir rahatsızlık söz konusu da, sebebi yahut sonucu belirsiz. Bir dağ evi düşünüyorum, biraz kar, bir şömine, nargile biraz, sessizlik çokça, arada o sessizliği tamamen yırtmak için "Phantom of the Opera", bir çok kitap istiyorum, şimdiye kadar okuduklarım gibi iyi, güzel, kahraman, özverili insanlarla dolu; arada okurken gözlerimi dolduracak, belki sallanan bir sandalye; sırf konsepte ayıp olmasın diye. İliklerime kadar titretecek bir soğuk düşünüyorum, limitlerime vardığım zaman sırtıma alacağım sıcak bir battaniye de. Bir tane hiç bozulmayan çilek olsa, faunus gibi bir şeyin içinde dursa, umudun tükendiği an onu yiyeceğim, yedikten sonra her şeyin çok daha güzel olacağına inanmak istiyorum, ve o çileği yedikten sonra tekrar umudu kaybedersem yiyebileceğim bir çilek olmadığı için o çileği hiç yememek, sadece uzaktan bakmak.
*
Bir yalnızlık düşünüyorum, şu andan daha yalnız.
*
Not: Şarkının ana teması, ve sözleri "All I want for x-mas, is you..." diye biter, bilirsin. Onu bile istemiyorum.