bira etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bira etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MORE!





Bira, Şarap, Bananapower, Tekila.

Ölmez sağ kalırsam da Rakı.

All I want for christmas is;


MORE!

the day that never comes

Günlerden pazartesi ve ben yine o standart mutsuzluk haline girmiş durumdayım. Halbuki mutsuz olacak bir şey de yok hani. Yarın iş yarım gün, 15.00'da parti var, yıbaşı günü zaten gayrıresmi olarak yarı mgün olur, perşembe tatil, cuma zaten tam gün olsa ne yazar, ertesi tatil. Ama gel gör ki, nefes almaya bile üşenir oldum sanki. Cuma akşamı çok özlediğim birçok insanı aynı masada gördüm, çok keyiflendim. Ha biri kıbrısa taşınacakmış, en azından 2 sene dönmeyecekmiş, duyunca üzüldüm. Kendisi için güzel karar tabi, bize desteklemek düşer diye düşünüp, "git be abi" den öteye birşey söyleyemedik tabi. Arada biz de yanına geliriz filan diyoruz, tabi ne kadar mümkün olur belli değil de, adamı burada mahsur bırakacak değiliz ya. Sonra sabah 03.30'a kadar shafttaydık, kafalar birmilyon :) Hala kararsızım, basçı hatun muydu erkek miydi diye. Gitmiş olanınız varsa bir haber etsin lütfen, bu cuma tekrar gitmeyeyim shafta, bira 8ytl; evlat acısı gibi. Dönüşte bissürü bira aldım eve gelirken, ne akla hizmetse, tabi sadece 2 tanesini içebilmişim :) Cumartesi gündüzü de o biralara ayırdım, ayılmadan bira yüklemesi yapınca, felaket keyifliydi kafam. Sonra Minemle buluştuk, yeni yıla girmeden ona şaraplarını verebildim, nasıl doğumgünü hediyesiyse, aksilikler yüzünden kutusu kaymış hediye oldu. E benden de fazlası çıkmaz zaten, ben ne kadar düzgünüm ki etrafımdaki şeyler düzgün kalsın. 20 sularına kadar beraberdik, daha da bira içtik, sonra gidip 4 film aldım, aynı mekana çöküp iki bira daha içtim, açılmasın kafam diye diye. Sonra yaşlı bir amcayla sohbet ettim tekel bayiinde, en son oradan bulabilmiştim tekel birası. "Kalmadı artık oğlum öyle şeyler, bu adamlar her bir güzeliğin içine sıçtı" konulu konuştu, ben de kıramadım kendisini, 4 tane efes aldım koyuldum ev yoluna. saat 21.30lar civarında evdeydim herhalde. CüzzamlıMelek hanım kızımızla konuştuk uzunca, en sonunda derdimi anlatabildim diye umuyorum :) Sonrası PuCCa'dan gördüğüm "So what"x25 :) ay em e rakstar, iyi güldürdü sağolsun, sonrası bulanık, en son yine Minemle msnde konuştuğumu hatırlıyorum, sonrası karanlık. Yapmamışımdır ama bi hıyarlık, yani bu aralar genel itibariyle pek hıyarlık yapmıyorum, ama garantisi yok tabi. Pazar neredeyse hiç konuşmadım, oyun oynadım, bunaldım, sıkıldım ve günü tamamladım. Soğuk evde duş alamamaktan mütevellit sorunlarım oldu, ama onu da gece 00.45te kaçacak yerim kalmayınca kendimi duşa atarak çözdüm, kıçımda bir kalıp buzla uyuması her ne kadar zor olsa da. Ve sabah. Pazartesi sabahı. Aynı döngü yine başladı. Neden mutlu olduğum her güne, ondan daha uzun bir süre mutsuz olarak karşılık veriyor bünye anlamak zor. Ama hakikaten klas sıkıcı bir gün bu gün. Eve gidip haftasonu dağınıklığımı sıfırlamam lazım. Sonra, ağırlık kaldırmam lazım umarsızca, kollarım inceliyor gün be gün :( Tekrar düzenli olarak gitmem lazım şu hillside'a, verdiğimiz onca paranın hatrına bari. Mutlu olmam lazım, şu mutsuzluk hallerine inat. Aslında mutlu olmaktan ziyade, mutlu kalmam lazım. Anlık mutlulukları uzatmam lazım, yani bir değişiklik lazım. "Yeteeeer!" diye bağırmadan önce. En azından mutsuzluklar eskisi kadar sürmüyor, onu farkettim. Misal şu anda içimde birşeyler gülümsemek istiyor, sanırım akşamüstü olmadan dünyaya bir tebessüm etme şansım olacak gibi, kim farkedecekse eksikliğini. Yılbaşı da kapıya dayanmış zaten, ikramiyemi yatırsınlar, ben de feykencil'in önerdiği kitapları alayım, bir yandan koşu bandına çıkayım bir yandan kitap okuyayım. Sağ bileği de iyice bir sargıya aldım mıydı, hala 45 dakika koşabilecek kondisyonum vardır sanırım. Yani umarım. Sigara ve içki, mesafeyi koyuyorum akıllı olun, 2 gün daha var, sonrası "mereba mereba" samimiyetindeyiz, uyandırayım :) Ayıkken de güzel saçmalayabiliyormuşum onu farkettim şu anda zaten, yoksa artık ayılamıyormuyum onu da bilemedim gerçi. Hangisi olursa olsun farketmez, sonu iyi biten her şey iyidir. Ve bu son iyi olmak zorunda. Kötüsüne kafam girsin çünkü :) 91 out.

I am a Problem Child

sabahtan beri bu şarkı var aklımda. nereden geldiyse. mp3leri yoktur bende, herhalde en son kasetlerini dinlemiştim. yuh diyeyim, herhalde bir 10 seneden fazla olmuş. bu aralar da sürekli geçmişe götürüyor düşüncelerim, sokak lambası olmayan koridorlarında beynimin, küçük bir çocuk kaybolmuş, kendini bulmaya çalışıyor sanki. seneler önce ben nasıldım, şimdi nasılım, hangimiz daha güzeldi,o gün o anda o hareketi yapmaya/yapmamaya karar versem acaba ne olurdu merkezli düşünceler beynimi yiyor resmen. arada canımın acıdığını bile hisediyorum, bundan kaçmak için de en iyi morfin olan düşüncelere dalmaya sığınıyorum. hakikaten salak saçma şeyleri bir araya getisem kasti olarak, ancak böyle olurdu.

* * *

cumartesi akşamı oyunum olduğu için cuma akşamına yaptım alkol programımı. sanıyorum hera'da yahut muadili bir mekanda önüme bir dizi tekila bardağı koyup, insanları izleyeceğim. en son yaptığımda masada öfleyip pöfleyen insanlar vardı, canım sıkılmıştı. öfleyip pöflemeyen insanlar olsun istiyorum yanımda, yahut öfleyip pöfleyecekse kimse olmasın. arada gözlemci kalmak istiyorum hayatta (oha yalana bak sanki hiç gözlemlemiyorum etrafı), çevreme bakınıp eğlenenleri yahut somurtanları, dansedenleri yahut umut edenleri kategorize etmek, düşünmek, bakmak, bakmak, onların neşelerine tanık olup hüzünlerine dahil olmak. bazen tanımadığın bir kadına yahut adama bir bira gönderip, "siktiret ulan bu da geçer" deyip hayatlarına girdiğin 5 saniyeye inat 2 saniyede kaybolup gitmek. hoş şeyler bunlar. ve hiçbiri de "öff pöff" denip sıkılınacak kadar tekdüze değil.

* * *

ıslık çalamayanların ve silah fetişi olanların büyük çoğunluğunun başarısız bir cinsel hayatı olduğunu yahut eşcinsel eğilimleri olduğunu okumuştum bir yerde. yıllar yıllar evveli ama. o günden beri, ne zaman birileri salak saçma muhabbete başlasa, ve az çok silahlara ilgisi olduğunu bilsem, direk bu kısa anektodu anlatıyorum kendilerine. sanki marsta hayat bulundu demişim gibi ilgiyle dinliyorlar, ulan ossuruktan bir dipnot bile olamayacak kadar boş bir konu işte. bunu neden yazdığıma gelince, bunu kime anlattıysam, ya kısa vadede (5-30 dakika) çaktırmadan ıslıkla bir şarkıya tempo tuttuklarını, ya da en güneş görmemiş cinsel tecrübelerini anlatmaya başlayan insanlar tamam, 95% erkekler- görüyor olmam. ulan güleceğim gülemiyorum, ağlasam çzüm o değil. biri de çıksın desin "e neden anlattın şimdi bunu?" diye. herkes savunmaya geçiyor ansızın, sanki atakta olan bir cephe varmışcasına :)

* * *

insanların düşüncelerini ve korkularını bulmak, onları değişik hallere sokmak, devamında da kendilerine gümüş tepsiyle sunmak istiyorum. bunların beni neden güldürdüğünü de bilmiyorum. korkularım yüzüme vurulsa agresif tepki veririm, bana gelen agresif tepkileri ise karşılayabileceğime inanıyorum. ya insanların saldırmaya bile değer bulmadığı bir gerizekalıyım, ya da bir kısım çekinceleri var çevredekilerin, haklı yahut haksız.

* * *

3 vakte kadar delireceğim sanırım. dediydi öküz dersiniz.

* * *

hayat, pusudayım ulan sana karşı!

kazma, kürek, ÇAPA, samatya, koşuyolu

akşam tam 10 kişiydik. 1/2500000 oran için düşük gözükebilir aslında ama, biz onu bulmaya gittik. bulacağız da. sen dayan koca adam.

akşam kan vermekten çıktığımızda belliydi gecenin bitişi, "şu tarafta bir biraane gördüm" diye bir ses çıktı, abbio biraanenin adını söyledi, ben rakı mı içsek dedim, asbaşkan samatya dedi, büyükbaşkan istikamet verdi, patriot yol tarif etti ve ekip samatyaya ulaştı. yok orda dizi çekilmiş, yok burda alihaydar. ben anlamam benim derdim alkol nidaları arasında 25 dakikada karar verebildik hangi mekana oturmamız gerektiğine. bir güzel içtik rakımızı, kan verdik rakı aldık diye gayet hoş replikler döndü. giderken acaba 3er tüp daha mı versek kanı alkollüyken başka alkolsüzken başka çıkar mı acaba sonuçlar dediğimize göre, etkisi tümden sıfır değildi :)

bundan sonra biri nerde oturuyorsun diye sorarsa kaçacağım ahali. ben istanbulda yaşamıyormuşum meğerse. ulan polis çevirmesine girmeyelim diye aksaray ve lalelinin ara sokaklarında 20 dakika kaybolduk, gözünü sevdiğim memleketi nelerle doluymuş ya. orkinos disco bar diye bir yer gördüm, gülmekten bi hal olmaya çalışırken açıklama geldi, abiii içerde rus var. tabi, facebook olayı, önemli olan ruh güzelliği değil, rus güzelliğidir diye. zor kaçtık millet bize de saracaktı neredeyse. utandım bile kendi çapımda, ciga zaten kaçmak için dünden razı.

abbio'nun sitesine çöktük sonra, güncel tartışmalardan sonra abbioyu yatırdık gece 2 sularında, yani yatmaya gidiyorum dedi gitti, giderken beni de kovdu pezevenk, sen sabah işe gitmeyecekmisin lan diye kibarca. abi müsade olursa biraları bitirelim bari dedik, alttan almak zorundaydık. adam evsahibi, sitesinin bahçesinde kalasla girişse bize hakkı var.

ciga ve 91 olarak sabah 4e kadar deplasman yaptık, konuştuk saatlerce. bu adamla konuşmayı, uzun uzun dertleşmeyi seviyorum arkadaş. abi ben sabah uyuyacam sen işe geleceksin, mahcup oluyorum demesi bile garip geldi, bu kadar düşünceli olma be adam! :)

sonra biraz geç geldim tabi işe, ama izinliydim. co-pilotum sağolsun, su vanası patlamış, tamirciyle uğraşıyor diye izni patlatmış bana. şıracı-bozacı-akşamcı-sosyal içici olarak devam ediyoruz yola.

beni sevin anacıım, dibe vurmaya namzet bu günlerde sanırım sevilmeye ihtiyacım var.

Ne Geceler Yaşadık

ve hâlâ ölmedik.

Yağmurluydu gün, kötü haberlerle başlamıştı, cıvıl cıvıl bir sesin haricinde. Evden çıkmamaya karar vermiştim, dış dünya tehlikeliydi benim için. Ama dünya ayağıma geldi, nasıl reddedebilirdim ki. 8 sularında Abbio ve IRELAND, 9 sularında da ciga olay mahalline intikal etti.

Başlangıç J&B, Karga ve Efes ile olunca, finali rakı ile yapmak kaçınılmazdı. Vay anasını. Yan balkonda bizi izlemekten yorgun düşen gençliğe ise sabır diliyorum. biz daha çok içeriz de, siz izleyemezsiniz bile.

Kulaklarınız mı çınladı? Sebepsiz yere alkol mü almak istediniz? Bir anda kimliği belirlenemeyen hüzünler mi çöktü üstünüze? Yalnız mı hisettiniz? Korktunuz mu ıssız yolda bir başınıza yürümekten, ıslık mı çaldınız yoksa hafif bir şarkı mı mırıldandınız?



Sorumlusu biziz. Biliyoruz çok güzeliz. Hep olduğu gibi, eğdik başımızı, yürüyoruz.

Kaçış Bölüm 3 - Lets delay our misery

Dağıldı kafa nispeten, mızmız veletler gibi ikide bir gözlerimin dolmasını es geçersek tabi. Elimizden geldiğince bir bitirelim şu ada notlarını da, sözümüzü tutalım.

Hatun kişi "madem siz yarın sabah gidiyorsunuz, bu akşam içelim o zaman rakıyı, hade hade hadeeeee" şeklindeki girişimleriyle beni benden aldı. Bu ne alkol sevgisidir mübarek, benden beterleri de var galiba diye geçiriyordum içimden ki yağmur başladı. "Halimize gökler ağlıyor ulan!" dedim, içimden ama. Durumun her ne kadar kötü olursa olsun, insanların bilmesine izin verme. Önemli kuraldır. (Not. Bundan aylar evveli, sevdiğim bir heriften aldım bu doneyi. "Yeter ulan yeter" diyordum, "adım adım ölüyorum ve insanlar bunu farketmiyorlar bile". Aldığım cevap kamuflajımı iyi yaptığımı kanıtlar gibiydi, "Sen ardarda bu kadar mutlu maskeleri tak, ve devamında öldüğünü insanların farketmemesi yüzünden üzül, tezat bu söylediğin" tarzında bir sözdü. Kaska, yaz şuraya, deli etme adamı) Neyse fazla melankoli yapmayalım, geceye dönelim, komikti vesselam. Çirkin ördeği adaya inmemiz için önce şaraplarımızı bitirmemzi gerektiğine ikna etmek çok zaman almadı, ki onun da birası duruyordu zaten. Yanındaki arkadaş da tesadüfen karşıyakalıymış. Bu gariban da karşıyaka doğumlu ama bir defa olsun görmedi oraları, ama bu ortak paydalar bulmaya engel değil tabi.

Şarapları gövdenin nadide bölgelerine indirip, ufak yollu arabaya doğru yöneldik, elimizde anlamsız biralarla. Adanın merkezine giderayak biraz tereddüt yok değildi, ahali bize doğru kalas ve meşe odunlarıyla koşacak hissiyatı bir an bile eksilmedi içimden. Tek tesellim o anda sarhoş olmamaktı, kahvenin önünden geçerken şu taburelerle de iyi savunma yapılır diye gaz veriyordum kendime. Önce Murat'ın mekanı zorlandı, baktık oradan hayır yok, abbio bey'in ısrarla BOROZAN dediği, fakat aklımda kaldığı kadarıyla Boruzan olan restoranın sahil kenarındaki masalarından birine konuşlandık, garsonların eşsiz bakışları arasında. Yemin ediyorum ünlü biri olmanın nasıl birşey olduğunu o anda anladım. "Abi o sizsiniz di mi?" "Hani o antalya maçındaki arkadaşlar?" "aaa evet evet bu abi o Galatasaray formalı abi" "Abi ne güzeldiniz siz yahu" nidaları arasında girişimizi yaptığımızda, onlar esas şovun cumartesi olduğunu düşünüyorlardı.

O ne karidesti, o ne ahtapot salatasıydı anlamadım. Muhteşem desem az kalır, ama mailfeed'in haber verdiği kadarıyla Fish hanım ahtapot ızgara yemediniz mi diye bir yorumda bulunmuş, o kafayla aklıma bile gelmezken, salatası hiç çıkmaz aklımdan. Çirkin Ördek hanım abbio'nun köpek fobisini yenmesine yardımcı olurken, İsmilazımdeğil bey de bana göztepe karşıyaka kavgalarının ne kadar devasa olduğundan bahsediyordu. Söyleyemedim arkadaş 8 biranın yanına 2 şişe beyaz sıkıştırmışım, kafam bir dünya, raki şogüzel, kime ne anlatıyorsun diye. Rakılar rakıları kovalarken, bir noktada "Efsane Geri Döndü". Abbio bey tuvalete gitmek için ayaklanmışken, içine şeytan girmiş bir garson ona "Abi sen buradan denize atlayamazsın" tespitinde bulununca, abbio'nun gözünde çakan şimşekler ortamı aydınlattı. Hani ufakken derlerdi ya, "ne dersen bir fazlası" diye, abbio ne kadar atlarım diyorsa bir garson daha olaya dahil olup atlayamazsın deyip masumun kanına girmeye çalışıyorlar. Kendi kendime koskoca abbio bu gaza gelmez derken donuklaşan bakışlar beni paniğe garketti, sonra tek gördüğüm abbio'nun uçan hali. Balıkçı teknesi, mazot, etraftaki insanlar. Peeh onlar da kim oluyor :) Barbaros'un torunu Abbio Hayrettin Paşa olay mahallindeki hakimiyetini kurmuş, adayı olmasa bile garsonların gönüllerini fethetmişti bile. Bir anda çirkin ördek hanım da sağımdan uçtu mazotlu suyun içine. Hey maşşallah sözleri arasında sıra bana gelecek zannedenler çok yanılmıştı, çünkü gaza gelmezdim ben, nedense.

Daha temiz yerden uçma kararı verildiğinde, abbio tüm centilmenliğiyle çirkin ördek hanımı etraftakilerin gözü önünde kucağına alıp, denize atlamak yolunu yarılamıştı ama hain kader ağlarını örmemiş, kıyıda bırakmıştı. "Palamut" abbio da kucağında çirkin ördekle en son ağların üzerine uçarken görüntülenmişti, masamızı diğer tarafa taşıdıktan sonra deniz sefasını müteakip ayrıldık adanın merkezinden, gayet makul bir hesap karşılığında hem de. Sanırım şov ücretini hesaptan düşmüşler :P

Dönüşte sebebini bilemediğimiz bir şekilde yine kaybolup, ayazma plajının önünden kamp yerimize doğru gidecekken, son darbeyi de ben vurayım deyip, "burada yüzülmez mi bea" argümanını ortaya atıyorum, ilk ve tek destekçim çirkin ördek oluyor. Bu arada bira aldığımı farkediyorum, hatta içmekte olduğumu da. İsmilazımdeğil bey biralardan ikisini alıp kampa doğru gitmeyi, çünkü midesinin bulandığını söylerken, kulağıma eğilip tekrar belirtme ihtiyacı hisediyor "O benim kız arkadaşım değil, rahat olun o yüzden benim için bir sorun yok". Ulan hayatında hatun yüzü görmemiş yamyamlar mıyız biz? Ne asabımızı ne de terbiyemizi bozmuyoruz tabii ki.

"Vay anam vay Serhat neler dönüyor burada?"
Devamı flu, ayışığı altında çirkin ördekle yüzmemiz, boğulmasından korktuğum için yanından ayrılmamam, bu hareketlerden rahatsız olmam, kolsuz tshirtümü adanın kabaran dalgalı sularına kurban verip Poseidon'u yatıştırmam, terliklerini kaybeden çirkin ördeği kucakta arabaya kadar taşıyıp, kendi terliklerimi bulma çabalarım, abbio'nun vakur yamyamlıkları, "Oooha! Yuuhhhh!" replikleri, terlikleri bulmam ve devamında kampa doğru yol almamız sanki bulutların üzerinde bir yolculuk.
Bundan sonrası karışık, hem yaşananlar hem de hatırlayamama sorunu yüzünden. Sabahı ettiğimizde buruk bir veda, çirkin ördeğin bizi yolcu etmesi, ismilazımdeğilin çadırında uyumaya devam etmesi, terliklerin tümünün bulunması, iyi yolculuklar dilekleri hepsi bir çırpıda olup bitiyor.
Bizim üzerimize düşen ise, Şebnem ablaya veda etmek, istanbulda tüketilmek üzere bir kısım şaraplar almak, kahvaltı edip, köpükler eşliğinde adaya veda etmek. Hüznün dorukları gibi, sevgiliden ayrılmak gibi, evini terketmek gibi, gibi oğlu gibi işte. Sadece 4 gün kalınan adadan, hayat dersleri alarak dönercesine buruk, başarmışcasına gururlu. Sözün bittiği yerden, istanbula dönene kadar fazla nefes almamaya özen gösteriyoruz, onun yerini sigara alıyor. Kelimeler tükenmiş, gözlerde bir korku. Çünkü; Sonbahar geliyor.
Ada ile ilgili notlar bunlar, kasten bazı detaylar atlandı, kişi ismi vermekten kaçınıldı, bazı şeyler kendimize saklandı. Ama genel itibariyle yaşananlar bunlardı ki, bağbozumunun yanında, güzdönümü de oldu. Biz gittikten sonra 24 saat kesintisiz yağmur yağmış ardımızdan. Pisliğimizi adadan yıkayıp temizlemek için midir, yoksa gidişimize ada mı ağlamıştır bilinmez. Rivayetler varsa da rivayetleri dinlemek pek benim işim değil. Ben önümüzdeki maçlara bakıyorum, çünkü bize her sevdadan geriye kalan, sadece Galatasaray :)
Persephone Hades'in yanına döndü döneli hayat bir garip buralarda. Oysa ki Persephone ile de pek sevişmeyiz. Farklı dünyaların tanrısı o, biz ise onun gidişiyle ortaya çıkan durumları içkimize meze eden insanlarız. Ama bir gün biryerlerde Persephone ile de görüşeceğiz, hesabımızı kapatmak için.
Ya da, Persephone insan biçiminde bize gözükecek. Dedik ya, sonbahar. Bizim mevsimimiz.

Kaçış - Bölüm 2 - Sen, Ben, Değirmenlere KARŞI

İkinci bölüm, geç oldu, güç de oldu ama oldu. Yani (10.38'de kaydedildi taslak diyor sekreterim blogger bey, şu anda saat 12.53, evlerden ırak hakikaten güç oldu :P ) olacak, başlanmış iş bitmiş iştir ne de olsa, sanki babam gelip yazacak, ben yazmazsam nah biter. bunu idrak ettikten sonra gidip bir yerlerden soda bulayım. Öğle yemeği iyiydi hoştu da, sanırım mideme oturdu allahsız.

Nerede kalmıştık? Şenol dedik, gecenin sonu dedik, hatırlamıyoruz dedik. Dedik de, uyanması çok zordu. Hele bir de gece vakti 91 tuvalete çıkar da çadırın fermuarını kapatmazsa, hele ki ilk gece abbio çadırı kurarken çadırın tabanına "cırt, cııııırt" diye hasar verdiyse. Bir de bu iki organizmanın (dedim ya insan demeye dilim varmıyor, evlat olsa sevilmez) akşam damacanayla alkol tükettiğini düşününce, sabahı tahmin etmesi sıfırla eksi sonsuz arasında herhangi bir noktaya denk geliyor. Düşünmemek en güzeli. Yedik fırçamızı oradaki "anaane" teyzemizden, çok içmişiz, fantastik olmuş girişimiz, üzülmeyin hep olur öyle, insanlar ilk günlerinde patlak veriyorlar mealinde birşeyler söyledi. He dedik. Adamın biri bizi kalasla dövmek gerektiğini söylemiş, neden girişmediği muamma, kimdi o deyince, arka masada kahvaltısını eden kel rahatsız olmuş gibi durdu, güldüm kendisine. Gidip kulağına fısıldamak isterdim, reklam sloganı tarzında; "Bir kalas asla yetmez" diye, ama o arada birayla meşguldüm, bir de gelmeyen menemenin godot'suydum.

Gündüz olağan şekilde Akvaryum koyu (ısrar ediyorum gidiniz), Şebnem abla, O muhteşem şaraplar, Rüzgargülü, Kamp arasında geçti, sessizdi, sakindi. Abbio dünün yorgunluğunu atmak için erken uyudu. Ben üstüne yatacak tahta bir sedir buldum, 5 şişe bira ve abbio'nun sigarası eşliğinde 2-3 saat yattım. Yıldızları izledim, cırcır böceklerinin korosu muhteşemdi. Hayatımı gözden geçirdim nicedir yapmadığım şekilde, uçurumdan aşağı yuvarlandığımı farkettim, gülümsedim yuvarlanırken, o da bir safhası değil mi sanki delirmeye giden bu yolun. "Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak" dedi, şebnemlerin ferah olanı, dinlemedim. Çünkü aslolan Şebnem abla'nın bize söyleyeceği "Hatırlamak bir anlam ifade ederken o hatıralara kederlenmek, o kederi yaşamak" idi. Duyar gibiyim "ulan ipne daha duymadığın bir söz nasıl o anda aklına gelmiş olabilir ki?" diye :) Melankolik insanız vesselam (bilgi işleme çok teşekkür etmek istiyorum şu an için, Scorpions - Still lovin' you çalmakta şu anda, taa lise yıllarıma pencere açtılar), aynı kelimelerle olmasa da aynı hissiyatla düşünüyoruz. Çok yaşa sen Şebnem abla, hüznünle, güzelliğinle, biricik olmanla, ve daha mutlu günler için, çok yaşa.

En sonunda sabah oldu, yine bir kahvaltı, yine bira ama ondan sonrası fantastik oldu. Efenim Abbio kişisi tipime bakıp "bu takoz hiç bilmez masa tenisi" demiş olacak ki, bana maç teklif etti. Malumunuz olacağı üzere, biraz futbol izleriz, biraz da kural tanımazlık var bünyede, biz de masa tenisini 50de devre, 100de biter şeklinde icra etmeyi uygun gördük. Biz raketlere doğru giderken, o gece tanışacağımız arkadaşlar da kamp mahalline yeni duhul oluyorlardı. Vah gariplerim. Sayın okuyucu, tabirimi mazur gör ama, maçın sonunda kelimenin tam manasıyla abbio efendinin eline verdim, raketleri. Gönül timsah yürüyüşü yapmak isterdi ama, çok tozluyu, edemedim kendime bu kötülüğü. (Tabi şöyle bir durum da söz konusu, masa tenisinden önce tavla da oynamıştık, aman allahım o neydi yahu, bu günü hiç unutmayacaksın diyen abbio ve tavlayı 6-2 gibi net bir skorla sözün sahibinin koltuk altına sıkıştıran 91. Kahretsin, her geçen gün mükemmele yaklaşıyorum.)

Adanın doğal bitki örtüsüyle içiçe geçen güzel bir günden sonra, bizim doğal besinimiz olan şarapları almak üzere geri dödük kürkçü dükkanına, e boru değil, gündüz şehir merkezinde Şebnem abla bizi görmüş, el bile sallamış, iade-i ziyaret yapılmazsa olmaz. Duşumuzu almamızı müteakip oradaydık, tüm dingilliğimizle. Misafirleri varmış, masadan da kaldırdık ama, hiç üşenmedi o. Sanırım ağır kaldırmış ama, eğilip kalkarken acı çektiğini saklamaya çalışsa bile, acıyı gören gözlerden saklamak biraz zordu böyle şeyleri. O arada eşi lafa tuttu bizi, dün sizden bahsediyorduk diye. Hep aynı saatte gelip, aynı şarapları alan iki kişi olarak kazınmışız belleklerine, hoş tabi.

Yine akşamüstü, yine rüzgargülü dedik, elimizde Şebnem ablanın hediyesi kadehlerle, abbio tespitte bulundu, "buradayken daha bir içli muhabbet dönüyor sanki" diye. E tabi, yeşil gülüşler, mavi öpüşler var fonda dedik, acımız büyük dedik, sen sarıyla kırmızı dedik (biliyorum anlamsız geliyor, eve gidince unutmaz da fotoğrafları atabilirsem anlam kazandırabilirim bu sözcüklere, af buyursun kıymetli okur) İçli sohbetler ister istemez özel mülkün saat 20 itibariyle terkedilmesi ile yerini mobil içli sohbetlere bıraktı, 4 kilometrelik yolu yaklaşık 1 saatte aldık ki bu da kendi çapında bir rekordu, araba içinde kadeh tokuşturarak şarap içtiğimizi görseler kesin "gay" damgası yerdik, ki kampa dönünce abbio bu soruna bir çözüm getirdi. herneyse o bir sonraki paragrafın konusu.

Kampta bira içelim isteğine, abbio şaraptan devam kontrası verdi, biz de Şebnem abla'ya ihanet ettik, açılan birer şişe talay şarabı Karga'nın ardından çamaşır suyu gibi gelse de, içinde alkol var o da candır mantığıyla içerken, çirkin ördek yavrusu yanımıza geldi, merhaba diye. N'apıyorsunuz burada sorusunu, Hagi kıvraklığıyla "içiyoruz" diye sağından atıp solundan geçerken, abla formamıza asılmak suretiyle "gelin beraber içelim" diyerek engelledi. Tehlikenin farkında değillerdi, ha keza biz de. Tanıştık çift olmadıklarını ısrarla belirten çiftle, abbio'nun ısrarlı "biz aynı çadırda kalıyoruz ama heteroyuz" saplamaları eşliğinde.

Adayı sordular, hikayemizi anlattık, çok güldüler, hatta çirkin ördek yavrusunun bir ara gözünden yaş geldi. Utandı garibim göğsündeki "69" dövmesini bize açıklarken. Yok çok sevdiği bir arkadaşı "6" imiş, o da "9" imiş, hayat boyu hatırlamak için yapmışlar, kinayeli oldu tabi. Biz abbio ile dövme yaptırsak "333" yaptırırız herhalde, "üçyüşotuşüş" şeklinde okuyoruz, hep sarhoşuz diye bir açıklaması olur, hiçbir seksüel çağrışım yaptırmaz, çünkü belirtildiği üzere "heteroyuz abi". haha.
Hatun kişi bizi yarın akşam yapacakları mangala davet ederken, biz sabah yola koyulacağımızı söyledik, ve o fikir çıktı bir anda. "O zaman bu akşam içelim rakıyı"

Son akşamı Bölüm 3'e saklamak niyetindeyim, çünkü çıkıp sigara içmem, yine düşünmem, yine gülümsemem gerek. Sanırım sabahten beri çok fazla somurttum, bulduğum soda bile fayda etmedi.

Gökgürültüsüz, çocukluğunuzda yediğiniz pamuk şekerler tadında rüyalar dilerim efenim. Size değil, O'na ;)

P.S. Kıyamadım, size de efenim, size de :)