huzur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
huzur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

geçen sezon bir bahar akşamında

Bileniniz bilir, ben yıllardan sonra uzun bir tatile çıktım, herhalde 2001 ya da 2002den beri. O yahut bu sebeple hep istanbulu bekliyordum, gidenler dönüyordu filan, anlatıyorlardı, ben de ben tatil bilmez, rakı içsek olur mu diye geçiştiriyordum. Bu sebeptendir ki, tatil beldesi filan bilmem, bir kuşadası bilirim, o da yıllar öncesinden, bir de didim. "Aaa sen hiç bodruma gitmedin miiiğ" standart repliktir tatil mevzuları açıldığında, gitmedim, eksikliğini de hisetmedim efem. Takdir edersiniz ki manyaklık sadece bodrumda yapılmıyor, zaman ve mekan tanımadan burada çok yaptım o şeylerden :)
*
Haziran sonu gibi çıkmıştım tatile, bu sabah tipi şeklinde kar yağarken yolda yürüyordum, aklıma düştü. Güzel bir zamandı, hazirandı. 8 gün üstüste tatil yapmak çok yaramamıştı bana aslında ama, sonuçta tatil tatildir. O zaman farkettim zaten, insan arada dinlediği müzikleri değiştirmeli, kafa dağıtmanın en temiz yolu o. Hoş bazen bünye kabul etmiyor, Ramazzotti'den Dead Can Dance'den sonra Serdar Ortaç'ı Gülben Ergen'i dinlemeyi ama, faydalı etkileri tartışılmaz :) Çok gülüyorduk Kaska efendiyle "aşk hiç bitmeeeğz bitmeğz derler yaannnış" diye böğürüp böğürüp gülmeyi, eğlence anlayışı işte :D Bilmediğimi yüzüme vurmayınız :P
*
En keyif aldığım an ise, son gecemizde hasıl oldu. Her zaman söylemişimdir, içen insanlarla içmeyen insanlar aynı anda tartışmamalı diye. Sonuçta sarhoş bir insanın mantığı farklı çalıştığından (yahut çalışmadığından) çok değişik şeyleri öne sürebiliyor insanlar. Ki genelde bu tartışmaların favori özneleri de ya politika olur, ya teoloji; yani ayık kafayla bile tartıştığında sonuca varamayacağın şeylerdir geneli, sarhoşken bir bok çıkmaz. Masada hararetli hararetli tartışma dönerken, içimden bir ses "bu işin sonu boka saracak" der demez kalktım masadan, alkollüydüm ama o kadar da değildi. Arka tarafa gittim, kurumaya aslımış şort mayoyu çektim kıçıma, "Kim geceyarısı iskeleden denize atlayacak benimle, tartışmanıza kafam girsin" cümlesi eşliğinde peydah oldum masaya bir anda. Kaska bey harici herkesler fırladı bi anda "dur lan ben mayomu giyecem" "üşür müyüz ki" "korkarım abi ama girmedi dedirtmem" replikleri eşliğinde cinsiyet ayrımı gözetmeksizin herkes fırladı, üst baş değişildi, yola düşüldü.
*
Herkeslerin elinde havlusu, ne bileyim plaj malzemesi, ulan sanki öğlen 11.00 iskeleye iniyormuşcasına gidiyorlar, kendimde bir recep ivedik havası sezdim. Ayakta terlik bile yok, şortmayo tshirt yok, elde bira ve sigara :) Plaj magandası diyene küfrederim, anlamam. Gece 0030 abi, neye dikkat edicem. En fazla iskelede akşam sevişgenleri çıkar, e onlar da bir zahmet umuma açık iskelelerde sevişmeyiversinler, ya da benden tarafa bakmasınlar. Efenim olay mahalli iki değişik isleke, biri gayet sığ bir yerde, diğeri ise atlanan yerde en az bir 3 metre derinlikte, ve artıyor. Yolda bana soğuk bir mart günü verdiğim söz hatırlatıldı, "hani sen büyük iskeleden atliycaktın, n'aber yemiyo şimdi di mi büzük?" şeklinde, hiç gaza gelmem ben de, "atlamayan fenerli olsun oolum" kibarlığında yanıt verdim doğal olarak. Hoş gelenlerin hatun kontenjanında olan biri haricinde hepsi fenerli, bende de ne baht varsa :)
*
Yolun belli bir noktasında ayrıldık tabi, ben büyük iskeleye gidicem daha, yolum uzun. Aramız açıldıktan sonrasında da duyuyorum tabi konuşulanları. "Utku nerde? Gözükmüyo herif karanlıkta" (sanki bana Nonda) "Şimdi iskeleye çıktı bak bak sigarasının ateşi ordan gözüktü" sözlerini dinleyip güle güle çıktım iskeleye. Zifir zindan ortalık, göz gözü görmüyor bariz :D Doğal olaraktan hafif bir tırsma durumları hasıl oldu bende, isteristemez. Ama gel gör ki bu seyirci kadrosunun önünde geri vites olmaz, olursa hayat çekilmez bir hal alacak yıllar yılı. Dedirtmem efenim kendime "korktu ibiş" diye, benim de prensiplerim var :D Ses ettim karşıya, siz girecekseniz girin, benim daha sigaramda 4-5 nefes ve yarım şişe biram var, bunlar bitmeden atlamam diye. Onlar için hoş tabi, bekleyip ne kaybedecekler. Önce atlasın bizim tarzan modelindeler. Neyse uzun lafın kısası, sigara ve biranın bitmesini müteakip dikildim iskelenin ucuna, gözümün önünde yıllar evvelinden katıldığım yüzme yarışları, tek sorunum insanların beni izlemesinden dolayı utanmam, biraz tebessüm ettim, sona startı verdim kendi kendime.
*
İskeleden dnize uçarken maksimum 2 saniye filan sürüyor derseniz, ben bi 2-3 dakika uçtum herhalde. Yıldızlar çok parlaktı, hafif bir yarım ay gözüküyordu, mutluydum, çok hafiftim, uçuyordum lan işte, öyle değişik bir olay. Denize daldığımda karanlık değildi, fena aydınlıktı, sonra yüzdüm, milletin yanına vardım, onlar da atladı, falan filan, gerisi önemsiz teferruat. Ama ben çok mutluydum. Didimden bir 91 geçti, kısa metrajlı da olsa :)
*
Diyeceksiniz şimdi, neden anlattın bunu. Benim canım bir anda tatil çekti efenim, belki okuyunca sizin de çeker, yalnız kalmam diye düşündüm :) Yani bir nevi ipnelik yapasım geldi, e okadarcık da olsun ama di mi :P

16.11.2008

Çok güzeldi yahu. Tekrarını yapacağımız güne kadar, keyifle iç :)

Aynen Böyle


Unutma bu günü, bu tarihi...

Karelerle 4 Gün

Gidiş anı, Gün batar, Günbatımına karşı biralar fütursuzca içilmelidir.

İlk ada turu başlangıcı. Vay anasını dur abbio dur, fotoğraf çekicem.


Ya buradan atlanmaz mı peki?

Orada olmak istiyorum şu anda. Türlü fırtınaya razıyım.


O son dubleleri içmemeliydik.

Çok yalnız gözüküyorsun be usta.

Günbatımı, ada, Corvus, Hüzün.

Virane, ama güzel. Yalnız, ama mağrur.


"20 sene sonra tekrar buraya geldiğimde hayatım yine böyleyse, oturur ağlarım." 91

Sen Sarıyla Kırmızı! Hüznümüzün Yıldızı.


Ay doğudan süzülmekteydi Rüzgargüllerinin üzerine.

Bir gün biz de böyle bir yer açacağız orada. Minik, Güzel ve Bizim.

Dönüş yolu, durabilseydik apayrı bir yazı konusu çıkacaktı. Olmadı. Ama yıllar sonra görmesi güzeldi. İlkti o be, çocukluktan çıkmaya çalışıyordum daha.


Bir tatil de böyle bitti. Güzeldi, bizimdi, özeldi. Paylaştım daha da keyifli oldu. Fotoğraf kaliteleri çok yüksek değildir sanıyorum, hem telefonla çekildi, hem de çeken kişi hep sarhoştu. Kusuruma bakılmaya. Kullanmak istiyorsanız buyrunuz kullanınız. Kaynak gösterirseniz şık olur, göstermezseniz de canınız sağolsun :) Ama "aa ipneninbiri bizim tatil fotoğraflarını araklamış" derim olur da görürsem, yalan yok. ( Not. vay şerefsiz ben :) html'e direk yazmayınca thumb olarak atmışım fotoğrafları, yüksek çözünürlükte bir hali yokmuş zaten. isterseniz haber ediniz :P )

Kaçış Bölüm 3 - Lets delay our misery

Dağıldı kafa nispeten, mızmız veletler gibi ikide bir gözlerimin dolmasını es geçersek tabi. Elimizden geldiğince bir bitirelim şu ada notlarını da, sözümüzü tutalım.

Hatun kişi "madem siz yarın sabah gidiyorsunuz, bu akşam içelim o zaman rakıyı, hade hade hadeeeee" şeklindeki girişimleriyle beni benden aldı. Bu ne alkol sevgisidir mübarek, benden beterleri de var galiba diye geçiriyordum içimden ki yağmur başladı. "Halimize gökler ağlıyor ulan!" dedim, içimden ama. Durumun her ne kadar kötü olursa olsun, insanların bilmesine izin verme. Önemli kuraldır. (Not. Bundan aylar evveli, sevdiğim bir heriften aldım bu doneyi. "Yeter ulan yeter" diyordum, "adım adım ölüyorum ve insanlar bunu farketmiyorlar bile". Aldığım cevap kamuflajımı iyi yaptığımı kanıtlar gibiydi, "Sen ardarda bu kadar mutlu maskeleri tak, ve devamında öldüğünü insanların farketmemesi yüzünden üzül, tezat bu söylediğin" tarzında bir sözdü. Kaska, yaz şuraya, deli etme adamı) Neyse fazla melankoli yapmayalım, geceye dönelim, komikti vesselam. Çirkin ördeği adaya inmemiz için önce şaraplarımızı bitirmemzi gerektiğine ikna etmek çok zaman almadı, ki onun da birası duruyordu zaten. Yanındaki arkadaş da tesadüfen karşıyakalıymış. Bu gariban da karşıyaka doğumlu ama bir defa olsun görmedi oraları, ama bu ortak paydalar bulmaya engel değil tabi.

Şarapları gövdenin nadide bölgelerine indirip, ufak yollu arabaya doğru yöneldik, elimizde anlamsız biralarla. Adanın merkezine giderayak biraz tereddüt yok değildi, ahali bize doğru kalas ve meşe odunlarıyla koşacak hissiyatı bir an bile eksilmedi içimden. Tek tesellim o anda sarhoş olmamaktı, kahvenin önünden geçerken şu taburelerle de iyi savunma yapılır diye gaz veriyordum kendime. Önce Murat'ın mekanı zorlandı, baktık oradan hayır yok, abbio bey'in ısrarla BOROZAN dediği, fakat aklımda kaldığı kadarıyla Boruzan olan restoranın sahil kenarındaki masalarından birine konuşlandık, garsonların eşsiz bakışları arasında. Yemin ediyorum ünlü biri olmanın nasıl birşey olduğunu o anda anladım. "Abi o sizsiniz di mi?" "Hani o antalya maçındaki arkadaşlar?" "aaa evet evet bu abi o Galatasaray formalı abi" "Abi ne güzeldiniz siz yahu" nidaları arasında girişimizi yaptığımızda, onlar esas şovun cumartesi olduğunu düşünüyorlardı.

O ne karidesti, o ne ahtapot salatasıydı anlamadım. Muhteşem desem az kalır, ama mailfeed'in haber verdiği kadarıyla Fish hanım ahtapot ızgara yemediniz mi diye bir yorumda bulunmuş, o kafayla aklıma bile gelmezken, salatası hiç çıkmaz aklımdan. Çirkin Ördek hanım abbio'nun köpek fobisini yenmesine yardımcı olurken, İsmilazımdeğil bey de bana göztepe karşıyaka kavgalarının ne kadar devasa olduğundan bahsediyordu. Söyleyemedim arkadaş 8 biranın yanına 2 şişe beyaz sıkıştırmışım, kafam bir dünya, raki şogüzel, kime ne anlatıyorsun diye. Rakılar rakıları kovalarken, bir noktada "Efsane Geri Döndü". Abbio bey tuvalete gitmek için ayaklanmışken, içine şeytan girmiş bir garson ona "Abi sen buradan denize atlayamazsın" tespitinde bulununca, abbio'nun gözünde çakan şimşekler ortamı aydınlattı. Hani ufakken derlerdi ya, "ne dersen bir fazlası" diye, abbio ne kadar atlarım diyorsa bir garson daha olaya dahil olup atlayamazsın deyip masumun kanına girmeye çalışıyorlar. Kendi kendime koskoca abbio bu gaza gelmez derken donuklaşan bakışlar beni paniğe garketti, sonra tek gördüğüm abbio'nun uçan hali. Balıkçı teknesi, mazot, etraftaki insanlar. Peeh onlar da kim oluyor :) Barbaros'un torunu Abbio Hayrettin Paşa olay mahallindeki hakimiyetini kurmuş, adayı olmasa bile garsonların gönüllerini fethetmişti bile. Bir anda çirkin ördek hanım da sağımdan uçtu mazotlu suyun içine. Hey maşşallah sözleri arasında sıra bana gelecek zannedenler çok yanılmıştı, çünkü gaza gelmezdim ben, nedense.

Daha temiz yerden uçma kararı verildiğinde, abbio tüm centilmenliğiyle çirkin ördek hanımı etraftakilerin gözü önünde kucağına alıp, denize atlamak yolunu yarılamıştı ama hain kader ağlarını örmemiş, kıyıda bırakmıştı. "Palamut" abbio da kucağında çirkin ördekle en son ağların üzerine uçarken görüntülenmişti, masamızı diğer tarafa taşıdıktan sonra deniz sefasını müteakip ayrıldık adanın merkezinden, gayet makul bir hesap karşılığında hem de. Sanırım şov ücretini hesaptan düşmüşler :P

Dönüşte sebebini bilemediğimiz bir şekilde yine kaybolup, ayazma plajının önünden kamp yerimize doğru gidecekken, son darbeyi de ben vurayım deyip, "burada yüzülmez mi bea" argümanını ortaya atıyorum, ilk ve tek destekçim çirkin ördek oluyor. Bu arada bira aldığımı farkediyorum, hatta içmekte olduğumu da. İsmilazımdeğil bey biralardan ikisini alıp kampa doğru gitmeyi, çünkü midesinin bulandığını söylerken, kulağıma eğilip tekrar belirtme ihtiyacı hisediyor "O benim kız arkadaşım değil, rahat olun o yüzden benim için bir sorun yok". Ulan hayatında hatun yüzü görmemiş yamyamlar mıyız biz? Ne asabımızı ne de terbiyemizi bozmuyoruz tabii ki.

"Vay anam vay Serhat neler dönüyor burada?"
Devamı flu, ayışığı altında çirkin ördekle yüzmemiz, boğulmasından korktuğum için yanından ayrılmamam, bu hareketlerden rahatsız olmam, kolsuz tshirtümü adanın kabaran dalgalı sularına kurban verip Poseidon'u yatıştırmam, terliklerini kaybeden çirkin ördeği kucakta arabaya kadar taşıyıp, kendi terliklerimi bulma çabalarım, abbio'nun vakur yamyamlıkları, "Oooha! Yuuhhhh!" replikleri, terlikleri bulmam ve devamında kampa doğru yol almamız sanki bulutların üzerinde bir yolculuk.
Bundan sonrası karışık, hem yaşananlar hem de hatırlayamama sorunu yüzünden. Sabahı ettiğimizde buruk bir veda, çirkin ördeğin bizi yolcu etmesi, ismilazımdeğilin çadırında uyumaya devam etmesi, terliklerin tümünün bulunması, iyi yolculuklar dilekleri hepsi bir çırpıda olup bitiyor.
Bizim üzerimize düşen ise, Şebnem ablaya veda etmek, istanbulda tüketilmek üzere bir kısım şaraplar almak, kahvaltı edip, köpükler eşliğinde adaya veda etmek. Hüznün dorukları gibi, sevgiliden ayrılmak gibi, evini terketmek gibi, gibi oğlu gibi işte. Sadece 4 gün kalınan adadan, hayat dersleri alarak dönercesine buruk, başarmışcasına gururlu. Sözün bittiği yerden, istanbula dönene kadar fazla nefes almamaya özen gösteriyoruz, onun yerini sigara alıyor. Kelimeler tükenmiş, gözlerde bir korku. Çünkü; Sonbahar geliyor.
Ada ile ilgili notlar bunlar, kasten bazı detaylar atlandı, kişi ismi vermekten kaçınıldı, bazı şeyler kendimize saklandı. Ama genel itibariyle yaşananlar bunlardı ki, bağbozumunun yanında, güzdönümü de oldu. Biz gittikten sonra 24 saat kesintisiz yağmur yağmış ardımızdan. Pisliğimizi adadan yıkayıp temizlemek için midir, yoksa gidişimize ada mı ağlamıştır bilinmez. Rivayetler varsa da rivayetleri dinlemek pek benim işim değil. Ben önümüzdeki maçlara bakıyorum, çünkü bize her sevdadan geriye kalan, sadece Galatasaray :)
Persephone Hades'in yanına döndü döneli hayat bir garip buralarda. Oysa ki Persephone ile de pek sevişmeyiz. Farklı dünyaların tanrısı o, biz ise onun gidişiyle ortaya çıkan durumları içkimize meze eden insanlarız. Ama bir gün biryerlerde Persephone ile de görüşeceğiz, hesabımızı kapatmak için.
Ya da, Persephone insan biçiminde bize gözükecek. Dedik ya, sonbahar. Bizim mevsimimiz.

Bir Karga Fasılası..


Melekler kadar sakin..

Bozcaada’nın rüzgarından, bağlarından, tarihinden gelen bu kuşun kanadına takıldık. Adanın koruyucusu Apollo’yu kızdırana dek, rengi bembeyaz ve zeki...

Bozcaada’nın rüzgarından, bağlarından, tarihinden gelen bu kuşun kanadına takıldık. Adanın koruyucusu Apollo’nun verdiği cezayla rengi simsiyah ve zeki...

Kaçış - Bölüm 1 - Run Baby Run

Sonunda pazartesi, işyerindeyim. Kaçmaya çalıştığım herşeyin bütünü gibi, ama bir şekilde bildik bir yer. Ayılma telaşı. İyi ki geldim diyeceğim neredeyse, yoksa bu yazıyı yazamayacaktım sanki; günlerdir durmadım, duramadım. Neyse uzatmayayım, hala sarhoşluktan etkiler varken, çenem düşecekse yazı yazarken düşsün, saçmalarken değil.



Bu fotoğraftaki gibi başladı yolculuk, yüzlerde anlamsız bir gülümseme, ama içte derin bir hüzün. Dışı seni, içi beni yakar derler ya, o hesaptan olduk resmen. Bakan insanlar "vay anasını heriflere bak, mutlular" diyorlardı muhtemelen, tabi bir kısmı da "allahsızlara bak ramazan ramazan ellerinde bira, püüü bi de araba kullanıyor herif" de demiş olabilir, o onların kendi terbiyesizliği. Hem abbio içmedi onları teyzecim, ben kendime almıştım, o geyikli'den arabalı vapura binene kadar sadece birkaç yudum aldı, bilinçli adamdır kendisi, yerseniz.

Gitmenin heyecanını hiçbirşeye değişmem, hayatımda böylesi gidişler az da olsa çok severim kendilerini, 17 yaşımdayken de olmuştu, gecenin bir vakti, elimde bir valiz, yıllarımı geçireceğim bir yere doğru gidiyordum, korkuyordum, ne olacak nasıl olacak hiç bilmiyordum, ama gidiyordum. Bu sefer de aynı heyecanı duydum, tabi aradan uzun yıllar geçmiş, amiyane tabiriyle bünye kaşara bağlamış, gidiş kısa metrajlı. Fakat tüm bu etkenlere rağmen, gidişim heyecanlıydı, meçhule gidiyordum, yine yapmıştım. Umuyorum yakında o da buraya yazmaya başlar, Kaska'nın tabiriyle yanımda abbio vardı, hani şu "göt emanet edilesi dostlardan" olur kendisi. Saatlerce gittik, elimizde harita, göz kararı kaçırmamamız gereken sapağa kaç kilometre kalmış kontrolleri, "abi benzini siktiret ben iterim de, bira bitiyor benzinci bulalım" replikleri. Güzel insanlardık yolda, yol mu bizi güzel yapıyordu, gitmek mi; bilemedik.

Lapseki'den son araba olarak zorla soktuk kendimizi arabalı vapura, "arkadaşım neden agresifleşiyorsun ki, bize gel dedin sandık" diyen kibar abbio ve "skicem yine gece gece bela bizi buldu, agresyon yapmayalım arkadaşım, alıyor musun bizi almıyormusun" diyen sinirli 91 olaraktan, geldiğimizi belli ettik. Oradan ver elini çanakkale, geyikliye nereden gidilir hocam? Şu istikamette hiç tekel bayii var mı ki? Yolda kalmayalım bak derken vardık, tabi gece 22'de vapur yok, karanlıkta el yordamıyla bulduğumuz tabelada son vapurun 00.00'da adaya doğru kalkacağı yazıyor. Ulan insan ışık falan koyar şu tabelaya da görmesi kolay olur? yoook olmaz öyle şey, hepimiz türküz, zoru seviyoruz ne yapalım. Ufak tefek bir atıştırmadan sonra arabayı vapura soktuk, en öndeydik biz hani, yine arkada kaldık, son araba olarak giriyoruz? Yuh atıştırırken yine bira mı içiyorduk? Dalmış mıyız kumsalda, kızmayın ama lütfen, kınamayın. Bizim geldiğimiz yer bu kadar huzurlu değil, zaman orada su gibi akıp geçmiyor ki. Yabancılığımıza verin.

Vapur hareket edince aciz kulunuz 91 bedeni uykuya teslim etti, yol boyunca harita mühendisliği, co-pilotluk, part time filozof full time alkoliklik yaptı, yazıktır çocuğa. Abbio sezonu yeni açıyor, yudumladığı biraları saymazsak toplamda 3-4 tane içmiş, ne der dağ gibi yiğide? Hafif bir sarsıntıyla uyanıyorum, ah, gelmişiz adaya, ışıl ışıl, ufak, kutu gibi bir yer. Bense olanca nemrutluğumla "n'oldu geldik mi?" insanı, ulan bir defa da gülerek uyan be adam. Yok öyle birşey. Çok nadirdir gülümseyerek uyandığım ve malesef bu da onlardan biri değil. Adaya geldik ya, acilen şarap almamız lazım. Tabakhaneye yetişeceğiz ya, acil, çok acil. Birer şişe alındı hemen, yahu abbio, daha yeni uyandım ne şarabı? İyidir iyidir derken, bilmediğimiz bir yola girdik yine, anlamsız bir şekilde abbio gayet güzel, paranoyalarım başlıyor, "en son bu adam mesaj atıyordu o kadına, acaba yine birşeyler mi oluyor, kapıldı mı, gidiyor mu?" paranoyak olmak zor şey vesselam. Çadır kuracak takat yok, fakat gel gör ki gecenin o saatinde pansiyonlar kapalı. Yahu açık tutun son gelen vapur belli zaten 01.00'de varıyor adaya, dur yarım saat daha, varsa gelen giden üç kuruş daha para kazanırsın. O hikaye japon anime'i olur ada insanı için, birden çok değişik ada gördüm, hep tembeldi insanı, güzel insanlardı ama istisnalar haricinde hep tembel. Çadır? Babacım kimde var o derman, kim kuracak çadırı, zaten kallavi birşey. Arabada yatarız derken celallenen abbio bizi gecenin macerasına çıkartıp "hadi abi çadırı kuruyoruz" diye aksiyona garkediyor. Manyak mıyız ulan derken, cevaba gerek olmadığını biliyoruz, gören de anlıyor zaten. Çadırın kazıklarını çakmak için taş arayan mı istersin, kazığı eliyle toprağa saplayan mı, kibara bağlayıp "abi kamp yerindyiz, ayıp olmasın izmariti yere atmayalım" diyen mi. Haha kendime inanamıyorum bazen.

O anda kalan 4 günde neler yaşayacağımızın sinyali bendenizden geliyor.
- "Abbio farlar açık nicedir, bitmesin aküsü Ateş'in?"
- "Yok be abi biter mi yarım saat far yakmakla."
- "Abi ben anlamam araba işinden, biliyorsun ehliyet de yok, ama n'olur n'olmaz sen bir aç şu kontağı."
(öfleye pöfleye giden bir insan profili, sonra marştan gelen tıkırtılar)
- "Hasktir hacı abi çalışmıyor bu?"
(gülerken anırmamak için zor duran 91 profili, insan demeye dilim varmıyor)

Araba nasıl çalışır, "su yatağımız yok, toprakta mı yatacağız" (adama 3 günde türlü çabayla dedirtemedim deniz yatağı diye, vay anam serhat ne içilmiş), yokuş yukarı da olsa ben bu arabayı iterim (ki ittim :P ), şu tahta sedirimsileri çadırın içine koyalım ki toprakta yatmayalım, toprak çeker, saat 3, şaraplar bitiyor, uyku yok, ada havası bir garip, lan üşütmeyelim şimdi? IRA militanı şeklinde uzanılıyor tahta sedire. Hint fakirleri bok yesin yanımızda, o rahatsız aparatta bir bebek masumiyetiyle başlıyor "mışıl mışıl" uyuma seansı.



Sabah güzel bir güne uyanıp, kahvaltı biralarını müteakip ada turuna başladık. Elimizde kamptan aldığımız harita, vay anasını serhat, iki gündür elimden harita düşmüyor, ne olacak bu işin sonu? Akvaryum koyu diyorlar, Rüzgargülü diyorlar, nereler ola ki onlar? Buluruz dert değil, hele birer tane daha bira alalım, kesin buluruz. İlk kurban akvaryum koyu, fonda nereden çıktığı belli olmayan arif susam (?) vay anam vaaay, adam haykırıyor da, bize ne oluyor? Notumuzu düşelim hemen, adaya gidecekseniz ve tüpsüz dalıştan hoşlanıyorsanız, güzel bir şnorkel-palet takımı ile gidiniz, muhteşem bir yer. Şnorkelim olmadan kendi halinde bir yüzücü gözlüğüyle bile tüpsüz dalışlarımın en keyiflisini yaptım. (Hoş hiç tüplü dalmadım, becerim dışındadır kendisi) Bir sürü balık, mercan kayalıkları gibi güzel kayalıklar, suyun altında mümkün olsa at masayı otur rakı iç o manzaraya. Gerçi oraya zıpkınla giren o hödüğü dövmemek içimde kaldı, güzel olan her şeyin içine sıçmaya azmetmişiz sanki ulusça, yazıktır be. O balık vurulmaz arkadaş, huzuru da kaçırılmaz. Sessiz sakin salınıyor hayvan orada, mangala atsan atılmaz, yiyemezsin, kıçına mı sokacaksın vurduktan sonra? Develerden kaçış yok bunu anladık.

Yavaştan yola koyulduk devamında, yolda bir adam gördü abbio, girişken insandır kendisi, benim gibi çekingen ve yabani yanlarını iyi törpülemiştir, bir ünledi adama doğru "amca burası neresi, ada dediniz şarap dediniz nerede bulunur bunlar?" diye. Adam da bulunduğumuz yerin adını söyledi, Şarabın da fabrikası biraz ilerde solda dedi. Ada döngümüz orada değişti zaten. Kafamda bir anda çınladı o sözler.

"Here come the riders
As the wheel of Dharma's is running out of time
Here come the riders
As the wheel of time is running out of time
" / Bruce Dickinson -Darkside Of Aquarius

Hayatımda hüznün bu kadar yakıştığı başka bir kadın görmedim. Göreceğime de inanmıyorum. Şebnem abla, bize birkaç çeşit şarap ikram ettikten sonra, birer şişe aldık, sağolsun açtı şarapları, gün boyu elimizden düşmeyi, yani bitene kadar, o da bir saat filan herhalde. Dönüşte nicedir yemediğim kadar güzel bir kalamar indi bira eşliğinde, arkasından maç izleme hatası, Fenerbahçe maçı, insanlara huzursuzluk vermemiz, Galatasarayımızın golü, Nonda attı bir oldu, sorna abbio bir koştu, bir koştu. Şenol tuttu, ortasına bitirici bir şekilde kafayı vuran ben gecenin skorunu belirledim. Galatasaray : 1 Antalyaspor :1 abbio&91 : 1.000.000

Bu arada şenol kim bilinmiyor, o geceden sonra sabahında hayatta olup olmadığımızı sordu, son iyiliğini yaptı ve kayboldu. İstanbula dönünce davet etmiş bizi, güzel insan.

Burada keseyim, bu birinci kısım olsun. Anlatmakla bitmeyecek şeyler yaşayınca benim gibi geveze, sayfalarca yazsam kesmeyecek. Ama şu anda yazmaktan çok, bir sigara molasına çıkıp çooook uzaklarda, aslında çoook yaklaşmış bir insanı düşünmek istiyorum. Aklımda tek bir soru;



Nereye gidiyoruz? Evet biz. Nereye?