her gece gibi bir gece

Before Sunrise ve Before Sunset ile yaktım kendimi dün akşam. Yazıda SPOILER bulunur, sonra "izleyecektim ama keyfimin ırzına geçti göt" demeyin hakkımda, darılırım. Zamanında Kaska çok demişti izleyelim diye, hatta onun hdd'den almıştım filmleri download yerine. dün öğleden sonra bir anda bastı sıkıntısı "evet izlemem lazım" diye durup dururken. saygı duyuyorum böyle hissiyatlara. aranan kan bulundu diye attım kendimi eve. Bir güzel giriş yapıldı, Sunrise ilk film. Yapım yıllarından çözüldü o kadarı bildiğimden değil. bir tren yolculuğu ile tanışan iki gencin hikayesi, totalde geçirdikleri bir geceyi anlatıyor, sabahında ayrılıp yollarına gidiyorlar. 6 ay sonra buluşmak için sözleşerek. sonra ikinci filme geçiyor, 9 yıl sonrası olaraktan. kamyon gibi maşallah, çarptıkça çarpıyor. filmin slogan cümlesi ise "What if you had a second chance with the one that got away?" onu anlatmayayım. çoğunuz film olaylarında benden çok daha kültürlü insanlar olarak izlemişsinizdir, hatta aranızda "vay ayı yeni izlemiş" diyenleriniz bile olabilir. yüzüme söylemeyin kafayı koyarım burnunuzun üstüne. ama başarılı filmler. yutkun yutkun bitmedi bazı kısımlar. zaten sabah aklımdaki kurgunun başını kırmızı ile işaretli cümle oluşturuyordu. o yahut bu şekilde, bir anda hayatınızdan çıkmış, ve ulaşamayacağınız biri oldu ise, onunla tekrar karşılaşsanız ne olurdu acaba?
.
kişi hesaplarına girmek adetten oldu sanki, 3 kişi böyle kayboldu 3 değişik zamanda. ama o zamanlara dalıp melankoli yapmak değil amacım. çok umrumda da değil çünkü o kanal, en azından şu anda. önemli olan ne yapacağınız. ben kendi yapacağı hamleleri öncesinden gören salak olarak çok güldüm buna. hatta kıç mı diyeyim göt mü diye düşündüm de gene kararsızdım. yazana kadar. ben o ikinci şansı götüme sokardım. kesin. sorgusuz sualsiz. ulan yıllardan azade bir şans çıkmış işte karşına, değerlendirsene dingil denmemeli. kişi buna müsait değil çünkü. ya elim ayağıma dolaşırdı, gerizekalı tiplemesi çizerdim, ya da domuz inadım tutar, siktirgitlütfen diye döner arkamı giderdim. sonrası yine hüsran yine alkol olsa da, bile bile yapardım bunu. o yüzden ne ikinci şanslara inanıyorum, ne de onlar beni buluyor kararına varıp, rahatlattık içimizi.
.
ama filmden izlemek değişik oluyormuş. değil yapmak, yapmaya yaklaşamayacağım şeyleri izlemek, sadece star wars'da keyifli gelmiyormuş demek ki.

The Masquerade


Vampirlerin var olduğuna inanıyorum demiştim ya, bir defasında salak saçma bir zamanda bir kız arkadaşım boynumu öpmüştü. aha demiştim, vampir ve dayanamadı arkadaşım işte, en sonunda ben de oluyorum. babayı almıştık tabi, sadece öptüğüyle kalmıştı abla. ülen insan böylesi umutlanıp göt olmazdı yani. hakikaten :) öyle salak bişeyiz işte, insanlar hala bizi insan sana dursun. bir de şöyle düşündüm de, var olsalar da gelip beni mi ısıracaklar yahu. yani ben çok isterdim ama, o kadar şanslı değilimdir herhalde. öylesine not düşeyim demiştim sadece, aranızdan biri vampirse, haberim olsun. bi ısırık lan, öldürmeyin, ben de sizden biri olmak istiyorum. sahiden.



cant read my pokermind :)

parça parça yazalım. daha eğlenceli.
*
sabah sabah çok güldürdün beni hacı, apartmanın 4. katındaki boş evin camına "sahibinden satılık" yazıp bir telefon filan yazmayarak :) telepatiyle mi iletişeceksin lan adamlarla :)
*
Stephen King'in "Nightmares and Dreamscapes" kitabının önsözünde dediklerinin çoğuna inanırdım ben, yatağımın altında hala canavar vardır mesela, karanlıkta türlü yaratıkların yaşadığına inanırım. vampirler, kurtadamlar benim için realitedir. ufak bir demir paranın treni raydan çıkarabileceğine inanıyorum. o yüzden bu kadar manyağımdır belki de. güzel ama böylesi.
*
arkadaşın birinin ayfonunu aldım şarkı dinlemek için, eğlenceli makina aslında ayfon. edinebilirim bir ara. başarılı. pokerface eğlendiriyor sabah sabah, smack that ise daha bir garip yaptı.
*
sabah 0430da "paranoyak olmaman hiçkimsenin seni takip etmediği anlamına gelmez" sözüne nazire yaparcasına "daha teşhis konmaması kanser olmadığın anlamına gelmez" diye uyandım. kayışı kopardığımızın resmidir.
*
normal şartlarda insan öyle düdük bir şey ile uyandıktan sonra bi su içer yatar di mi? yatmaz. yani ben yatmaz. gittim bir yandan makinaya pardus çektim, bir yandan da Fight Club izledim. ağır paranoyanın yanına okkalı bir doz şizo. iyi gelir.
*
uyanmadan evvel akşam felaket güzel bir rüya gördüm. birazdan mesaj atıcam rüyanın kahramanına, bakalım nasıl bir küfür varmış kısmetimizde sabah sabah. ama güzeldi be. keşke gerçek olsa.
*
yine ıslandım motorda. olsun ama güzel geldi. bi de iş arkadaşlarımdan biri sandviç ısmarladı. sanki kızın içine doğmuş, kendine alırken bana da almış. sağolsun varolusun.
*
müzik dinlemeyi bıraktım sabahları. hem telefonun şarjı daha uzun süreli oluyor, hem de daha hızlı yürüyorum müzik dinlemezken. garip. hızlı şarkılar dinliyorum oysaki.
*
bu sabah tekrar aklıma geldi. meg ryan'dan güzel bir kadın gelmeyecek dünyaya. onu farkettim tekrar. addicted to love izlemeliyim bu aralar, zamanı gelmiş.
*
başıma gelen ve gelmeyen her şey için teşekkür ederim yaratıcı, açık konuşmak gerekirse, ben kendim editleseydim, daha güzelini yapamazdım. yani bir iki yerde kıyak geçebilirdim ama, sonuçları daha beter olurdu herhalde. teşekkürler. :)

timetravel

You want commitment
Take a look into these eyes
They burn with a fire, just for you now
Until the end of time
I would do anything
Id beg, Id steal, Id die
To have you in these arms tonight
Baby I want you like the roses
Want the rain
You know I need you
Like a poet needs the pain
I would give anything
My blood my love my life
If you were in these arms tonight
Id hold you
Id need you
Id get down on my knees for you
And make everything alright
If you were in these arms
Id love you
Id please you
Id tell you that Id never leave you
And love you till the end of time
If you were in these arms tonight.

enimıl.

On the street where you live girls talk about their social lives
Theyre made of lipstick, plastic and paint, a touch of sable in their eyes
All your life all youve asked whens your daddy gonna talk to you
You were living in another world tryin to get your message through.

No one heard a single word you said.
They should have seen it in your eyes
What was going around your heart.

Chorus:
Ooh, shes a little runaway.
Daddys girl learned fast
All those things he couldnt say.
Ooh, shes a little runaway.

A different line every night guaranteed to blow your mind
See you out on the streets, call me for a wild time
So you sit home alone cause theres nothing left that you can do
Theres only pictures hung in the shadows left there to look at you

You know she likes the lights at nights on the neon broadway signs
She dont really mind, its only love she hoped to find

Repeat chorus

No one heard a single word she said
They should have seen it in your eyes
What was going around your heart

Ooh, shes a little runaway
Daddys girl learned fast
All those things he couldnt say

Ooh, shes a little runaway
Daddys girl learned fast
Now she works the night away

Ooh, shes a little runaway
Daddys girl learned fast
All those things he couldnt say

Ooh, shes a little runaway
Daddys girl learned fast
Now she was the night away
*
ses sınırları aştı evde. bangır bangır çalıyor hazretleri, st. bon jovi günü ilan ettim bu günü kendi içimde. akşam boru bir promille geldim eve, sanırım sabah 4tü. nete girdiysem konuştuğum hiçbir şeyi hatırlamıyorum baştan söyleyeyim. ama ne trilyon kafaydı be. para versen alınmazdı. hayatımda ilk defa bir rakı masasında 100 lira fazla çıktığını gördüm. hoş o da herkes masanın ederini vermiş, sadece hesabı yannış yazmışlar ondan fazla çıkmış, yoksa bir gerillalık yok olayda. eve geldiğimde sanırım babam uyanıktı. konuştuk gibi hisediyorum. boktan tabi. sabah uyanıyorsun, sktir naptım ben hissiyatıyla. hoş eve yürüyerek geldim son 20 dakikada, birine çarpıp öldürmedim o çok net, gerisi tırt ama, babam sabah uyandıırp "ben gidiyorum, seninle geçirdiğim zamandan çok hoşnut kaldım, özliycem lan seni" gibi bi cümle söyledi, devamında paranoya yapmamam için "herhangi bir şey olmadı, sadece zaman yönetimi açısından bu gün gitmem en doğrusu" dedi. üzüldüm gitmesine. hoş hala ayılamadım, daha koymadı ama koyacak. elimdeki bira bittiğinde "mna koduumun evinde yannızsın oluum" hissiyatı boru gibi gelecek. bu tuşlara vururken gözlerin dolmasından belli. hoş tek başına olmak ideal, kıracak insan olmuyor ortalıkta. inanmazsın akşam rakı içiyorduk, bi anda masanın önünde eski kız arkadaşım peydah oldu bi anda. öptü gitti "nanıskim noluyo la" derken. orda geçiyolarmış. kimin arabası, neden geçiyolar bilemedim. ama garip geldi bi anda. haha dün ilk defa bu kadar açık bi atlet giydim, herkes dövmemi sordu "o ne lan?" kibarlığında. güzel insan, başka ülkelere yerleşmek arefesinde bir akşama sıkıştırdı kendini, bir ömüre az gelir oysa ki. seviyorum o adamı günlük. harbi dünyaya benim 8 katım faydalı bi adam. sabah uyandığımda dolapta menşeini bilmediğim 3 bira vardı, bu onlardan ikincisi. oha. babam koymuştur dolaba muhtemelen. şu an deli gibi ağlamak istiyorum. kötü bir şey yapmadım biliyorum ama, kendi inandığım değerlere göre saçmaladığımı biliyorum. oysaki 3 defa sarılıp öptüm onu. ama bi ibnelik olsa, trafik kazası falan, doya doya öpüp koklamadığımı farkettim. anasının amı. ağlarken yutkunmak fena birşey. yapılmamalı. son bir not da sana. akşam bayya bi taşak mevzuu döndü, "gelmicek oolum o" diye. onları yalancı çıkarma, onların hepsi güzel adamlar. boşa dememişlerdir. makara falandı ama, siktiret. haklı çıksın onlar. gelme. seni seviyorum ama gelme.
*
domuz gribi değildir o, ama siktiret tavuk suyuna çorbayı. tek yahut duble, at bir tane uyumadan önce. resmime de bak, antimikrobiyeldir, antibakteriyeldir. it iti ısırmaz.
*
*
bu aralar canım ekstrem duygularda sigara istiyor. ööle bööle diil ama. bi tane yaksam efsane olacak sanki. yakmıyorum. sırf söz verdim diye. en karanlık gecede, verdiğim sözler ışık oluyor yoluma. sanırım seni de seviyorum. sevmesem söz vermezdim di mi? sanırım ben herkesi çok seviyorum. ama senin için ölürüm. senin için de. ama sigara içmem. içmemeliyim. ama sen geldiğinde, ki gelirsen, hiçbir şeye söz veremem. hayatta kalacağıma bile.
/
seni seviyorum. kocaman öperim.
/
bunları yazdığımı bilsen yüzüme bile bakmazdın di mi? doğrusu odur. ben de bakmazdım, eğer traş olmak zorunda olmasaydım şekerim :) kocaman öpüyorum. ısrarla.

Cuma(e)rtesi

Kalf abi. Kalf dediğin kaslı olmalı. Demiştim bunu. Böyle bir fotoğraf bulunca da "ahanda işte kanıt" diye koyayım buraya dedim. Pembeyi de demiştim. Bronz tene daha güzel giden bir renk yok. Ama kalfmış, pembeymiş, vücut güzelliği bunlar. Önemli olan sizin kafanız güzel olsun.
3 haneli, yüksek promillere. Cheers Darlin'

Once upon a time

in a galaxy far, far away
:)

oralarda bir yerlerde olduğunuzu bilmek çok güzel.
tüm sosyal etkinlikleri bıraktım. size içtim bu kutuyu da.

Léon

hatırlar mısın acaba seni izlediğim ilk günü. ne dolmuştu gözlerim ulan. "this is from Matilda"da iyice salmıştım kendimi. gecenin üçüydü, bambaşka bir kara parçasıydı. yalnız içememiştim, yan komşum olan kızı uykusundan kaldırıp, şehrin bir ucuna benle içmeye gelmesini rica etmiştim. o da deliydi herhalde, üstünde pijamaları, battaniyesini sırtına sarılı gelmişti. ne komikti otelden çıkarken bize bakışları. ne değişik zamandı, şubattı. sanırım ben daha bir gençtim, daha bir güzeldim. ne o matildaydı, ben leondum, ne de çok ortak noktamız vardı. ama değişikti. sonra günler günleri kovaladı. bu gün oldu. lanet ettiğim günlerden herhangi bir gün oldu. salaktan bir fotoğraf çarptı gözüme, film afişi bile değil hem. bir matilda olsa dedim, bir de el bombası pimi. matildanın uyuz olduğu birinin gözüne soksam o pimi. "this is from matilda" tadında bir şey söylesem. karizmatik olsa böyle. hoş matilda'nın alıp bakabileceği bir çiçeğim yok. artık o da arada bilgisayarımı açar, antivirüsleri filan günceller. ne bileyim, psp'me şarj doldurur falan. ben çoktan gitmiş olsam. peeh, hayallerimi yesinler.

CMPLT

These wounds won't seem to heal
This pain is just too real
There's just too much that time cannot erase.


When you cried I'd wipe away all of your tears
When you'd scream I'd fight away all of your fears
And I held your hand through all of these years
But you still have
All of me

Swine Flu

bir gün maymun rakı içmiş. ama ne içmek. çıkmış dala, elinde şişe, atıp tutmakta. "getirin lan o aslanı buraya, skicem ecdadını" diye.tilki gelip sormuş, "maymun kardeş, nasıl konuşuyorsun sen böyle?" diye, "haasktir lan" demiş maymun, "getir o aslanı buraya, skicem ecdadını". devamında fil, zebra filan, talükat uyarmış maymunu, hiç geri yok maymunda, varsa yoksa "getirin lan o aslanı buraya, skicem ecdadını. tesadüfen oradan geçmekte olan yavru aslan duymuş bunu, "nasıl konuşuyorsun sen" demeye kalmadan maymun başlamış yavru aslana sallamaya. "o anan olacak aslana söyle, skicem ecdadını". ağlaya ağlaya eve gitmiş yavru aslan, anlatmış annesine olanı biteni. anne aslan köpürmüş, direk baba aslana taşımış konuyu. baba aslan durur mu, direk soluğu almış maymunun yanında. bir kükremek ki yer gök inliyor. "maymun efendi" demiş baba aslan, "ne diyorsun, bir de bana söyle bakalım". maymun mayhoş mayhoş bakmış aslana, "ne diyeceğim aslan abi" demiş, "içtim rakıyı, içtim rakıyı, .mcık .mcık konuşuyorum işte".
*
her ne kadar içip içip tarrak tarrak yazsam da buraya, içtiğimden dolayı yazmadım pek. yani alkolün cesaretinden dolayı gaza geldim de, ileri geri yazmadım. canım çekti ileri geri yazdım, canım çekmedi hiç yazmadım, canım az çekti sadece ileri yazdım. genel itibariyle .mcık .mcık yazdım, doğrudur. düzgün yazmaktan sıkıldığımdan beri hep böyleyim :) bu da son7-8 seneyi kapsayan bi .mcıklık sanırım. hayatta sıkılmadığım ender şeyler kalmışken, yazmak bunlardan biri değil malesef.
*
bu günümün en önemli itirafı şudur ki, sana aşık olmak istedim. vallahi. sana. bööle sırılsıklam aşık olmak istedim hem de. sana lan sana. haha. evet sana :) ol da gel be 91, ol da gel :)

Ufak Ufak

* ısrarla dinlenmeli "someday i'll be saturday night", son bir haftamda en keyif aldığım şey bu oldu.

* kürek çekmek. ilk defa bu kadar gaz bir şekilde iştigal ettim, kıçından solumanın dışında çok eğlenceli bir ruh haline sokuyor insanı. 10 dakika iyi, 15 dakika zorluyor. valla.

* sigarayı bırakmak çok eğlenceli bir şeymiş. işin komik tarafı artık canım da istemiyor. içki aksiyonunda bile o kadar germedi. takdir etmeye başladım kendimi.

* iki gündür yağmura yakalanıyorum. çok başarılı. bu sabah kaçtım ama taksiye, yoksa rezaletti sonum, ince yazlı kbir gömlek vardı üzerimde, ıslak tshirt yarışmasına çevirirdim burayı.

* sarışın ve hafif bronzsanız, lütfen şekerpembesi giyiniz. daha fazla yakışan bir renk olmaz, olamaz.

* iştahım mı açıldı ne, ahtapota aşermeye başladım resmen. biraz rakı, biraz ahtapot ile hayat çok daha güzel oluyor.

* tatilime yaklaşık 42 gün kaldı ama hiç o havamda değilim, ne bok yiycem ki ben tatilde düşüncesi bastı :( bilmemek çok zor şey.

* dün aşı oldum, sol kolum neredeyse iptal vaziyette. normal olsam hafif hafif tırsabilirdim, şimdi sadece esnetme ve ısıtma hareketleriyle haşırneşirim. 31 yaşında ne aşısı muhterem. giren girmiş zaten bünyeye.

* agresiflikte boyut atladım, her gün kesin birinin üstüne yürüyorum. bunun sonu hayır değil, biri çok fena paketleyecek beni gibi geliyor.

* ne zaman geldin ruhum, görmedim seni?

* sabah kahvaltısını sakın ola ihmal etme, bir şeyler hazırlamaya üşenirsen söyle, ben gelir sana hazırlarım kahvaltını.

07.07

Mazi akciğerlerimde bir yaradır

;)

İzmirden bir enstantane, baktım da gülümsedim biraz önce.

İçmiyorum arkadaşım, inat değil mi?

Ama ne çekmişim belli değil, kimbilir ne delice bir tutkuyla kanser olma çabası o.

Kimbilir ne salak bir anda ne salak bir şey düşündüm.

Evet, hala hepsini düşünmeye devam etmeyi planlıyorum.

Tek eksiğimiz sigara olsun.

Güle güle eski dostum.

;)

Silence is not the way ...

... we need to talk about it!
:)

bugünlerde espri anlayışım kötü.

"so sue me, i am arrogant"

XYZ

0100100101001101011010010111001101110011010110010110111101110110
*
hep yanlış duyguları sevdi hayatımdaki karakterler. kendim de, etrafımdakiler de, arkadaşlarım da, sevdiklerim ve sevmediklerim de, beni sevenler ve nefret edenler de. alayı. arada hayatımın bir yanlışlıklar sinsilesi olduğunu düşünmüyor değilim hani. ama çok komik bir şekilde ya. olmayan değer yargılarıyla, olmayan hayatlar yaşandı. kimi hala yaşıyor, kimi uyandı. hoş ben bile uykusersemi isem, herkes öyle yahut böyle uyanma aşamasına gelecektir dedim. sonra kendime haksızlık ettiğimi farkettim arada, peh, bir çoğu uyuduğunun bile farkında değil o insanların. nah uyanırlar. ben en azından senelerdir gerizekalılık yaptığımın farkındaydım, sadece yapmaktan çok keyif aldığıma inandırıyordum kendimi. şimdi o da kayboldu. doğruyum, ve doğruyu yaptığımı yüzüme söyleyenleri apayrı hislerle sevmeye başladım. arada tam ihtiyaç olan zamanlarda, öyle müdahaleler ki. seviyorum sizi.
*
anafikirden şaşmamalıyım. hoş, derdim kimsenin ciddi ciddi okumadığı şeyler hususunda kendi kendime ahkâm kesmek değil. yazdıkça bulduğum ve ilk anda göremediğim noktaları bulmak için yazıyorum bu gibi yazıları. kağıda yazdığım ve çöpe attığım tomarla yazıdan herhangi bir sayfa olarak yerini alır standart olarak, burayı da çöp gibi kullanıyorum genelde, öyle hisetmeye başladım :) bir gün toptan silerim, boşaltırım diye diye yazdım onca yazıyı, şimdi kıyamam herhalde silmeye. salakça. ve yine anafikirden uzaklaşmacasına yazılan satırlara eklemeceli hissiyatlar toplamı. huzur. vallahi, saçmalamaya başladım ve içim huzurla doldu günlük. hastayım bu kelebek etkisine.
*
etrafımdaki çoğu insan uzaktan sevmeyi seçti, yakınlaşanlar ise saçma sapan sür'atle yaklaştılar yaklaşmak istedikleri yerlere. pek hedeflenen sonlar çıkmadı, uzaktan sevenler ise sonuçları hiç bilmedi, vardıkları ara durakları ise hiç hatırlamadı. ben hep hatırlayacağım duraklara kadar güzel şeyler yaşamayı seçtim, hatırlamadığım yerlerde hep birşeylere üzülüyordum çünkü, saçma sapan yükleniyordum alkole. güzel içtim, takdir ediyorum.
*
seven olmayı tercih etti insanlar, sevilen olup geniş geniş sevebilecekken, sevip içtiler, içip sevdiler. sonra sevilme ihtiyaçları hasıl olduğunda, ilk gördükleri sevgi selini bentlerini aşıp taşmış ırmaklara benzettiler, devamında çorak topraklarda yağmur bekleme riskine bile balıklama daldılar. ben beklemedim, öyle bir ihtiyacı reddettim, nehir kenarında da içmek güzeldir dedim. takdir edilesi hareketlerime bir yenisini ekledim.
*
limitsiz kredileri tüketti insanlar, ne yapsalar başka bir hesaptan dengelediler bu kredileri, krediler hiç bitmedi, diğer hesaplar hep çıkıp durdu bir yerlerden, hesap olmayan yerlerde bankalar türedi fütursuzca. benim hiçkimsede kredim olmadı, genelde hep kendim kazandım hesaptaki bakiyeyi, artısıyla, eksisiyle. kimseye fatura edilmedi boşluklarım ve de yokluklarım.
*
devamında kabul edildiği gibi, zaten çoğu kimse farklı tarzları anlamıyordu, tek sorun kabile farklılıklarıydı. bizim kabile sizinkini dövmese de çoğu zaman, sizin kabile bizimkisini hiç anlamıyordu, anlamadıkça dövüyor, dövdükçe yakıyordu sizin kabile köprüleri, bizim kabilenin ise dayak yemekten başka çaresi yoktu. sizin kabileye el kalkmıyordu, kalksa da siz hiç orada olmuyordunuz, saygıdeğer kabile büyükleri.
*
sonra bir gün, günlerin herhangi birinde, kabile farklılığı gözetmeksizin konuşmayı denedik, fütursuzca konuşmayı, en açık konuşmalardan daha açık, en dürüst konuşmalardan daha dürüst. anlaşmalar üstüne anlaşmalar koyduk ve hepsi birbirinden güzeldi, iletişebilmek ise çok daha güzeldi. ama siz yine yaptınız yapacağınızı, kabilesini sktiğimin yerinde, bir tanesiyle anlaşılmaz derken onlarcasıyla anlaşılır hale geldi. bunca anlaşma arasında, bizim kabilenin korkak çocuğu sindikçe sindi, uzaklaştı, sonra biraz daha kaçtı.
*
sonra iletişimin olduğu durumlarda bile iletişemediğimizi, bunun böyle olması gerektiğini, aslında iletişim kurmadan iletişim kurmamız gerekliliğini farkettik, tek sorun bunun nasıl olacağını bilmemekteydi.
*
sonra, yıllar sonra, duman işaretlerinde olmasa da, işaretleşirken bulduk duymak istediğimiz sözleri, birler ve sıfırlardan ibaretken hayat, anlamlandırılan birler ve sıfırlar meleklerin varlığını ispat edercesine doğruladı düşündüklerimizin varış noktasını.
*
bir gün biri bir fotoğraf çekip, diğerine vermeyi planladı. başka biri ise o fotoğrafları alıp, farklı amaçlar doğrultsunda modifiye edilmesini uygun buldu. modifiye edilmiş fotoğraflar diğerleri tarafından takdir toplarken, modifiye edilmemiş olan fotoğrafı bambaşka biri gördü, çok sevdi. biri takvimdeki o güne işaret koydu. yuvarlak içine almadan, çarpı çizdi o güne. sonra o kadar yazının içindeki biri'lerden birkaç tanesini sen'ler ve ben'ler olarak değiştirdi.
*
uyumadan önce sigara içme olur mu, yattığın odada? yorgan tutuşursa panik de yapmamış olursun hem. tamam mı?

Dont You Cry No More

Self Destruct

kişilerde hep bir kendine zarar verme, kendini yok etme dürtüsü var. insan olmanın doğası gereği sanırım bu. sevsen de sevmesen de böyle. değiştirebilme şansın sıfır. dün sabah uyandığımda hala "heeeyy bebeeeeek götüüüüüür beniiiii o temmmuuuuuz akşamınaaaaaa" kafasındaydım. hiç kaybetmedim zaten o kafayı, hemen taçlandırdım günaydın birasıyla. sonra devamı geldi zaten, bir daha, sonra bir daha, sonra bir daha derken "muhteşem" konumuna geldik. arada farkettiğim şey ise, aklıma geldi, bira içtim, aklıma geldi, sigaradan bir nefes daha aldım, sırf aklıma geldi diye yaklaşık bir paket sigara içtim. ne gereği vardı acaba. kendisine desem, "sırf aklıma geldin diye kanser olmaya çalıştım resmen" diye, ne der acaba bana? kendi kendini yok etmek yapılabilecek en erdemli şeylerden biridir gözümde. kendinden vazgeçiyorsun resmen, ötesi yok. bir adım sonrası mutlak karanlık. yahut ne olacağını bilmediğinden, ucuz kahramanlık yapıyorsun, bilsen öbür tarafta ne olacağını belki delicesine düzgün yaşayıp, iyi biri olma çaban olacak. ama bilmediğin için kendini öldürüyorsun. başarılı. kendine dair korkuları olmalı insanın. kendisi hakkında korkmalı. ki pervasızca hareketler, fütursuzca hayvanlıkların sayısı az olsun hayatta. ama yok. dün biraz zorladım kafayı, hayatımda nelerden korkuyorum diye, hep başkaları çıktı. o ölürse üzülürüm, bu giderse üzülürüm, şu terkederse kırılırım falan filan temalı şeyler oldu. gel gör kendime dair bir hareket yok. insan kolum bacağım koparsa yıkıcı olur, ne bileyim ölürsem yazıktır sana kanmadan filan der. kendine olunca dayanır gibi geliyor insana. hoş, dayanılır tabi. sonuçta bu güne kadar olan her şeye nasıl dayanıldıysa, bundan sonrakilere de öyle dayanılır herhalde.
*
"aklıma sen geldin, ben de kanser olmaya çalıştım" ne hoş di mi? ama geldin. vallahi geldin. gelmemen gerekiyordu ama geldin. sonra da ben yoruldum.
*
üstünü ört uyumadan önce. yap bunu.

Skies have Eyes


Son iki cumartesidir gündoğumuyla beraber yatıyorum.
Cumartesileri daha bir sevmeye başladım.
Gökyüzü masmavi. Bulut az.
Dışarı çıkın, evde durmayın.
wherever you are.

tesadüftür tesadüf

genelde tesadüflere inanan bir yapım yoktur, kıçıma kaçanlar hariç. güzel tesadüfler olmaz genelde, güzelse tesadüf, tesadüfse güzel olmaz.
*
karganın bokunu değil yemek, daha sıçmadığı saatlerde çıkıyorum yataktan. öyle biraz düşünce, biraz kahve, biraz da temiz hava için. bu sabah da aynısı oldu, arada bilgisayarı da kontrol ederken, takvim yöneticisi dürttü "hiş bilader bugün Agné'nin doğum günü" diye. nicedir konuşmamıştık kendisiyle, "amaaan akşama falan unutmazsam atarım bir tebrik mesajı" deyip geçtim. aslolan kahvedir sabahları, şirin olamam. sonra dakikalar dakikaları kovaladı, tekrar aklıma düştü. ama bu sefer aşık olmadan evvelki karın ağrısı olarak. "ulan gönder işte dürzü, eline mi yapışacak" deyiverince, daha gömleği giymemişken oturdum makina başına. içimde deli gibi iltifat etme dürtüsü. görmeyeli seneler var. bir daha da görmemem çok olası olan bir insan. etsen ne olacak, etmesen ne olacak? ettim. yıllardır kimseye olmadığı kadar iltifatşinas bir mail oldu benimkisi. sonra dayanamadım, adresini not aldım bir kağıda, ta dünyanın öbür ucuna el yazısı bir notla, ufak bir hediye yolladım. hediye bile sayılamaz aslında, öyle kıvır zıvır bir şey işte. yok aslında bir karın ağrısı, bir aşık olma durumu, neden olsun. ama içimde bir bayana iltifat etme dürtüsü o kadar yoğundu ki, tutamadım kendimi resmen. okuduğu zaman çok gülümseyecek ama, hediyeyi gördüğünde şaşıracak. bizdeki de saçma sapan hissiyatlar bütünü işte. sonra giyindim, taktım kulaklıklarımı çıktım evden. üstüste gelmemesi gereken 4 tane şarkı çaldı, dördü de birbirinden ağır vurdu. işin kötü tarafı, 71 şarkı içinde, en acıtacak dördü seç desen, bu dördü çıkardı. tesadüf mü, ilahi müdahale mi, al kıçına bu da kaçsın mı bilemiyorum.
*
o anlardan beri "öğlen kaç buradan, beşiktaşta iki bira, bir de sigara" düştü içime. biraz sıcak ama olsun, gideceğimiz yer daha sıcak ne de olsa :)

Karmakarışık

alakasız da olsa tatil planları kurmaya başladım yaklaşık 15 saniye önce. sayfa da açık duruyordu, yazıya böyle başlayayım dedim. önümüzdeki sene yunan adalarına gidicem kafaya koydum. 20 sene olmuş gitmeyeli. isyan ettim kendi kendime çok durağan hayatım diye. artık ışığı mı gördüm ne, sürekli düşüncelerdeyim. ağustos başı bozcaada, ağustos sonu bozcaada+ fethiye, tarihi belirsiz bir hollanda isteği var ama onu tarihi belirli bir ingiltere seyahati bozuyor şu anda. iyiden iyiye bozdum sanırım kendimi. ortası yok böyle şeylerin zaten, ya senelerce evden bile çıkma, ya da çıkınca deli danalar gibi kendini vur sağa sola :)
*
sürekli hindi gibi düşünüyorum bu günlerde. 3000 seneyle ıskalamışım resmen filozof olmayı. bir doğsaydım o zamanlar, bu günlerde felsefe derslerinde anama söven hatrı sayılır bir hayran kitlem olurdu. kısmet işte, normal normal kaldık buralarda.
*
kahrolsun hantal dolgu topuk ayakkabılar, yaşasın ince yüksek topuklular. sapıttım mı? hayır. sebebi var. vur ama önce dinle. kadın bacağının en güzel yeri kalflarıdır bence. kaslı kalflara sahip kadın güzel bacaklı kadındır. dolgu topuk benzeri şeyler bunu bozar. olmamalı. sabah önümde yürüyen bir kadına bakarken farkettim bunu. takdir ettim kendimi.
*
parfüm almam lazım. deo da almam lazım. stokların sonuna geldim gibi gibi. sakat. işin bok tarafı, ne alacağımı biliyorum, ne de bütçemden haberdarım. sakat iş. ama biraz dikkatli eğilmem lazım bu konuya. CKOne'dan beri bayıla bayıla aldığım hiçbir parfüm yok malesef. bu kötü bir yaklaşım, nerde o üniversitede dış hatlarda türlü yenilikleri kovalayan ben, nerede şimdiki bezgin.
*
nedense eski şarkılara taktım bu aralar, "welcome to the jungle" da oradan çıktı sanırım. çok değişik hisettiriyorlar kendimi sağolsunlar. ama bu mp3 işinden soğuyorum gitgide. eskisi gibi albüm almak, kasedin bantları kopana kadar dinlemek istiyorum. bir ara yedekleyip ikişer ikişer alıyordum kasetleri, biri koparsa ben ne yaparım diye. haftalık bitiyordu aç dolaşıyorduk ama olsun. kulağımız garantideydi. yalnızken hep müzik dinlerdim ben, zaten hep yalnızdım odamda, antremana gitmediğim saatlerde. ailemi çok severim ama, nedense tekbaşıma otururken garip bir haz duyardım, sessiz sedasız müzik dinleyerek. ne diyorduk. ha eski şarkılar. güzeldir abi onlar. sevilmeyecek şeyler olamaz. mesela olsa şu anda "china in your hand" çalsa, bir hoş olurum. yahut "hey stoopid"
*
sıcaklar illallah dedirtti. bıktım fena bir şekilde. sabah 0735te gitdiğim gömlekten 0915 itibariyle hayır gelmeyeceğini görmek fena. deo yutsam, rollon kemirsem fayda etmiyor. atmosferi bilmem ama, uydu atsınlar, klima şeklinde. güneş enerjili. soğusun dünya. biz de "ays eyç kamin, ays eyç kamin" diye tempo tutsak temalı haşin düşlerim var. haftasonu ankaraya gidecektim, korktum sıcaklardan. o yüzden zamanı evden çıkmadan, yahut kliması olan herhangi bir yerde kamp kurarak geçirmeye karar verdim.
*
çadır almam lazım. daha da ötesi, o çadırın balkondan uçmaması lazım. çadırcılara çalışmıyoruz nihayetinde :)
*
rollerblade yapma isteğim an be an sönüyor. uçan manda konumuna geleceğim öyle yaparsam, agresifleşirim, kaldıramam gibi geliyor :) herkes bildiği işi yapsın, ben su sporlarında iyiym arkadaş. neden kabul etmiyorum ki.
*
Talamasca güzel müzik yapıyor. her ruh halinde gitmiyor ama, en ufak pozitif taneleri bulup harekete geçirme özelliği var gibi. ayıkken daha zor ama, şöyle bir 7-8 bira sonrası sanki voltron'u oluşturabiliriz beraberce gibi. ama yeşil aslan benim, talamasca başını oluştursun.
*
Jensen Ackles süper adam arkadaş, buna kanaat getirdim artık. oynadığı dizilere, filmlere çökmek boynumuzun borcu. Tavsiye, izleyin lan şu Supernatural'i. test yapıcam, ama önce kim okudu da izlemedi onu bilmem lazım. dürüst olun :P
*
akşam en son cacık yapıp dolaba koyayım, akşam yemeği aradan çıkar diyordum. ama şu anda yapıp yapmadığımı hatırlayamıyorum. şimdi de canım rakı istiyor, ulan alıp da gidersem ve cacığı yapmadıysam, işin yoksa gecenin 23'ünde mutfakla uğraş. zor iş. en iyisi yarını beklemek sanırım.
*
gaipten sesler duyuyorum sanki ve sıkı bir bıçak alma isteğim tavan yaptı. sanırım kayışı koparttım artık. hayır alıp da n'apıcaksam? :S
*
sıcak. çok sıcak. ofisteki hatunlar sözleşmiş gibi tüm klimaları kapattı. aslında bıçak faydalı olabilir. evet evet olabilir. not düşeyim kendime, topyekün doğranabilir hepsi, yanmadan evvelki son hamle olarak.
*
Castiel tam kafamdaki Melek profili. arkadaş melek dediklerinin hepsi elf güzeli, ne bileyim naif, ensesine vur lokmasını al varlıklar olamaz. hatta hiçbiri olamaz. melek dediğin savaşçıdır, smite evil'dir, greatsword'dur, shining armor'dur. hare filan bilmem ben. efemine kaçıyor. sevemedim bir türlü.
*
çok saçmaladım, susayım biraz.

welcome to the jungle

biraz evvel çamaşır asarken aklıma yazacak bin tane şey geldi, çamaşır bitti, fikirler uçtu. kahretsin yine yazamıyorum :) ama bu gün komik bir şey oldu, sabah uyku sersemi giyinmeye çalışırken gömlekleri karıştırmışım, regular yerine muscle fit olan beyaz gömleği giymişim. birkaç resepsiyon için koşturmaca arasında farkettim, ama sporu bu aralar ekmeme rağmen, süper oturdu gömlek üstüme :) haha gülümsedim yahu resmen. bu gün duyduğum neredeyse onlarca "ooo bugün çok yakışıklıyız, hayrola akşam nereye gidiyorsun?" ("eve, dizi izleyip çamaşır yıkayacağım, gelir misin şekerim" demedim tabi buğulu gözlerle :P ) sözleri de apayrı bir mood tabi. alışmadık götte don durmazmış hesabı. hoş, gaza geldiğim söylenemez, ambalaj farklı olsa da içerik aynı, maymundan bozma ben. ama o muscle-fit ben sırılsıklam terliyken sırtıma yapış, kanatlarım cascavlak ortaya çık sen. birkaç korumanın bakışları değişti, direk olarak freak muamelesi gördüm kendi iş yerimde. boşa demiyoruz "ANIMAL!" diye canlar.

madem "ANIMAL!" dedik, gecenin şarkısı da sefa gelsin, hoş gelsin;
Guns'n Roses (Appetite For Destruction) - Welcome to the Jungle ;)
for the sake of heavens and all the high times...