alkollü izmir notları

beden yorgunluktan gebermiş, ruhunda raporlayacak birşey kalmamış. bitiksin sen 91.

çarşamba sabah saat 4te başladı koşu. uykusuz bir gecenin ardından, millet sahur telaşındayken elde valiz düşüldü yollara. 4 saat evvelki bitik insana inat edermiş gibi, uyanık ve dinç biri duruyordu 4 saat sonra pasaportta. yan gözle otele bakmak, iş telaşındaki insanlar, yine bir otel, yine bir oda ama herşey olduğundan ve olmuşlardan çok farklı diye düşündürdü isteristemez.

yarı uykulu geçen bir seminer gününün ardından sözün tutulması, imansızdeyusla kordonda kucaklaşmak. gece sürerken 2-3 güzel insanla tanışmak. hoş sohbet. limitsiz bira üstüne rakı. yorgun uyanmak, ama özlenen şeylerin yapılmasının verdiği enerji. ha keza otel formasyonu. günde 3 defadan aşağı duş almıyorum nedense otelde kalırken. o kafayla bir de bunu düşünmeler.

yarı sarhoş bir seminer günü. devamında, yol iz bilmez bir doksanbirin yollara düşüşü. birkaç sene evvelki deplasmandan aklımızda kalan sevinç pastanesine göre kordinat alış. alternatif buluşmalara alternatif olarak iki güzel insanın yanına inmek.

tuna; ilk gördüğüm günden beri çok da sık görüşmedik aslında, sadece 2-3 defa, lakin hep aynı tebessüm yüzünde. hastayım vallahi bu işe. biz tebessümü unuttuk be patron
sarp; sanki nicedir tanışıyormuşcasına oldu sohbet, tam da tahmin ettiğim gibi. liverpool maçı öncesi kaldığımız yerden devam edemezsek içime oturur.

hehe içimizdeki liverpoollular ikinize de ne kadar teşekkür etsem az.maksimum derecede bir alkol alma isteğiyle otele dönüş. iradeye hakim oluşta son nokta.yarı yorgun bir seminer günü, yarı uyuklar bir sınav, yarı aç yarı tok bir yemek seansı. hazır valiz gibisi yok yola çıkarken.

otelleri sevmiyorum, her gören beyefendi, her gören bilmemne, suni kibarlıklar üzerine oluşturulmuş birşey izlenimi veriyor. tabiki suni olacak aslında. babanın oğlu mu lan adam, neden durup dururken ilk gördüğü birine kibarlıktan kırılırcasına davransın.

dönüşleri seviyorum istanbula. uçak biraz sallasa da, düşmüyor. yarı yorgun, yarı huzurlu çıkıyoruz havaalanından, neyle karşılaşacağımızı bile bile. izmir-istanbul 50 dakika. yeşilköy-beşiktaş 1,5 saat.yağmur çiselerken iskeleye iniş.

eve dönüş. tam huzur, tam sıcak. evimi seviyorum. kalem gibi, aidiyet hissiyatı tavan yapmış vazyette 7/24.

kadıköyde öğlen rakısı gibisi yok. biraz fazlaca bir şekilde baksa da insanlar, herkes kendi yolunda, içen de, oruç tutan da, yürüyen de, oturan da. o agresifliğin üstüne ters ters bakılmamasının engellediği faciaya gülerek misafir gelen babayı eve yolcu etmek

. ardından göztepeden zeynepkamile 20ytl ve 1 saat 15 dakika süren yolculuk. boktan bir trafiğin var ama güzel kusursuz olmuyor be istanbul. seni de seviyorum anasını satayım, içinde barındırdığın onca hödüğe rağmen.

tam çökmüş bir pazar. yorgun, hasta, huysuz. yorganı çıkarttım en sonunda. cam çerçeve açık, yorgan altında serin serin yatmak hoşmuş, özletmiş. ibne yaz mevsimi, ne kadar keyfim varsa hepsini çalıyorsun benden.huysuzum, pazartesi bugün, hastayım.sabahtan beri asık suratımla canını sıktığım herkes;

umrumda değilsiniz.


24 Eylül 2007, Pazartesi

Tekrar!

Wiederholung! Dabei weiß ich, alles hängt davon ab, ob es gelingt, sein Leben nicht außerhalb der Wiederholung zu erwarten, sondern die Wiederholung, die ausweglose, aus freiem Willen (trotz Zwang) zu seinem Leben zu machen, in dem man anerkennt:Das bin Ich!Doch immer wieder (auch darin die Wiederholung) genügt ein Wort, eine Miene, die mich erschreckt, eine Landschaft, die mich erinnert, und alles in mir ist Flucht, Flucht ohne Hoffnung, irgendwohin zu kommen, lediglich aus Angst vor Wiederholung.



* * * *



Tekrar!
Bir yandan biliyorum ki hersey, yasami tekrarin disinda bekleyebilmeye degil, tekrari, kacisi olmayan tekrari, kendi iradenle (baskiya ragmen) hayatin yapabilmene baglidir; kabul ederek: "Bu benim!". Ama yine hep (tekrar burda da var), bir kelime, bir ifade beni korkutmaya yeten, bir manzara bana hatirlatan ve icimdeki hersey sadece kacis; umutsuz bi kacis, herhangi biryere ulasabilmek icin, sirf tekrar korkusundan.

Çeviri: fred frith

Ortaya karışık

raporlamaktayim gunluk. herseyi, herkesi birakip gidesim geliyor pazar sabahindan beri delicesine. gitmelerden korkan ben, gider oldum, hemde alayina gider oyle boyle degil. gidemeyecegimi bile bile gitmek istedim, simdi de kendi halime guluyorum. artik overclock yapmaktan calismama egilimine girmis bir beynim var. yorgun ve harap bir beden de cabasi. degisik bir vaziyet iste, adini koyamiyorum. bizimkisi dogmamis cocuga don bicmek hesabi, konusuyoruz, tasarliyoruz ama sonunda hepsi fis. evde dag gibi utu birikti, her gun bu aksam yapicam diye yola cikip, her aksami evde anlamsizca bir koseye buzulmus yahut bir imkan yaratip alkol almis buluyorum kendimi. zaten soyle komik bir durum da var be gunluk. ben utu yapmasini bilmem ki mecburen isyerinde utusuz gomlek de giyilir anasini satayim adli hareketi baslaticam yakinda. temmuz dahilinde evde temiz uzun kollu gomlek bile kalmadi cunku, atilacak tum barutlari attim. umrumda da degil aslinda insanlarin bakip "iigyk nekadar igrenc adam utusuz gomlek giyiyo" demeleri. toplum denilen boklavatin hicbir kademesi enterese etmiyor beni, bir buyuk rakinin ettigi kadar. topluluk arasinda o kadar yalnizim ki, raki masalari olmasa paylastigimiz, yalnizliktan bogulacak gibi olurdum herhalde. bir de artik bana bakmayan o gozler. buradan paralellik cikartacak olursak, o gozlerin hep bana bakacagini dusunmemin ardina artik bakmadigini yahut bakmak istemedigini bile goruyorsam, demek ki raki da bir gun bizden ayrilacak. ya bir gun alacak paramiz olmayacak, ya da diyecekler ki "patron, icmeye devam edersen imamin kayigina binmen yakindir". bundandir ki doktorlari sevmiyorum. gitmiyorum da, gitmeyi de dusunmuyorum. hayirli bir laf etmediler ki bana su gune kadar. ya oldu dediler, ya vaziyet vahim, kendinizi alistirin dediler, ya da sallan yuvarlan laf kalabaligi yaptilar. o yuzden rakidan ayrilmamiz beyaz onluklu dayatmasila olmayacak. tesaduflere bagli olacak, belki bir gun "yeter bu hos sohbet" deyip raki bize yol verecek, ya da bir gun biz diyecegiz, "oldurdun bitirdin bizi be abi" diye. her halukarda ayrilmak kacinilmaz, ama bu aksam, ama 30 sene sonra. isyerindeki tipler de bir degisik bakiyor anlamadim neden. yemek yememem ve "hadi artik aksam olsun, gidelim buralardan" diye anlamsizca gulumsemem olabilir mi acaba? sebebi her ne olursa olsun, insanlarin bana bakmalarindan nefret ediyorum. sirf bu yuzden bile bir miktar para ciksa bir yerlerden toplumdan ayri yasardim herhalde. insana dair ve insan elinden cikma hicbirsey istemiyorum gunluk. raki nasilolsa el degmeden yapiliyor, o kategori disi. e tabi bunun yaninda raki ictigimiz, yaninda evimizde hisettigimiz dostlar da kategori disi. amma istisnai bir ibne olup ciktin sen diyeceksin. ne bileyim, sanirim benim de gotum basim oynamaya basladi bu ruhani dengesizlikten dolayi. bu arada buenaya isyanim var gunluk, son 2 seferde elimi cuzdana atmamla gacirt diye laf koymasi bir oldu. ibibik moduna gectim resmen. maasi bir alim, ben ona sorarim. son sozum de beni yanmaya mahkum edenlere, yaz ortasinda kapattiginiz klimalar kiciniza kacsin insallah. amin. yanmis balata, gevsek conta 91

30 Temmuz 2007, Pazartesi

Buhran

alkolluyum gunluk. fonda zehir gibi caliyor, sevgili kizgin uykuda, kedi hala miyavliyor, alkol herzamanki gibi yetmemis, kolonya isveli gulumsemeler atiyor, sozumuz var icmeyecegiz birkere. ama buna da sukur, 2 bira diye oturup bir ufak 3 birada kalktik abyo destekli. cigerlerin son kalan ceyregini de parliamente adayip dukkani kapatmak zor gelecek ama kapatip gitmek en iyisi. nasilolsa burasi da yaniyor orasi da. tek farki orada kis yok. e zaten burada da kis kalmadi, ne kar var ne tipi, yemisim post modern kislari. bari sevdigimiz insanlar saglikli olsun diyoruz, o da olmuyor.

ey kocaman allahim, madem istedigimiz hediyeleri vermiyorsun, yanina aldigin cenk koray ile beraber aciver kutumuzu da rahata erelim yahu. yoruldum ben.

dok-san-bir




19 Temmuz 2007, Perşembe

geçmişten beklentiler

etrafımdaki herkes, herşey yorgun günlük. yanımda yatan kediden evinde uyuyan sevgiliye, sokaktaki bireyden meyhanemin garsonuna kadar herkes tarifsiz yorgun. tüm bunların arasında günlük debelenmenin yorgunluğuna inat dinçmişcesine gece gündüz aynı teraneye karşı çarpışıyoruz. zaman zaman rakı oluyor kavgamızın adı, zaman zaman margarita, zaman zaman kurtuluş başkan ne uygun görürse isimsiz soğuk kokteyller, geceli gündüzlü içiyoruz. arkadaş çevresi tahlillerde sıçmış vaziyette. kiminin karaciğer patlak, kiminin mide, kimi komple vucudu patlatmış. biz hala öküz gibi günlük. nazarlara gelmeyelim. yazmaya 15 dakka ara, bira, sigara tazelemesi (was) on air ha patlak diyordum günlük. harbiden adamlar pert. kısa kalmış vadeleri tebabete göre. ben dışardan bakınca alayı aslan parçası. gördüğümüz bize yeter diyoruz be günlük, 15 yıl dediğin nedir ki. ama kısa dediğin ne ola ki, sana bir bira kısa gelir 5 dakika, benim bir sigaram 10 dakika sürüyor. ama sonuçta film bitince hepimiz aynı ışığa gidiyoruz, "EXIT" umarım öteki tarafta da böyle bir setup hazırdır, biri dürter bizi, yeteri kadar yandın, ok yönünde ilerle diye. soramayız "ok nerde babuş?" diye. anlamsızca pretty woman çalıyor 8-9 turdur. çok mu özendik riçırd abiye bilmem, çok sevdiğim bir arkadaş yengene "culya rabırts"a benziyor abla, hayrolsun dedi. neden hayrolsun be, aşkolsun bilakis diyemedim. kedi yemek, sevgili evlilik, aile uslanmak, hayat çaba, sıcaklar yanmak, anadolu gurubu performans bekler ey günlük. peki gariban 91 ne bekler? ipucu vermek yok.



28 Haziran 2007, Perşembe

gidilmez ki. yoksa gidilir mi?

raporluyorum 3 defa üstümde kurudu kıyafet bugün, raporluyorum sadece biri kısmen terdendi, geri kalanı tepeden inme birşeyler. barajlar dolmuşmuş boşalmışmış hiçbirzaman g.tümde olmadı, "bol bol yiyen mel mel bakar" hesabı, bu bokun kesileceği, 3 günlük yağmurla düzelmeyeceği gün gibi aşikarken, nedir bu medet umma tribali, nedir denize düşen yılana sarılır hikayeleri. bırakın bu işleri anam babam. takmışım kulağıma mp3playeri, manowar diskografisi otuziki kısım tekmili birden içeride, kah baba mırıldanıyor orada "all to be the master of the winds" diye hüzün basıyor, kah haykırıyor "they watch us rise, with fire in our eyes" diye haykırasım geliyor geçip giden zamana. telefon çalıyor anlamsızca neredesin ne zaman geleceksin diye, gelmeyeceğim size inat deyip kapatılıyor, ritüel kaldığı yerden devam ediyor, can baba şiirleri geliyor akla, bir hayat yaşamak için bir hayat harcıyoruz iyice sabitleniyor kafamda, "bir şarap şişesine atlayıp mantarı arkamdan kapatıp ilk denizle gitmeli buralardan yavrum evladım" diyorum kendi kendime. telkinmiş bokmuş püsürmüş, sigarayı bırak zaten bu aralar sıcakta spor yapıyorsun kilo da aldın zaten utku'ymuş, topunuza inat bir tane daha yakılıyor, boğazdan geçerken yok yok ben gidemem bu şehirden, ruhumuz olmuş artık klişesi çırpınıyor uzakta bir yerde. yok yok baba, bu şehirden gidilmez be. hangi şehrin sokakları benim elele koştuğumu görmüş, hangi şehrin kaldırımında taşlara tekme atmışım ben, hangi sahilden atmışım ilk isyan şişemi deniz sularına? e be günlük amına koyim, saat köşede 13:41 diye mahçup mahçup bana bakar, sevgili çiçek, kedi mama, hayat çaba bekler benden, sen yine benim aklıma soğuk bir duble rakı düşürdün, gözlerim doldu yine öğlen öğlen. çık bir sigaraya daha balkona, sigara içilmeyen işyerine inat ver coşkuyu boğaza karşı. hakkatenkoyim ya, olmaz, böylesi olunmaz. yok baba yok, bu şehirden gidilmez be. bizi sevmese bile bu güne kadar, biz sevmişiz, elden gelen ne var ki??

ilk ameliyat son olsun

raporluyorum dünya görüşüm değişti. hayvanlığım tescillendi. gururluyum. Army abimin önayak olmasıyla, cumartesi muayene ile başlayan serüven, korneamızın 3 lampard kalınlığında olmasından ötürü pazartesi sabah saat 11.15te ameliyat masası yolları gözükmesiyle devam etti. bahtıma tüküresim var, sağ göz iyiydi de, sol göze inerken o meret garç gurç ses çıkınca "ananı" dedim, derken kollar da biraz gerildi sanki ki, tüm hastabakıcılar ve doktorda bir panik havası sezildi "aman noolur kımıldama" diye. (dipnot, masadan kalktıktan sonra dikkatlice bir baktım da, ben o makinayı havada karada sökerdim yerinden. peeh, de göt korkusu ayrı bir olay, kımıldatmıyo adamı) kırmızıya bak, yeşile bak, yeşil kayboldu arama, hayrolsun çocuum gözlerin kanlanmış ve ameliyat sonrası açılan gözler, bulanık ama 100 metre ilersini bile zoomlama yetisine sahip bünye. ve ameliyattan sonra duyulan o güzel ses "vaay kartal gözlü kardeşim naaber?", birtanesin Umut abim. vücudun her yerinde bi oynaklık var, gözler de lense alerjik çıktı, ama enfeksiyon falan komadı, haftayla sürer dedikleri 12 saatte geçti, enfeksiyon devam ama sorun sıfır. her gün kontrole gidiyoruz, raporluyuz, işyeri beklesin. gözlüksüz dolaşmak garipmiş günlük, velakin şimdi de güneş gözlüğü derdine düştük. hayatımızın her aşamasında bir "dörtgöz" bir "gözlük" durumu olacak, seviyorum da mereti, problem mi edeceğiz yahu. daha net, daha parlak, daha "kartal gözlü" günler dilerim forum ahalisine. ameliyat masasında bile "bu operasyonu bi rakıyla ıslatmak caizdir" diye düşünen hasta ruhlu hayvan 91 iyigünler diler.

"life is a bitch, then you die"

raporluyorum, o şahıs dolmuşa kafasını uzatıp "bağlarbaşınamı gidiyor?" dediğinde "ön taraf bağlara, arka taraf başına gidiyor" demeyecektim, ayıp oldu.
sakin bir hayat isteği ağır basmakta bu aralar, akşamları yürüyüş, sessiz sakin cici güzel bir ilişki, sarmaş dolaş dvd keyfi.
iyot kokusu ve salacak manzarasıyla karışık gözyaşları izledim dün akşam günlük.
yaşadığım hayat her geçen gün daha ağır gelmeye başladı.
her geçen dakika eve dönüp sıcak bir şarap eşliğinde lake of tears'a özlem duyuyorum.
gitmek lazım.
uzaklara gitmek, huzur neredeyse oraya gitmek lazım.



13 Aralık 2006, Çarşamba

yağmurun ertesi umut

* sağanak altında işe geliş. içimi acıtan "abi 5ytl şemsiye abi ıslandığına değmez abi"ye teslim oluş. artık benim de bir şemsiyem var, bir otobüse ekene kadar.
* insanların motorda dışarda gidişime bakışları artık beni delirtmeye başladı. size ne kardeşim yağmur benim dötümde değilse. ıslanıyor olabilirim, pantolon ıslak olabilir, gözlükler ıslak olabilir, sıçan gibi olabilirim. ama size ne? 3 kuruşluk keyfime bakarak gölge düşürmeyin.
* işyerinde aynı terane. şu dosya ne oldu 91? başkana faksın ulaştığından eminmisin 91? neden kravat takmadın 91? neden hala burada çalışıyorsun 91? köprüden atla kurtul 91?
* akşamı beklemek zorlamaya başladı, hayat bir yandan Galatasaray biryandan. ama bu akşamdan anlamsız bir derecede umutluyum. bu gecenin sonunda herşey daha güzel olacak sanki.
* umut.

31 Ekim 2006, Salı

hemde masmaviydi.

tanıdık bildik bir yüzü motor iskelesinde beklemesi, görmesi, "naaber abi" diye başlayan muhabbetler, iç huzuru güzel.
ufak tefek bir üst baş değiştirmesi, ardından spor salonu, acı, keyif, acele.
bostancı dolmuşlarına kadar yürüyüşte acıbadem ile kadıköyün aslında iki ayrı ülke olduğunu düşünmeler.
dolmuşa binince gelen mesajlar, tebessümler.
6 senedir görüşülmemiş bir üniversite arkadaşıyla edilen ayaküstü iki kelime.
sevilen bir insanı görmek ve beklenen lost cdlerini almak için hedefe varış.
likörvotka, resimler, gülüşmeler, muhabbet.
dönüş yolunda edilen, hatalı olduğunu kabul eden ama durmak için elinden birşey gelmeyen bir 91.
eve dönüş, mutlak yalnızlık.
yanlışlıkla girilen bir msn ve o insanı msnde görmek.
hayatını ellerine sunmak, asil cevaplar almak, hiçbirşeyin adını koyamamak, çünkü buna hakkı bile olmamak.
mezar soğuğu.
içilen onca sigara, kaçış için sarılınmasını bekleyen içki şişeleri, sarılmama, biraz kan, biraz gözyaşı.
huzursuz bir uyku.
beklentisiz bir güne başlangıç.
umarsızca alkol aldığın, hayatın hiçbir aparatını hiçbir yerine takmadığın günlere özlem.
ana rahmine dönme sendromu.
gel dizimde uyu teklifleri.
kabul etmek için gebermek ama doğruyu seçmek.
artık hiçbir şeyden mutlu olmamak.
savaşlardan galip çıkmak ve ödülü olan mutlak yalnızlığı hakketmek.
ve her şeye rağmen karanlık gökyüzüne bakıp "yapacaklarının en iyisi buysa, hala ayaktayım" diyebilmek.
"if I can stand on my own legs"



18 Temmuz 2006, Salı

Gözlerin o kadar maviydi ki...

cumartesiyi pazara bağlayan gece.
göztepe köprüsünden gir, oradan sola buradan sağa dön diye edilen yol tarifleri.
hiç bilmediğim, sanki olmadığım bir şehirde olma hissi.
sonra buluşma.
onu görme, sıcak.
eve gidiş, dvdnin çalışmadığını görüş, onun hayalkırıklığı.
senin gözünün başka birşeyi görmemesi dolayısıyla sorun yaşamaman.
şiddetli başağrısı, sek smirnoff, biraz huzur, bolca sıcak.
başın dizinde uyuyakalma sendromu.
sabah uyanınca yanında görememe, korku, sıcak.
sonra yan odada bulma, gidip dizine uzanma, uyandırma.
bencillik, sıcak, başdöndürücü koku.
sabah evde olma sözüne rağmen sözünü unutma, yanından ayrılamama.
sıcak.
veda busesi, hüzün, suçluluk hissi.
eve dönüş, sek votka, sıcaklığın sona ermesi.
donuk.
intiharsal eğilimlerin artışı.
* * *
fazla silahın var mı abi? vallahi söz, bir intihar edip geri vericem.
hemen bak, yalanım varsa namerdim..
soğuk.


17 Temmuz 2006, Pazartesi

Melek


`utkucum` icime i$lemeye ba$ladi melek. sen meleksin. ben utku. olmaz melek. olmaz.
kotuler kotulerin yaninda kalmali, melekler sari kirmizi gokyuzunde.
ho$cakal melek. melek. ho$cakal. melegim.

karmakarışık hissiyatlar bütünü.


biraz önce okudugum bir blogla gayet duygusal anlara yelken açtım anlamsızcasına. aslında çok anlamlı duygular bunlar da, gel gör bana biraz uzak şeyler. hiç düşünmediğim, düşünürken yakaladığımda beynimi "hüöp, ne bok yiyorsun lan sen orada bir başına?" diye tartaklama ruh haline girdiğim düşüncelere garkoldum ister istemez.
hatırlıyormusun kız, seneler evveldi, 2001 yılında, moda belediye çay bahçesinde gazoz içiyorduk karşılıklı. zıpır bir kız çocuğu peydah olmuştu etrafımızda, sen "bizim kızımız da böyle şeker olacak, böyle gülecek, sen de ona kızılderili kıyafetleri alacaksın, oyunlar oynayacaksın" demiştin.
o güne kadar senin ağzından böyle birşey duymamıştım hiç. benimle bir gelecek bile düşünmüşsün, ben kendimle bir akşam yemeği bile düşünmezken.
yıllar geçti üstünden. şimdi muhtemelen o zıpır annesiyle servis bekliyor, annesi servisin kapısına kadar geçirdiğinde "anne tamam ya gelme arkadaşlar bakıyooo" gibi saçmalıyordur bile.
hayat umuyorum, ve izliyorum ki senin karşına birçok güzellik çıkartıyor, çıkartmaya da devam edecek. ben de uzaktan bakmaya tabi :)
ben haklı çıktım peri, ben. sen güzel bir insan oldun, etrafındakilere mutluluk, iyilik dağıtıyorsun. ben ise kendi karanlığımdan çıkmamacasına düştüm. ama güzel burası da, sonuçta herkes "yukarı"da olsa "aşağı" gibi bir kavramı kim bilebilirdi ki?
bir zamanlar ilk defa sana söylemiştim ya, senden sonra birkaç kişiye daha söyledim, "seni seviyorum" diye?
sarhoştum, hatırlamıyorum.

And shepherd i shall be...

“Have you ever been in love? Horrible isn't it? It makes you so vulnerable. It opens your chest and it opens up your heart and it means that someone can get inside you and mess you up. You build up all these defenses, you build up a whole suit of armor, so that nothing can hurt you, then one stupid person, no different from any other stupid person, wanders into your stupid life...You give them a piece of you. They didn't ask for it. They did something dumb one day, like kiss you or smile at you, and then your life isn't your own anymore. Love takes hostages. It gets inside you. It eats you out and leaves you crying in the darkness, so simple a phrase like 'maybe we should be just friends' turns into a glass splinter working its way into your heart. It hurts. Not just in the imagination. Not just in the mind. It's a soul-hurt, a real gets-inside-you-and-rips-you-apart pain. I hate love.”


Neil Gaiman



o kadar cok du$unuyorum ki bu aralar, yazmaya halim bile yok. yazmaya degecek bir $ey var zaten hayatimda, onu da yazamam muhtemelen. en azindan $imdilik yazamam. yazabilecegim gun gelirse zaten, ya$anmaya deger bir$eyler yapiyorum demektir.

biliyorum, yukarilarda biryerlerdesin, kilicini cektin. bana kaskimi verdin. ben hazirim sava$maya ey melek, senin yaninda. in artik yeryuzune ve yaninda $ava$ma $erefini bah$et bana. hala kollarimda guc, icimde i$ik varken. hala `ben` iken.