Git Artık

yaz olsun da evlen artık.
liseden beri çok olmuş yahu. 17 sene.
inandıramadım, orası ayrı, dün farkettim, inandırmaya da çok çalışmamışım hani.
ama sesin titredi ya, kelime tonlamandan tırnak kesişine kadar herşeyin aynı dediğimde.
hani ben ki danalar danası, üçüncü birayı sipariş etmeden evvel senden müsade aldım ya.
yine sonbahardı. 17 sene evvel bir sonbaharda aşık olmuştum sana.
17 sene sonra bir sonbaharda evleneceğini duyacaksın deseler yine olurdum ama.
üzülmeyesin sakın.
yaşadıklarımı ben seçtim.
günün birinde bir daha çalacak telefonun bilmediğin bir numaradan.
sen açmadan kapanacak yine.
sonra yıllar geçecek.
bir yerde karşılaşacağız.
sendin o, biliyorum sen olduğunu diyeceksin.yine haklı olacaksın.
yine sesim titreyecek senle konuşurken.
yine inanmayacaksın.
bu döngüleri yaşamak benim kaderim.ve kaderimi genelde ben seçerim.
seni seçmeyi ağır ödüyorum, orası ayrı.

ödenen her bedele değen insanlara saygıyla. geri kalanını yakıp sabun yapabilirler. umrumda olmaz.

Aşık Oldum


Oldum.
Valla.

Aşık Oluyorum

EYVAH.

say the word FOREVER!

sanırım tüm bunların sebebi dinlediğim şu melankolik şarkılar. hakikaten öyle. aslında içimdeki hayvanı serbest bıraksam, o kendi hayvanlığında takılsa daha mutlu olacak, biliyorum. eminim. ama bu puslu hava dağılmamakta ısrarlı, bunu da kendim yaratıyorum.
* * *
(bunu okuyunca kendine pay çıkarma sen, ben söylemiştim diye triplere de girme. çaldığım tokanı iade etmedim diye ömür boyu kızacaksın bana, varsın olsun. 3 sene öncesinden ezbere bildiğim sabit ip'n girip yazdıklarımı okuyor ara ara. hani sen sildin mi siler geçerdin? en az benim kadar sen de zayıfsın, biliyorum bunu duymak hiç hoşuna gitmiyor ama, öyle hakikaten ;) ben kendimce sürünmelere devam ederim, "no strings attached" bir durumda, sen kendi yarattığın karabasanda her sabah uyanmaya mahkumsun, ve artık ben o karabasanda olmayalı seneler var, ve sana mutluluklar dilerim, ve gülümse şimdi, bee bee ğiiim :) haha)
* * *
19.10.2008 Pazar Saat 22.50 suları. Mecidiyeköyde bir 91. Kendinden çok hoşnut bir şekilde kulağında kulaklıkları yürüyor. Maç bitmiş, çoğunluk yavaştan evine dönmüş. Ankaralı Aslanlar yavaştan yola düşmek için Burger King'den çıkıyorlar. Yolları uzun, kazasız belasız. Güzel bir gün geçmiş, fantastik bir FRP settingi içinde, kendi durumuma inat topluluk arasında yalnız bir suikastçi oynamışım tüm gün. 2 de leşim var hani, içimdeki tüm irini kusmuşum onları öldürürken, biri bağırsaklarını kaldırımda görmüş, öbürü kafası uçarken öldüğünü bile anlamamış. Çok keyif almışız, oynadığım arkadaşlar yeni, DM on numara bir adam, hele DM'in dışı golden retriever, içi british bulldog yoldaşı Herkül günün on numara geçmesine vesile olmuş. Tüm bunlara rağmen, tek hisettiğim şiddetli bir açlık ve kesif bir yalnızlık kokusu. Ulan hala hastayım ben, burnum tıklaı. Ne kokuyorsun it? Kokuyor işte. E ben bu durumdan muzdarip değildim hani? Neden kafama takılıyor ki?
* * *
Abbio ile konuşurken gece 22.00 sularında, bana bu günlük yeter demesinin üstüne ona çok bulaşmadımdı zaten. Sesinden mutlu olduğu anlaşılıyordu, kendi bokumu ona bulaştırmam olmazdı. Oturdum kaldırıma, kendi bokumun içinde yuvarlandım. Etrafta tek tük cimbomlar kalmış, bir köşede üstünde trabzon formalı adam, önünde birası ağlamaklı, ne alakaysa herifin yanına gitmek istedim, içimdeki fanatik engel oldu. Ama oradaki bana en yakın insan oydu nedense, üzüntüsünün sebebi bizdik, ama gel gör yakındık işte ne bileyim.
* * *
şarkılar diyorum. bir de günün melankolik şarkıları değil, 20 sene öncesinin acıları. kah some hearts are diamonds, kah why baby why?, kah total eclipse of the heart. değişik. sanki insanların acısını da alıyorum sırtıma. onları da taşıyorum. sanki benimkiler yetmezmişcesine. ama şöyle bir düşününce hissiyatım sıfır. ne acım var ki benim? hiç yok. yani artık yok. felaket bir şekilde hissizim, birşeyler hisetmek isterken hissiz olmak da iğrenç birşeymiş.
* * *
(çaldığımı düşündüğün tokan var ya, bilgisayarın arkasındaki dolabın arkasındadır, evinden taşınmadıysan -ki umarım taşınmamışsındır- bulmuş olmana imkan yok. hayır, yalan atmadım sana, sana çok aşık oluyordum, fütursuzca derler ya hani, aynen öyle. ne zaman ki sen doğrusunu yapıp beni uzağa ittin, -ki sana hak veriyorum en doğrusunu yaptın- ben de o tokayı çalmamakla iyi yaptığımı anladım. o aşk gibi, toka da yalnızca sana aitti. pişman değilim, öfkem kendime)
* * *
Sabah motorda karşıya geçerken önümde mahsun bir kız duruyordu. Ona söylemedim ama, saçları çok güzel kokuyordu. Schwarzkopf sanırım, ama emin değilim. Güzeldi sadece, hepsi o. Bunun gerçeklere hiçbir etkisi yok, olamaz da.
* * *
ayaklarımı uzatıp film izlemek istiyorum evde. 2 tane film aldım ama izlemeye fırsatım olmadı. onları izleyince her şey çok daha güzel olacak. emin değilim ama.
* * *
öyle işte, hayattan kesit olsun bu da.

Kerteriz'in devamı başlar..0,50..

-beni dinlediginiz için teşekkürler diye başladı..

Ben istanbul’dan geliyorum ve seni tanıyorum dedi bana, sonrasına hiç dokunmadan ve yorum yapmadan yazacagım…


“benim de belli bir yaşantım vardı,sizin gibi..
otostopla evime gitmeye calışıyorum bir gece, evime dediysem ailemle beraber yaşadığım köhne betonarme binaya..eskiden fakirmişiz biz, çalışmış didinmiş babam yapmış bir ev oturuyoruz öyle..beni okuttular şehir dışında, bende okudum adam oldum, geldim geçtim binbir türlü pisliğin içinden ama onlara layık olmaya calıştım hep..bilirsiniz işte saygı sevgi meselesi..onlar seni severler, sen de onlara bir borcun varmış gibi kendini düzgün tutmaya özen gösterirsin, adam gibi bi işe de girdim, mutlu mesut bi hayat sürüyorum o an anlayacagınız..
neyse bindim ben arabaya, siyah bir arabaydı..
iki kız aldı beni, arkada da ben, gidiyoruz…camları filmli arabanın,dışardan seçilemiyor yani, şoför sarışın,yanındaki kumral, yüzüne bakılır cinsten ikiside…hiç konuşmuyorum ben..
içer misin diye uzattı yanda oturan..kocaman bişey sarmışlar, alırım dedim iki nefes, aldım sonra….sağlam muhabbetleri var, keyifli yani, yolculugu hiç anlamadım desem yeridir…bıraktılar evime, telefonumu aldılar ben inerken..ben tabi hiçbişey anlamıyorum, megerse arabayı kullanan beni çok sevmiş, nasıl sevmekse…

Yarım kalan kerteriz...

Bira satıyorum o dönem kasabada..Bikaç masa var, sıcak havada buz gibi efesleri açıp açıp müşterilere, kendimi bi de bikaç kişiyi geçindiriyoruz. Ekmek teknemiz ufak yani..Müşteri dediysem de eş dost, yazlığa gelen yerli yersiz halk işte..
Çabuk gireyim..
Bi akşam yağmur fırtına kıyamet derken hava çöktü iyice, biz de açtık rakıyı inceden, girdim tentenin altına rakıları yudumluyoruz bi iki arkadaşla..
Bi adam girdi koşarak içeri destursuz, benim bi hikayem var dedi yüksek sesle..Sadece bana bir bira vermenizi ve hikayemi dinlemenizi rica ediyorum sizden dedi..Biz de öyle yorgun ruh haline bürünmüşüz ki, al kardeşim ordan iki bira, otur istediğin yere, hikaye filan da uğraşmayalım bu gece dedik..Ben dedim sadece, çoğul olmasın..
Olmaz dedi zayıf uzun boylu adam, kirli sakallı, yorgun ama hevesli bi görüntüsü vardı..
”Bana birayı herkes verir, ama hikayemi herkes dinlemez, ilk defa anlatacağım ve sizi seçtim”….
Halit dedim sağımda oturan kel arkadaşıma, ordan bi büyük daha kapsana, abiye de bira getiriver, bakalım neymiş uzun adamın kelamı…Halit çocukluk arkadaşımdır..
Biraz hevesi kırıldı ama oturdu tam karşıma, çantasını yere bıraktı, misafir..Sigara yaktı bi tane, ben de yaktım, bi anlık sessizlik oldu, birası da geldi önüne..
Ve başladı;
Adım Umut…..

Hayatımızın o dakikadan sonrasının hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını nereden bilebilirdik ki….

kazma, kürek, ÇAPA, samatya, koşuyolu

akşam tam 10 kişiydik. 1/2500000 oran için düşük gözükebilir aslında ama, biz onu bulmaya gittik. bulacağız da. sen dayan koca adam.

akşam kan vermekten çıktığımızda belliydi gecenin bitişi, "şu tarafta bir biraane gördüm" diye bir ses çıktı, abbio biraanenin adını söyledi, ben rakı mı içsek dedim, asbaşkan samatya dedi, büyükbaşkan istikamet verdi, patriot yol tarif etti ve ekip samatyaya ulaştı. yok orda dizi çekilmiş, yok burda alihaydar. ben anlamam benim derdim alkol nidaları arasında 25 dakikada karar verebildik hangi mekana oturmamız gerektiğine. bir güzel içtik rakımızı, kan verdik rakı aldık diye gayet hoş replikler döndü. giderken acaba 3er tüp daha mı versek kanı alkollüyken başka alkolsüzken başka çıkar mı acaba sonuçlar dediğimize göre, etkisi tümden sıfır değildi :)

bundan sonra biri nerde oturuyorsun diye sorarsa kaçacağım ahali. ben istanbulda yaşamıyormuşum meğerse. ulan polis çevirmesine girmeyelim diye aksaray ve lalelinin ara sokaklarında 20 dakika kaybolduk, gözünü sevdiğim memleketi nelerle doluymuş ya. orkinos disco bar diye bir yer gördüm, gülmekten bi hal olmaya çalışırken açıklama geldi, abiii içerde rus var. tabi, facebook olayı, önemli olan ruh güzelliği değil, rus güzelliğidir diye. zor kaçtık millet bize de saracaktı neredeyse. utandım bile kendi çapımda, ciga zaten kaçmak için dünden razı.

abbio'nun sitesine çöktük sonra, güncel tartışmalardan sonra abbioyu yatırdık gece 2 sularında, yani yatmaya gidiyorum dedi gitti, giderken beni de kovdu pezevenk, sen sabah işe gitmeyecekmisin lan diye kibarca. abi müsade olursa biraları bitirelim bari dedik, alttan almak zorundaydık. adam evsahibi, sitesinin bahçesinde kalasla girişse bize hakkı var.

ciga ve 91 olarak sabah 4e kadar deplasman yaptık, konuştuk saatlerce. bu adamla konuşmayı, uzun uzun dertleşmeyi seviyorum arkadaş. abi ben sabah uyuyacam sen işe geleceksin, mahcup oluyorum demesi bile garip geldi, bu kadar düşünceli olma be adam! :)

sonra biraz geç geldim tabi işe, ama izinliydim. co-pilotum sağolsun, su vanası patlamış, tamirciyle uğraşıyor diye izni patlatmış bana. şıracı-bozacı-akşamcı-sosyal içici olarak devam ediyoruz yola.

beni sevin anacıım, dibe vurmaya namzet bu günlerde sanırım sevilmeye ihtiyacım var.

öylesine

birkaç sabahtır zor uyanıyorum. geç yatıp uyumadan önce illa ki kitap okuyacağım havasına girince böyle oluyor demek ki. ama sabahları zor olmaya başladı. uyanma sesim nazi toplama kamplarındaki siren, ona bile bağışıklık kazandım o bile uyandırmıyor. ne zaman ki ilk küfrümü ediyorum, ancak o zaman kalkıyorum.

seneler evveli bu durumdan en çok annem muzdaripti sanıyorum. üzülüyordu kadın. sen bebekken hiç ağlamazdın, gülerek uyanırdın uykundan, gülerek uyandırırdın bizi der dururdu. tabi evrim süreci iyi çalışmış, artık pek gülerek kalkmıyorum. ama geçmişe tezat olarak, uyandıktan sonra gülümsemeye başlıyorum eski şartlanmalarım yok.

yine koşturduk sabah, zar zor taksiyle iskeleye yetiştik, birkaç günaydınlaşmayla motor seansı, hatta bir simit ile sabah kahvaltısı. hey yavrum hey.

sokakta sessiz sakin giderken herifin biri durdurdu. kolumdan tuttu dana, zaten o hamleyle 1-0 mağlup farketmedi. "bu dünya fani dünya, bu gün ölebilirsin biliyorsun değil mi?" dedi. algılayamadım. doğal tepki olarak "hö?" dedim. tekrarladı. "beni bilmem ama, şimdi sana kafayı bir korsam sanırım sen de bu gün ölebilirsin değil mi?" dedim. şaşakaldı deyyus. yankesici midir nedir artık anlamadım. hala kolumu tutuyordu, çeksene ulan toynaklarını cümlesinin sonuna o kadar güzel küfürler koydum ki, müzayedeye çıkarsanız paha biçilemez. sanat yaparım küfrederken adeta :)

düşündüm sonra, ulan tüm ilginçlikler beni mi bulur arkadaş diye. truman show'un içinde olsam kesin truman olurdum. buna inancım sonsuz. ha filmin sonu truman gibi kapıyı bulup çıkmakla bitmezdi ama, fena kol çıkartırdım herhalde kameraların nerede olduğunu bilemeden.

bu aralar adaya gitmeyi konuştuk yine abbio ile. korkuyorum ki kışın da seversem adayı oraya yerleşme hislerim azıtacak yine. kar yağsa, karın üzerine çadır kursak da apayrı bir güzellik olur. kıçım kar üzerinde kayalığa oturmayalı birkaç sene oldu, onu telafi etsem bu sene, rüzgargülü'nde. hayatın yaşanmaya değer anlarında nbiri o bence, ve sanırım bu sene o anı yaşamanın zamanıdır.

yıllardır huzursuz olan organizmaların huzuru yollarda araması ne kadar mantıklı olabilir ki?

Sonunda


Biliyordum, bir gün beni de keşfedeceklerini biliyordum.
Meşhur oldum!

I Hate Love.




“Have you ever been in love? Horrible isn't it? It makes you so vulnerable. It opens your chest and it opens up your heart and it means that someone can get inside you and mess you up. You build up all these defenses, you build up a whole suit of armor, so that nothing can hurt you, then one stupid person, no different from any other stupid person, wanders into your stupid life...You give them a piece of you. They didn't ask for it. They did something dumb one day, like kiss you or smile at you, and then your life isn't your own anymore. Love takes hostages. It gets inside you. It eats you out and leaves you crying in the darkness, so simple a phrase like 'maybe we should be just friends' turns into a glass splinter working its way into your heart. It hurts. Not just in the imagination. Not just in the mind. It's a soul-hurt, a real gets-inside-you-and-rips-you-apart pain. I hate love.”


Neil Gaiman


Nereden çıktı bilmiyorum. Okudum tekrar, binbir küfür patlattım. Neil Gaiman büyük adamsın. İçmek istiyorum ulan akşam, deli gibi içmek istiyorum.

Teker Teker Geleceğiz Yanına


Ölümler Kapatsa Yollarımızı, Tabutlarda Geleceğiz Yanına GALATASARAY!


10.10.2008 Cuma 20.00 Hücre evi / Üsküdar

10.10.2008 Cuma 23.00 Eloy / Beyoğlu

11.10.2008 Cumartesi 04.30 Imperial / Mecidiyeköy

YOL

11.10.2008 11.30 19 Mayıs Spor Kompleksi / Ankara

11.10.2008 12.15 Atatürk Orman Çiftliği / Ankara

11.10.2008 14.00 GALATASARAY - Fenerbahçe / Kupa

YOL

11.10.2008 22.15 Hücre Evi / Üsküdar



İçtiğimiz tüm alkole, rahatsız ettiğimiz tüm insanlara, geçtiğimiz tüm kilometrelere, gözümüzden akan her damla yaşa, avaz avaz bağırdığımız ve avaz avaz sustuğumuz her saniyeye, sana, bana, godot'ya, gittiğimiz arabanın tekerine, smslere, yaşıyor olduğumuza;
teşekkürler tanrım. Bunu borçluydum. ve tüm boçlarımı öderim ben, bilirsin.

you aint see the best of me yet

Siyahlar içindeydi adam, soğuğu hisetmeden yürüyordu sokakta, vakit akşamüstü. Yağmur güzeldi, insanlar ondan kaçışırken adam onunla huzur buluyordu. Arka cebindeki şarap şişesi ısıtıyordu sanki onu, ıslanmak ise son günlerde başına gelen en güzel şeydi. "Siktiret ulan" diye geçirdi içinden, bu da geçer lafı her konuma uyduğu için güzel değil miydi sanki?

Kapşonu çıkartırken, şapkasını taktığı için bir daha mutlu oldu. Son aşkından kalan tuzlar şapkanın üstündeydi hala. Yağan yağmurla beraber son izler de siliniyordu, bitmiş olan hiçbirşeyin izini taşımamalıydı adam, ruhundaki örselenmişlikler hariç.

Şarabı ağzına götürdü, hiç de sevmezdi aslında. Ama Kırmızı. Güzeldi o, beyazın tadı güzel olsa da, Kırmızının kendi güzeldi. Sonra adam susuz kalmışcasına içti Kırmızıyı. İçtim.

ve hala Hayattayım.



"Hava soğuktu ve yağmur çiseliyordu" diye başlayan 10dan fazla düzyazı buldum, zamanında yazdığım. Saçma bir şekilde, farklı bir girişle yazayım dedim, bu çıktı. Fotoğraf için :
http://www.aylakadam.org/wp-content/uploads/blogger/blogger/469/993/1600/raining1.jpg adresi arakladığım adrestir. Kaldırın derlerse kaldırmam, ama sezarın hakkı sezara teslim edilir efenim.

Vira


Yalnız Değilsiniz ...


Geliyoruz.
11.10.2008 Cumartesi
04.30 Hücre Evi Hareket
05.00 ASY Çadır Önü
Birileri Yine Yollarda.
Bu sefer ben de geliyorum.
Burhaniyeden beri ilk defa.
Peşindeyim.

Agrasifim


Sinirliyim.

Çalışmadan yaşamanın bir yolunu bulmalıyım.

Ne olursan ol, Ne istersen yap


ama rüyama girme.

15 sene sonra ilk defa sana karşı kuvvetliyim.

Sakin




Gördüğüm rüyaya istinaden çok ağır yazıyordum, sonra durdum. Bu sakinleşip nefes almak için bir mola. Durulurum umarım. Hepimize afiyet olsun.

Şemsiye


Malumunuz göte giren şemsiye açılmaz diye genel bir kanı var toplumumuzda. Doğrudur... Açılmayı bırakın, şemsiyeyi bünyesine katabilecek göt bulmak zor, lakin ilk girdimde size bir çift lafım var a dostlar...

Ben o bildiğiniz şemsiyelerden değilim...

...açılırım...

ekskavatöre özel;


biçerdöver nedir bildin mi?
hani burdan köye yol olur, şabani.
he işte o.
abbio, gözünü seveyim bunu okursan kıçını sandalyeden kaldırma, ofiste koşma.
bir dost.

havalar


hep makarasını yapardık, her sene de gerçeği yaşatıyor bize sağolsun.
"istanbulun havası karaköy orospularından daha hızlı açıp kapıyor" derdik.
oysaki ne karaköyde orospu görmüşlüğümüz var, ne de aç kapa'yı musluk reklamından öte bilmişliğimiz.
sabahtan beri o kadar hızlı açıp kapadı ki havalar, açılmış olan burnum yine tıkandı.
hastayım ulan!
korkarım rakı içene kadar geçmeyecek de :(

sakin - edepsiz komedya

gözlerin ya vardı aklımda
biz çoktan unuttuk
dünya dediklerini
ahh
aşk bir kaza dedin
bizse sağ kurtulduk
bugün senin günün
onu da mahvettin

vee

seni sorana her yanım derim
ve dahasını da eklerim
ellerini uzat ki dokunsun
parmaklarım bugün



special thanks to zoban. güzel şarkıymış.


Kusmuk & Yol

Kusmuk

Yağan yağmurun günahlarımızı da yıkayacağı vaatleriyle büyümüştük, yıllar yılı. İçimizde bir huzursuzluktu sadece, onun gerçek olmaması ihtimali. Her yağan yağmurda kendimizi dışarı atmamız bundandı belkide. İnsanların deli diye bize bakması hiç umurumuzda değildi, bizim kimseye zararımız dokunmuyordu ki? Varsın olsun deli diye baksınlar, deli desinler dedik, kimimiz saklandı, yağmurları kendi içinde yaşadı, kimimizi sokakta buldular, bazen çöp kutusu içinde leşimizi, bazen kayalıklar üzerinde baygın bedenimizi.

Bir gün, sorguladık. Yağmur günahlarımızı yıkasa ne olacaktı ki? Biz günahıyla, sevabıyla, iyisiyle kötüyle kabullenmiştik hayatı, olduğu gibi, olmasını istediğimiz gibi. Bıraktık yağmurları beklemeyi. Artık eski heyecanı kalmamıştı zaten, içimizdeki çocuk susuz kalmıştı belki de. Çıktık sokaklarından, biz bile bize yabancı olana kadar çıktık, kaçtık, uzaklaştık.

Kim bilebilirdi ki, iyi yahut kötü seçimi yaptığımızı?

O günden sonra, şehirde hiç yağmur yağmadı. Biz görmedik yağdıysa da. Bizi ıslatan artık başka bir şeydi. Günahlarımız değildi artık üzerimizden akıp giden, zaten temizlenecek gibi de değildik hani. Pislik dendiğinde arkamızdan, gocunmadık. Kirlenmeyi kendimiz seçmiştik belki, yalancı seçme özgürlükleri ile dolu dünyada. Kendi seçimlerimizin arkasındaydık, mutlu taklidi yapmak zorunda kalsak bile seçeneklerimizle yaşamak veya ölmek mutluluktu bize.

Düşünüyorum da, o gün ıslanmayı seçsek, şehre etkimiz ne olacaktı acaba?


Yol

Tel örgünün ardı özgürlüktü, isyanın adı umut. Denizlerin ardı güzel topraklardı, güzel insanların güzel gemilere binip gittiği topraklar. Gitmenin gerektiğine kanaat geldiğinde, gitmek zorunluluktu zaten. Gittim ben de. Daha önce milyonlarca insanın gittiği yöne doğru gittim.

Aylar öncesinde yazmıştım bir mahzende. Şimdi farkettim, farkında olmaksızın paylaşılanlar arasında. Ben de paylaşayım dedim. Değişik düşünüyordu 91, vurabilirsiniz meşe odunlarıyla, hala değişik düşünüyor,
91

Cuba

Sırf siz merakta kalmayın diye, spor sonrası birasından arta kalan takatimle Bacardi şişesini açtım, etiketindeki küba'ya hayran olayım. Ki öyleyim. Zehircesine yakıyor, aromasıyla zehirliyor. Sıradaki aksiyonum tekila shot yerine bacardi shot, plasesi her shot içinde bir yaprak taze nane. Deneyip beraber yanmak isteyen var ise, içme potansiyelini belirtsin, birkaç şişe bacardilik potansiyeli yakaladığım anda hücre evi merkezli olmak üzere üsküdarı yakma çabalarım gün yüzüne çıkacak.
Kahrolsun habeş maymunları, yaşasın relax kol kasları.
Yorgun 91

Habeş Maymunu

İletişen ve maileşen abilerim, ablalarım.
Şu anda ofiste 3 ayrı görüş belgesi ve sayısını unuttuğum sirkülerle boğuşuyorum.
Telefonuma habeş maymunu gibi çift elle yapıştım, ayrılamıyorum. Bir bitsin, teker teker herke$lere yazacağım söz. Ama beyin dumurundayım, sakın kızılmaya.
Habeşistan Büyükelçisi Hz. 91

Nightmares and Dreamscapes

Birkaç gündür nedendir bilinmez rüya görüp duruyorum. Herhalde atlattığım küçük yollu boğaz enfeksiyonu ve ateş yükselmesinin semptomları. Faranjite kafam girsin efenim, en sevmediğim hastalık türüdür, öldürmez süründürür beni. Daha beteri olmasın tabi, osuruktan faranjit kamyon gibi bünyeye ne eder. Ama gördüğüm saçmalıklar yeter dedirtecek seviyede.

Öncelikli olarak, dolaptaki açılmamış Bacardi girdi rüyama. Olay mahallindeki kahramanlar ise, hala şuraya yazsın diye ikna edemediğim sayın mistır Kaska, diğeri ise işyerinde 4 senedir 4 cümle konuşmadığım bir kızcağız. Meskun mahal ise, bozcaadada satılık ilanına takıldığım, 110m2 ve 1500m2 bahçesi olan ev, yani sanıyorum. O eve çok fazla benzeyen bir replika yada. Boktan bir durum, Bacardi pembe efenim. Ulan koskoca Bacardi nasıl pembe olur diye içim içimi yiyor. İçmeye karar vermişiz, hem de şu anda buzluğumda duran donmuş Smirnoff shot bardaklarıyla. Bir yandan pembe olmasına takılmışım ama, alkol candır diyoruz içeceğiz niyetine girmişiz. Kaska kişisi ve hatun kişi birbirlerini kovalıyorlar, ehi ehi gülüşleri eşliğinde, fakat ne zaman içmek üzere bir shot doldursam biri yanımda beliriyor, küt atıyor shotu ve kaçıyor. Ulan allahsızlar, bir shot bırakın bari be. 6 shotta şişe yarılanıyor, ulan diyorum bu şişe değil de biberon mu, 6 düdük kadar shotta nasıl şişe yarılanır. Bir yandan da hala dolduruyorum bardakları, gel gör daha bir tanesini atmak kısmet olmamış, haince fırsat kolluyorum, ben de içmek istiyorum. En sonunda "bu iş böyle olmaz anasını satiim" nidalarıyla dikiyorum Bacardiyi kafaya, Kaska kişisi ve hatun kişisi bir anda somurtuyorlar "Ne yaptın biz sen anlamayasın diye içiyorduk hepsini" diyorlar, koro halinde. "Neyi anlamamam lazım lan?" diyorum, Kaska mahçup mahçup şişeyi işaret ediyor. Etiketine gözüm takılıyor, üzerinde Tekel amblemi ve kısa bir yazı. "Hacmen %10 alkol ihtiva eder". "Bakardinin de içine sıçtınız laaan" diye haykırırken uyanıyorum. Ter içindeyim, yine tshirt değiştirmenin vakti gelmiş. Hay diyorum böyle hastalığa kafam girsin. Ama üşenmeden dolaba kadar gidip kontrol etmeyi ihmal etmiyorum. Bakardi pembe değil, olması gerektiği gibi şeffaf, alkol oranı da 37,5%, Tekel yazısı yok. Nazik bir kol hareketi yapıyorum rüyama doğru, "bu keyfimi nah piç edersiniz kabuslar" dercesine.

Tekrar uyuyorum. Arada kısa kısa uyanmalardan idrak edebildiğim şekilde bir bilgisayar oyunu kahramanıyım efenim. Süper Maryo bok yesin yanımda, atlama zıplamanın yanında, pis karizmatiğim, prensesi ben kurtarıcam, ve halihazırda üzerlerine zıplandığında elimine edilen canavarları bilfiil türk usulü döverek safdışı bırakmayı tercih ediyorum. Fondaki haykırışlar şairane; "Kolay mı Samiyende Aslan Cimbomu yenmek, Kolaymı bu alemde 91le başetmek" diye. Tribünler gazı veriyor, 91 coşuyor efenim, Prenses göz temasımızda, bir kaşgöz hareketi çekiyorum, "merak etme, şu canavarı da paketleyeyim, kuratarıcam seni bu hayattan" demeye çalışıyorum, prenses ne anlıyor bilemiyorum, o zaten kendi sorunu. Son canavar irice bir timsah, bir yandan da bilinç olayı ele geçirmeye çalışıyor "lan bursaya yenildik, acaba onun tezahürü mü bu timsah" diye. Fakat rüya baskın çıkıyor, verdikçe veriyorum timsaha silleyi tokatı. Enerjisi bitti bitecek. Tam o anda elektrikler kesiliyor. "Hay ben böyle şansın içine sıçayım" diyecekken, telefonun alarmının çaldığını farkediyorum. Sabah olmuş, zaman gelmiş. Süperkahraman mesaisinden Süperuzman mesaisine uzanan mıcır kaplı yola düşüyorum. Prenses beklesin artık, bir sonraki kabus seansına kadar timsahla başbaşa bırakıyorum kendisini.

Sonra bir de derler ki kabuslar kötüdür. Kötü olmasını tercih ederim efenim, bıktım bu saçmalıklardan. Ama bir de gidin timsaha sorun, kesin diyecektir "Ne vurmaktır be arkadaş, eli de ağır hani ipnenin."

Rüyalar ve Gerçekler ayrı ayrı yaşar 91 sundu, uykusuz kalın, rüyasız kalmayın efenim.

BS

Belkide; Doğru olan, bu şekilde yaklaşmaktır.
Belkide; I should send you whatever god you wish?

Bir Anlık Cesaret Her Şeyi Halleder!


Zincirlerinizden başka kaybedecek neyiniz var?
Neden hala bağlısınız?

Spread Your Little Wings and Fly Away, Far Away, Far Away ...

"doruklar"


Filiz filiz harelendim dağlara uymak için,
Kan gölünde kurulandım hayatı duymak için,
Kavgalara kuyulandım sabaha varmak için,
Kavgalara kuyulandım sabaha varmak için.


ya sen sebahat?

fenayım :(

Sabahtan beri işyerinde tek başıma duruyorum. Uyudum, uyandım, öğle yemeği yedim, salak salak bakındım, türlü şeyi yaptım ama zaman geçmiyor işte. Bunaldım, öleyazıyorum, biri beni kurtarsın lütfen :(


Bu Sabah ..

"bu sabah uyandim..
sana ait esyalari bir kutuya doldurdum..
ve senden kalan izleri akan suyla yikadim..
bu sabah uyandim..
bu sabah senden ayrildim..

bu sabah uyandim..
bana ait hayalleri bir yurege hapsettim..
ve benden kalan dusleri gecen zamana biraktim..
bu sabah uyandim..
bu sabah yeniden basladim..

ne ilk ne son bu sabah..
ne cok ogrendi bu gonul
ne cok sondu ne cok yandi
her defasinda kanatlandi
bu son sandi ama aldandi
boyun egmedi bu gonul
ne alisti ne uslandi
bu gonul uyandi..
bu sabah yeniden basladi..

bu gonul uyandi..
bu sabah yeniden basladi..
yeniden basladi.."


Ne alakaysa sabahtan beri bu şarkı dilimde. Sebep desen yok, sonuç desen bu olamaz. Ne iştir anlamadım. Bu sabah yorgun uyandım aslında, 2 gündür alkolün keyfindeyiz, farklı konseptlerde farklı alkoller tüketiyoruz. Sabahın köründe sirenlerle kalkıp işe gelmek koydu tabi. Hala tam olarak ayılmamış bir bünye, mırıl mırıl şarkı dönüp duruyor dudaklarda, bir de merak var ortada "acaba nereden takıldı bu şarkı dilime" diye. Varacağım sonuç muhtemelen "kafamda unutamadığım biri olsa kesinlikle bu gün unuturdum ağbi" olacağı için çok da düşmüyorum üstüne. Düşsek de varılacak yer pek de farklı değil. Ama şu anda olunacak daha iyi yerler biliyorum. Neresi mi? Mesela;



Bu fotoğrafı unutmayın, ilk hüznümde kamyon gibi bir yazı yazacağım bununla ilgili.


Abbio bey aradı geçmiş günde, kış gelmeye başladığından mıdır nedir bilinmez, ben hafif kış uykusu denemelerinde uyuyorum fena. N'apıyorsun gelişine uyuyordum anasını satiim kontrasıyla karşılık verdik sanarken, "Ankaradan Abim Geldi" kartını yerinde oynadı abbio. Abimiz gelmiş evde mi durulur dedik, attık kendimizi dışarı. Süratli giyinme rekorları altüst oldu. 3 dakikada hazırdım kendimi dışarı attım. Çengelköyde nihayete erdi yolculuğumuz.


Adam sosyal tabi, buluyor, biliyor böyle yerleri. Benim gibi asosyal (yoksa antisosyalmiydi o?) adam değildir kendileri, sadece tribünü değil, İstanbul gecelerini de takip eder, yaşar hayatın içinde. Ben de "İstanbulu dinliyorum, gözlerim yarı açık". Hayattan kaçmak iyi güzel de, böylesi yerlerin var olduğunu bilmek, arada oralara gitmek gayet şık oldu. Tekrarını ne zaman yaparız bilinmez ama, palamut da on numaraydı be :) Adam boşuna dememiş "palamut abbio" diye önceki ada yazısında, varmış bir bildiği.


Saatler satleri kovaladı, faili meçhul bir saatte giriş yaptık eve, devamı var sözleri verilerekten. Evde ailenin olduğu unutulmuş tabi, bir girdim baba hala maç izliyor, anne "yine mi içtin sen?" silahını kuşanmış bekliyor. "Çok güzeldi anne, çok. Ama biliyor musun, biz daha güzeldik" dedim, boş gözlerle baktı bana. Sever o da beni, ama sanırım bir gün diyecek "seni doğuracağıma taş doğuraydım" diye. Güzeldim ben, eskiden daha güzeldim, şimdilerde ise kendimi aşmaya başladım, hayırlara vesile olsun.


Dün sersem sersem dolandık, ayılamadık, sonra tekrar sarhoş olmanın daha iyi olacağına kanaat getirdik. Kadim dostlarım ve onların "kankiş"i ile çook güzel bir akşam geçirdik. Galatasaray vurdu, biz haykırdık. Caddebostan benzin güzel yermiş, gelgelelim oraya takılan tipler için aynısını söyleyemeyeceğim. Benim için de öyle diyorlardır muhtemelen, kafadan 10 kişi sayarım arkamdan "suratsız pezevenk" deme potansiyelinde. Gülümsüyordum ulan ben aslında, sadece size gülümsemiyordum hepsi o.


Sonrası standart, eve gel, iki bira daha al, oha be Galatasaray bu kadar mı içirilir adama diye düşün. "Yıldızlar da kayar" de anlamsız bir şekilde. Gülümse sonra, aile çoktan uyumuş, duvarlara iyigeceler dile, bir daha gülümse.


Yazıyı yazarken bir mesaj geldi, ondan kafam dağıldı biraz. Ama çok da iğrenç olmadı be. Ayrıca da, katılıyorum sana mesaj sahibi, bu saatte benim de sen gibi uyuyor olmam lazımdı. Hatta sen gibi değil, sen biraz fazla şirin uyursun benim gibi öküze kıyasla, benim uyumam şöyle olmalıydı;





91 hayatın kıyısından bildirdi. Eylemlerimiz sürecek.

Pisi

Yazı yazmadan evvel şu kaydı atayım dedim, komik şeyler vesselam. Arada böylesi şeyler de lazım tabi. Gülümsemek lazım. Gülümsemek. Lazım ..