hayattan kesitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayattan kesitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

I am a Problem Child

sabahtan beri bu şarkı var aklımda. nereden geldiyse. mp3leri yoktur bende, herhalde en son kasetlerini dinlemiştim. yuh diyeyim, herhalde bir 10 seneden fazla olmuş. bu aralar da sürekli geçmişe götürüyor düşüncelerim, sokak lambası olmayan koridorlarında beynimin, küçük bir çocuk kaybolmuş, kendini bulmaya çalışıyor sanki. seneler önce ben nasıldım, şimdi nasılım, hangimiz daha güzeldi,o gün o anda o hareketi yapmaya/yapmamaya karar versem acaba ne olurdu merkezli düşünceler beynimi yiyor resmen. arada canımın acıdığını bile hisediyorum, bundan kaçmak için de en iyi morfin olan düşüncelere dalmaya sığınıyorum. hakikaten salak saçma şeyleri bir araya getisem kasti olarak, ancak böyle olurdu.

* * *

cumartesi akşamı oyunum olduğu için cuma akşamına yaptım alkol programımı. sanıyorum hera'da yahut muadili bir mekanda önüme bir dizi tekila bardağı koyup, insanları izleyeceğim. en son yaptığımda masada öfleyip pöfleyen insanlar vardı, canım sıkılmıştı. öfleyip pöflemeyen insanlar olsun istiyorum yanımda, yahut öfleyip pöfleyecekse kimse olmasın. arada gözlemci kalmak istiyorum hayatta (oha yalana bak sanki hiç gözlemlemiyorum etrafı), çevreme bakınıp eğlenenleri yahut somurtanları, dansedenleri yahut umut edenleri kategorize etmek, düşünmek, bakmak, bakmak, onların neşelerine tanık olup hüzünlerine dahil olmak. bazen tanımadığın bir kadına yahut adama bir bira gönderip, "siktiret ulan bu da geçer" deyip hayatlarına girdiğin 5 saniyeye inat 2 saniyede kaybolup gitmek. hoş şeyler bunlar. ve hiçbiri de "öff pöff" denip sıkılınacak kadar tekdüze değil.

* * *

ıslık çalamayanların ve silah fetişi olanların büyük çoğunluğunun başarısız bir cinsel hayatı olduğunu yahut eşcinsel eğilimleri olduğunu okumuştum bir yerde. yıllar yıllar evveli ama. o günden beri, ne zaman birileri salak saçma muhabbete başlasa, ve az çok silahlara ilgisi olduğunu bilsem, direk bu kısa anektodu anlatıyorum kendilerine. sanki marsta hayat bulundu demişim gibi ilgiyle dinliyorlar, ulan ossuruktan bir dipnot bile olamayacak kadar boş bir konu işte. bunu neden yazdığıma gelince, bunu kime anlattıysam, ya kısa vadede (5-30 dakika) çaktırmadan ıslıkla bir şarkıya tempo tuttuklarını, ya da en güneş görmemiş cinsel tecrübelerini anlatmaya başlayan insanlar tamam, 95% erkekler- görüyor olmam. ulan güleceğim gülemiyorum, ağlasam çzüm o değil. biri de çıksın desin "e neden anlattın şimdi bunu?" diye. herkes savunmaya geçiyor ansızın, sanki atakta olan bir cephe varmışcasına :)

* * *

insanların düşüncelerini ve korkularını bulmak, onları değişik hallere sokmak, devamında da kendilerine gümüş tepsiyle sunmak istiyorum. bunların beni neden güldürdüğünü de bilmiyorum. korkularım yüzüme vurulsa agresif tepki veririm, bana gelen agresif tepkileri ise karşılayabileceğime inanıyorum. ya insanların saldırmaya bile değer bulmadığı bir gerizekalıyım, ya da bir kısım çekinceleri var çevredekilerin, haklı yahut haksız.

* * *

3 vakte kadar delireceğim sanırım. dediydi öküz dersiniz.

* * *

hayat, pusudayım ulan sana karşı!

The Crown and The Ring

Son günlerde bir ölü toprağı var üzerimde. Dün o kadar istedim, gerçek oldu, ve işin komik tarafı, gerçek olan şeylerin hepsini istedim ve ben yaptım, kendiliğinden gelmedi. Tamam hiçbirşeyin zembille gökten inmesini beklemiyorum ama, ne bileyim, "yaptım, oldu" hadisesi apayrı bir hoş geldi. Sabah onca düşüncenin arasında, beraber çalıştığım arkadaşım bana kahveli bonbon almış. Ulan şeker yemeyeceğim dedikçe bu hatun böyle şeyler yapıyor. Not düşeyim, ama çok sevindim be, veletler gibi :)
* * *
Kabul, motorda çok nemruttum, ama o kararları munisken, yüzüm gülerken almam mümkün değildi.
Öncelikli olarak , telefondaki o melankolik şarkıların hepsi uçacak. (Not. Bonnie Tyler - Why, Total Eclipse of the Heart, God Gave Love to You - çekin, dinleyin. İyisiniz yine :P Yetmedi mi? Eskilere dönün, Kylie Minogue'dan Confide in Me dinleyin, Bjork - Violently Happy, Pagan Poetry dinleyin, dalın gidin ondan sonra)
* * *
Son üçlü ayrı, ama ilk üçlü tadındaki şarkıları askıya aldım, tekrar aşık olana kadar dinlemiyorum efem :) Son üçlü ise, her daim hoşgelmiş, sefa gelmiş. Sonracııma, spora gitmeyi nicedir es geçiyorum, aralık ayına kadar yine sallarım muhtemelen ama, eve kabus bir kardiyo programı yazıyorum. İlk olarak yiyecek listesi;

Kahvaltı
- 1 Adet Havuç
- Yağı Alınmış / Az Yağlı Süt (300-500ml)
- 2 Kaşık Bal
- 1 Bardak Kahve
- 50gr kakao (suya karıştırılarak alınacak)
Ara Öğün
- 1 Bardak Taze Sıkılmış Meyve Suyu / Kahve / Su
- 1 Adet Havuç
Öğle Yemeği
- 1 Kâse Yoğurt
- 1 Dilim Ekmek
- 1 Porsiyon Salata
- X (öğlen işyerinde çıkan yemeğe göre 1 tabak yemek yahut hiç)
Ara Öğün
- 1 Bardak Taze Sıkılmış Meyve Suyu / Kahve / Su
- 1 Adet Havuç
Akşam Yemeği
- 2 Adet Haşlanmış Patates + 2 Yumurta Akı
- 1 Kase Yoğurt (~500 gr)
- 5-6 yaprak Marul
- 1 Havuç
Spor sonrası 1 adet sade soda, öğünlerde içilecek sular haricinde yaklaşık 1 litre su.

* * *
Kopiraytı filan yoktur, gönlünüzce alıp kullanabilirsiniz, spor için özel olarak tarafımdan yazılmıştır, tabii ki eksikleri olabilir, ama konulan her şey özellikle bir amaç uğruna konmuştur. Beğenilmeyebilir, öğyh iğrenç olmuş denebilir, bana salak diye atıfta da bulunulabilir, çok koymaz açıkçası, bana ilk defa duyacağım hiçbir şey söyleyemezsiniz muhtemelen :) Kilo vermek isteyen kişi bunların yanına ek olarak CLA, L-carnitine benzeri şeyler kullanabilir, su sökecek fazla ilaç kullanmaması ayrı tavsiye olunur, yazılmış olan program kardiyoyla beraber zaten yeteri kadar su söker.
* * *
Bunun yanında, alt/üst karın, ön kol ve göğüs için ayrı bir ağırlık programı yazdım, o gayet amatörce olduğu için buraya eklemiyorum. Maymun muamelesi görmeyelim ondan sonra. Zaten sadece ağırlık değil, her programın uzman tarafından yazılması lazım, aldırmayın siz bana. Hoş, kimse benim yazdığım şekilde, ipler arası koşuyu zaman olarak "kusana kadar" diye tanımlamaz. Kusana kadar birşeyi yapmak için en az ben kadar dengesiz olmak lazım, siz yapmayın :)
* * *
Alkol için haftada bir gün ayırdım sadece. Her gün olabilir, esnek program, ama sadece bir gün. Kusura bakma uzatmalı sevgilim, artık bir gün görüşeceğiz, miktarı, fütursuzluğu sadece bize bağlı.
* * *
Güzel şeyler yaşayıp güzel şeyler yazmak isterdim, ama şu anda elden gelen tek şey bu.
* * *
Durum değerlendirmesini daha sonra yapacağım, ama şu anda ne yıkıldım, ne devrildim. Her sarsıntıdan daha güçlü çıkmaya dair verdiğim sözlerin hepsini tutuyorum. Sahi, başka bir söz vermiş miydim ben herhangi birine?

say the word FOREVER!

sanırım tüm bunların sebebi dinlediğim şu melankolik şarkılar. hakikaten öyle. aslında içimdeki hayvanı serbest bıraksam, o kendi hayvanlığında takılsa daha mutlu olacak, biliyorum. eminim. ama bu puslu hava dağılmamakta ısrarlı, bunu da kendim yaratıyorum.
* * *
(bunu okuyunca kendine pay çıkarma sen, ben söylemiştim diye triplere de girme. çaldığım tokanı iade etmedim diye ömür boyu kızacaksın bana, varsın olsun. 3 sene öncesinden ezbere bildiğim sabit ip'n girip yazdıklarımı okuyor ara ara. hani sen sildin mi siler geçerdin? en az benim kadar sen de zayıfsın, biliyorum bunu duymak hiç hoşuna gitmiyor ama, öyle hakikaten ;) ben kendimce sürünmelere devam ederim, "no strings attached" bir durumda, sen kendi yarattığın karabasanda her sabah uyanmaya mahkumsun, ve artık ben o karabasanda olmayalı seneler var, ve sana mutluluklar dilerim, ve gülümse şimdi, bee bee ğiiim :) haha)
* * *
19.10.2008 Pazar Saat 22.50 suları. Mecidiyeköyde bir 91. Kendinden çok hoşnut bir şekilde kulağında kulaklıkları yürüyor. Maç bitmiş, çoğunluk yavaştan evine dönmüş. Ankaralı Aslanlar yavaştan yola düşmek için Burger King'den çıkıyorlar. Yolları uzun, kazasız belasız. Güzel bir gün geçmiş, fantastik bir FRP settingi içinde, kendi durumuma inat topluluk arasında yalnız bir suikastçi oynamışım tüm gün. 2 de leşim var hani, içimdeki tüm irini kusmuşum onları öldürürken, biri bağırsaklarını kaldırımda görmüş, öbürü kafası uçarken öldüğünü bile anlamamış. Çok keyif almışız, oynadığım arkadaşlar yeni, DM on numara bir adam, hele DM'in dışı golden retriever, içi british bulldog yoldaşı Herkül günün on numara geçmesine vesile olmuş. Tüm bunlara rağmen, tek hisettiğim şiddetli bir açlık ve kesif bir yalnızlık kokusu. Ulan hala hastayım ben, burnum tıklaı. Ne kokuyorsun it? Kokuyor işte. E ben bu durumdan muzdarip değildim hani? Neden kafama takılıyor ki?
* * *
Abbio ile konuşurken gece 22.00 sularında, bana bu günlük yeter demesinin üstüne ona çok bulaşmadımdı zaten. Sesinden mutlu olduğu anlaşılıyordu, kendi bokumu ona bulaştırmam olmazdı. Oturdum kaldırıma, kendi bokumun içinde yuvarlandım. Etrafta tek tük cimbomlar kalmış, bir köşede üstünde trabzon formalı adam, önünde birası ağlamaklı, ne alakaysa herifin yanına gitmek istedim, içimdeki fanatik engel oldu. Ama oradaki bana en yakın insan oydu nedense, üzüntüsünün sebebi bizdik, ama gel gör yakındık işte ne bileyim.
* * *
şarkılar diyorum. bir de günün melankolik şarkıları değil, 20 sene öncesinin acıları. kah some hearts are diamonds, kah why baby why?, kah total eclipse of the heart. değişik. sanki insanların acısını da alıyorum sırtıma. onları da taşıyorum. sanki benimkiler yetmezmişcesine. ama şöyle bir düşününce hissiyatım sıfır. ne acım var ki benim? hiç yok. yani artık yok. felaket bir şekilde hissizim, birşeyler hisetmek isterken hissiz olmak da iğrenç birşeymiş.
* * *
(çaldığımı düşündüğün tokan var ya, bilgisayarın arkasındaki dolabın arkasındadır, evinden taşınmadıysan -ki umarım taşınmamışsındır- bulmuş olmana imkan yok. hayır, yalan atmadım sana, sana çok aşık oluyordum, fütursuzca derler ya hani, aynen öyle. ne zaman ki sen doğrusunu yapıp beni uzağa ittin, -ki sana hak veriyorum en doğrusunu yaptın- ben de o tokayı çalmamakla iyi yaptığımı anladım. o aşk gibi, toka da yalnızca sana aitti. pişman değilim, öfkem kendime)
* * *
Sabah motorda karşıya geçerken önümde mahsun bir kız duruyordu. Ona söylemedim ama, saçları çok güzel kokuyordu. Schwarzkopf sanırım, ama emin değilim. Güzeldi sadece, hepsi o. Bunun gerçeklere hiçbir etkisi yok, olamaz da.
* * *
ayaklarımı uzatıp film izlemek istiyorum evde. 2 tane film aldım ama izlemeye fırsatım olmadı. onları izleyince her şey çok daha güzel olacak. emin değilim ama.
* * *
öyle işte, hayattan kesit olsun bu da.

öylesine

birkaç sabahtır zor uyanıyorum. geç yatıp uyumadan önce illa ki kitap okuyacağım havasına girince böyle oluyor demek ki. ama sabahları zor olmaya başladı. uyanma sesim nazi toplama kamplarındaki siren, ona bile bağışıklık kazandım o bile uyandırmıyor. ne zaman ki ilk küfrümü ediyorum, ancak o zaman kalkıyorum.

seneler evveli bu durumdan en çok annem muzdaripti sanıyorum. üzülüyordu kadın. sen bebekken hiç ağlamazdın, gülerek uyanırdın uykundan, gülerek uyandırırdın bizi der dururdu. tabi evrim süreci iyi çalışmış, artık pek gülerek kalkmıyorum. ama geçmişe tezat olarak, uyandıktan sonra gülümsemeye başlıyorum eski şartlanmalarım yok.

yine koşturduk sabah, zar zor taksiyle iskeleye yetiştik, birkaç günaydınlaşmayla motor seansı, hatta bir simit ile sabah kahvaltısı. hey yavrum hey.

sokakta sessiz sakin giderken herifin biri durdurdu. kolumdan tuttu dana, zaten o hamleyle 1-0 mağlup farketmedi. "bu dünya fani dünya, bu gün ölebilirsin biliyorsun değil mi?" dedi. algılayamadım. doğal tepki olarak "hö?" dedim. tekrarladı. "beni bilmem ama, şimdi sana kafayı bir korsam sanırım sen de bu gün ölebilirsin değil mi?" dedim. şaşakaldı deyyus. yankesici midir nedir artık anlamadım. hala kolumu tutuyordu, çeksene ulan toynaklarını cümlesinin sonuna o kadar güzel küfürler koydum ki, müzayedeye çıkarsanız paha biçilemez. sanat yaparım küfrederken adeta :)

düşündüm sonra, ulan tüm ilginçlikler beni mi bulur arkadaş diye. truman show'un içinde olsam kesin truman olurdum. buna inancım sonsuz. ha filmin sonu truman gibi kapıyı bulup çıkmakla bitmezdi ama, fena kol çıkartırdım herhalde kameraların nerede olduğunu bilemeden.

bu aralar adaya gitmeyi konuştuk yine abbio ile. korkuyorum ki kışın da seversem adayı oraya yerleşme hislerim azıtacak yine. kar yağsa, karın üzerine çadır kursak da apayrı bir güzellik olur. kıçım kar üzerinde kayalığa oturmayalı birkaç sene oldu, onu telafi etsem bu sene, rüzgargülü'nde. hayatın yaşanmaya değer anlarında nbiri o bence, ve sanırım bu sene o anı yaşamanın zamanıdır.

yıllardır huzursuz olan organizmaların huzuru yollarda araması ne kadar mantıklı olabilir ki?

you aint see the best of me yet

Siyahlar içindeydi adam, soğuğu hisetmeden yürüyordu sokakta, vakit akşamüstü. Yağmur güzeldi, insanlar ondan kaçışırken adam onunla huzur buluyordu. Arka cebindeki şarap şişesi ısıtıyordu sanki onu, ıslanmak ise son günlerde başına gelen en güzel şeydi. "Siktiret ulan" diye geçirdi içinden, bu da geçer lafı her konuma uyduğu için güzel değil miydi sanki?

Kapşonu çıkartırken, şapkasını taktığı için bir daha mutlu oldu. Son aşkından kalan tuzlar şapkanın üstündeydi hala. Yağan yağmurla beraber son izler de siliniyordu, bitmiş olan hiçbirşeyin izini taşımamalıydı adam, ruhundaki örselenmişlikler hariç.

Şarabı ağzına götürdü, hiç de sevmezdi aslında. Ama Kırmızı. Güzeldi o, beyazın tadı güzel olsa da, Kırmızının kendi güzeldi. Sonra adam susuz kalmışcasına içti Kırmızıyı. İçtim.

ve hala Hayattayım.



"Hava soğuktu ve yağmur çiseliyordu" diye başlayan 10dan fazla düzyazı buldum, zamanında yazdığım. Saçma bir şekilde, farklı bir girişle yazayım dedim, bu çıktı. Fotoğraf için :
http://www.aylakadam.org/wp-content/uploads/blogger/blogger/469/993/1600/raining1.jpg adresi arakladığım adrestir. Kaldırın derlerse kaldırmam, ama sezarın hakkı sezara teslim edilir efenim.

havalar


hep makarasını yapardık, her sene de gerçeği yaşatıyor bize sağolsun.
"istanbulun havası karaköy orospularından daha hızlı açıp kapıyor" derdik.
oysaki ne karaköyde orospu görmüşlüğümüz var, ne de aç kapa'yı musluk reklamından öte bilmişliğimiz.
sabahtan beri o kadar hızlı açıp kapadı ki havalar, açılmış olan burnum yine tıkandı.
hastayım ulan!
korkarım rakı içene kadar geçmeyecek de :(

Kusmuk & Yol

Kusmuk

Yağan yağmurun günahlarımızı da yıkayacağı vaatleriyle büyümüştük, yıllar yılı. İçimizde bir huzursuzluktu sadece, onun gerçek olmaması ihtimali. Her yağan yağmurda kendimizi dışarı atmamız bundandı belkide. İnsanların deli diye bize bakması hiç umurumuzda değildi, bizim kimseye zararımız dokunmuyordu ki? Varsın olsun deli diye baksınlar, deli desinler dedik, kimimiz saklandı, yağmurları kendi içinde yaşadı, kimimizi sokakta buldular, bazen çöp kutusu içinde leşimizi, bazen kayalıklar üzerinde baygın bedenimizi.

Bir gün, sorguladık. Yağmur günahlarımızı yıkasa ne olacaktı ki? Biz günahıyla, sevabıyla, iyisiyle kötüyle kabullenmiştik hayatı, olduğu gibi, olmasını istediğimiz gibi. Bıraktık yağmurları beklemeyi. Artık eski heyecanı kalmamıştı zaten, içimizdeki çocuk susuz kalmıştı belki de. Çıktık sokaklarından, biz bile bize yabancı olana kadar çıktık, kaçtık, uzaklaştık.

Kim bilebilirdi ki, iyi yahut kötü seçimi yaptığımızı?

O günden sonra, şehirde hiç yağmur yağmadı. Biz görmedik yağdıysa da. Bizi ıslatan artık başka bir şeydi. Günahlarımız değildi artık üzerimizden akıp giden, zaten temizlenecek gibi de değildik hani. Pislik dendiğinde arkamızdan, gocunmadık. Kirlenmeyi kendimiz seçmiştik belki, yalancı seçme özgürlükleri ile dolu dünyada. Kendi seçimlerimizin arkasındaydık, mutlu taklidi yapmak zorunda kalsak bile seçeneklerimizle yaşamak veya ölmek mutluluktu bize.

Düşünüyorum da, o gün ıslanmayı seçsek, şehre etkimiz ne olacaktı acaba?


Yol

Tel örgünün ardı özgürlüktü, isyanın adı umut. Denizlerin ardı güzel topraklardı, güzel insanların güzel gemilere binip gittiği topraklar. Gitmenin gerektiğine kanaat geldiğinde, gitmek zorunluluktu zaten. Gittim ben de. Daha önce milyonlarca insanın gittiği yöne doğru gittim.

Aylar öncesinde yazmıştım bir mahzende. Şimdi farkettim, farkında olmaksızın paylaşılanlar arasında. Ben de paylaşayım dedim. Değişik düşünüyordu 91, vurabilirsiniz meşe odunlarıyla, hala değişik düşünüyor,
91

Bu Sabah ..

"bu sabah uyandim..
sana ait esyalari bir kutuya doldurdum..
ve senden kalan izleri akan suyla yikadim..
bu sabah uyandim..
bu sabah senden ayrildim..

bu sabah uyandim..
bana ait hayalleri bir yurege hapsettim..
ve benden kalan dusleri gecen zamana biraktim..
bu sabah uyandim..
bu sabah yeniden basladim..

ne ilk ne son bu sabah..
ne cok ogrendi bu gonul
ne cok sondu ne cok yandi
her defasinda kanatlandi
bu son sandi ama aldandi
boyun egmedi bu gonul
ne alisti ne uslandi
bu gonul uyandi..
bu sabah yeniden basladi..

bu gonul uyandi..
bu sabah yeniden basladi..
yeniden basladi.."


Ne alakaysa sabahtan beri bu şarkı dilimde. Sebep desen yok, sonuç desen bu olamaz. Ne iştir anlamadım. Bu sabah yorgun uyandım aslında, 2 gündür alkolün keyfindeyiz, farklı konseptlerde farklı alkoller tüketiyoruz. Sabahın köründe sirenlerle kalkıp işe gelmek koydu tabi. Hala tam olarak ayılmamış bir bünye, mırıl mırıl şarkı dönüp duruyor dudaklarda, bir de merak var ortada "acaba nereden takıldı bu şarkı dilime" diye. Varacağım sonuç muhtemelen "kafamda unutamadığım biri olsa kesinlikle bu gün unuturdum ağbi" olacağı için çok da düşmüyorum üstüne. Düşsek de varılacak yer pek de farklı değil. Ama şu anda olunacak daha iyi yerler biliyorum. Neresi mi? Mesela;



Bu fotoğrafı unutmayın, ilk hüznümde kamyon gibi bir yazı yazacağım bununla ilgili.


Abbio bey aradı geçmiş günde, kış gelmeye başladığından mıdır nedir bilinmez, ben hafif kış uykusu denemelerinde uyuyorum fena. N'apıyorsun gelişine uyuyordum anasını satiim kontrasıyla karşılık verdik sanarken, "Ankaradan Abim Geldi" kartını yerinde oynadı abbio. Abimiz gelmiş evde mi durulur dedik, attık kendimizi dışarı. Süratli giyinme rekorları altüst oldu. 3 dakikada hazırdım kendimi dışarı attım. Çengelköyde nihayete erdi yolculuğumuz.


Adam sosyal tabi, buluyor, biliyor böyle yerleri. Benim gibi asosyal (yoksa antisosyalmiydi o?) adam değildir kendileri, sadece tribünü değil, İstanbul gecelerini de takip eder, yaşar hayatın içinde. Ben de "İstanbulu dinliyorum, gözlerim yarı açık". Hayattan kaçmak iyi güzel de, böylesi yerlerin var olduğunu bilmek, arada oralara gitmek gayet şık oldu. Tekrarını ne zaman yaparız bilinmez ama, palamut da on numaraydı be :) Adam boşuna dememiş "palamut abbio" diye önceki ada yazısında, varmış bir bildiği.


Saatler satleri kovaladı, faili meçhul bir saatte giriş yaptık eve, devamı var sözleri verilerekten. Evde ailenin olduğu unutulmuş tabi, bir girdim baba hala maç izliyor, anne "yine mi içtin sen?" silahını kuşanmış bekliyor. "Çok güzeldi anne, çok. Ama biliyor musun, biz daha güzeldik" dedim, boş gözlerle baktı bana. Sever o da beni, ama sanırım bir gün diyecek "seni doğuracağıma taş doğuraydım" diye. Güzeldim ben, eskiden daha güzeldim, şimdilerde ise kendimi aşmaya başladım, hayırlara vesile olsun.


Dün sersem sersem dolandık, ayılamadık, sonra tekrar sarhoş olmanın daha iyi olacağına kanaat getirdik. Kadim dostlarım ve onların "kankiş"i ile çook güzel bir akşam geçirdik. Galatasaray vurdu, biz haykırdık. Caddebostan benzin güzel yermiş, gelgelelim oraya takılan tipler için aynısını söyleyemeyeceğim. Benim için de öyle diyorlardır muhtemelen, kafadan 10 kişi sayarım arkamdan "suratsız pezevenk" deme potansiyelinde. Gülümsüyordum ulan ben aslında, sadece size gülümsemiyordum hepsi o.


Sonrası standart, eve gel, iki bira daha al, oha be Galatasaray bu kadar mı içirilir adama diye düşün. "Yıldızlar da kayar" de anlamsız bir şekilde. Gülümse sonra, aile çoktan uyumuş, duvarlara iyigeceler dile, bir daha gülümse.


Yazıyı yazarken bir mesaj geldi, ondan kafam dağıldı biraz. Ama çok da iğrenç olmadı be. Ayrıca da, katılıyorum sana mesaj sahibi, bu saatte benim de sen gibi uyuyor olmam lazımdı. Hatta sen gibi değil, sen biraz fazla şirin uyursun benim gibi öküze kıyasla, benim uyumam şöyle olmalıydı;





91 hayatın kıyısından bildirdi. Eylemlerimiz sürecek.

mnskym

sabah birşeyler yazma isteğim vardı, ama evimden iskeleye uzanan, sallanarak yürününce 20 dakika tutan o yol, olası başlık düşüncelerimi sıfırlayıp "mnskym" yaptı. seksist bir yaklaşımımın olmamasına çalışırım, günde 1500 defa koymamaya çalışırım ama, böylesi günlerde sanırım koymadan durulmaz.

sol ön patisi parçalanmış bir kedi gördüm, dizlerimin bağı çözülüyordu, başında orta yaşlı bir bayan. balta sayesinde tanıdığım veterinere yönlendirdim, taksi parasını da verdim bayana, veterineri de aradım. olası bir cerrahi müdahalenin (ne demek olası mnskym, parçalanmış işte, olacak o müdahale) masraflarını üstlendiğimi belirttim. de zaten bu aralar meteliğe kurşun atan ben değil miydim diye düşünürken yakaladım beynimin diğer lobunu. beyin değil göt lobu olacak parçasın diye çıkıştım, ulan hayvanın patisi be. parçalanmış. ben 2 hafta daha parasız dolaşsam çok mu? allah cezamı versin.

devamında ölmüş bir serçe gördüm yol ortasında, o kadar huzurluydu ki. ben de onca huzura sahip olup öyle ölmek istedim bir anda. yeter yaşadığımız yahu, 30 sene olmuş. çok hayallerim, düşlerim var ama, gerçekleştiremesem de gözüm arkada kalmaz herhalde. zaten şu ana kadar ne gerçekleşti ki?

son darbeyi de iskelede bir kız çocuğu vurdu, öyle içli, öyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki, görünce fena oldum. acaba neydi sorunu? :( yabani, çekingen, utangaç bir adam olmasam gidip sorardım neyin var küçük diye, ama malesef ki değilim, o kızcağız da öyle ağlaya ağlaya guzaklaştı, ben de ofise doğru, omuzlarımda dünyanın yükü.

şu anda bağırmak istiyorum sadece, "AMINA KOYİM!" diye. söz bir defa bağırıp susacağım. hiçkimseyi rahatsız etmeyeceğim devamında.

P.S. ada notlarının sonuncusunu bugün yazacaktım ama, sanırım beceremeyeceğim. emin değilim. kafamı toplarsam yazacağım birşeyler. özürlerimi sunarım.