Gabe

yazacağımı düşündüğüm şeylerle çok alakasız olacak ama, bunu yazmazsam çatlarım.
Supernatural, izlensin. ev ödevi gibi. ben yeni tanıştım kendisiyle diye siz de duymamışsınız gibi davranıp belki terbiyesizlik ediyorum ama kusuruma bakmayın. ben aşık oldum diziye resmen. Dean Winchester karakteri kadar kendimi özdeşleştirebileceğim bir karakter Moonlighting'deki Bruce Willis'in oynadığı karakter olabilir herhalde. tabi ikisi kadar yakışıklı, karizmatik ve başarılı bi insan değiliz, hele ki DW'ın dizide konuştuğu ablaların yanında dilim tutulur muhtemelen, lakin piçlikte tek rakibim THY olaraktan, aynı kulvara koyarım. delice güzel bir dizi, izleyenler izlemeyenlere anlatmasın, direk haras suretiyle izletsin. allahtan hatun değilim anları vol. bilmemkaç bu, yani "kız olsaydım verirdim" klişesi değil asla ama, DW karakterinin artık ben diyeyim volpeypır, sen de poster, bir New Kids On The Block fenomenicesine boydan boya döşerdim evi, annem de terlik (throwing weapon), merdane (one handed weapon) maşa (great weapon) kombosuyla beni yerden yere vurmaktan çekinmezdi korkarım. bu halimle ne kadar fırlama yetişmişsem yetişeyim, korkarım ki kız olarak dünyaya gelsem, bu kadar serbest yetiştirilmezdim. o zaman da biraz boktan olurdu benim hayatım. yani gereğinden fazla özgür bir ruhum var korkarım, isyana meyilli. bu topraklarda, benim ailemle bile zor olurdu kız olmak. zor abi işiniz, beni aşar der, nerden nereye giriyorum şaşırırım. denyoluğuma ver günlük, ayılamadım hala.
*
akşam Siminya'nın yazısını okudum onun etkisi herhalde. çok da içtim ki normalde ruhsuz bir insanımdır. bu aralar hassaslaştım sanırım. toplum toplum diye oluşturulmuş olan bu ortak yaşam formundan çok tiksindim hayatımın her evresinde. üniversitede boxer ile okula gittiğimde potansiyel teşhirci olarak mimlendik, halbuki tek sebebi unutkanlıktı. ayrıca boxer lan bu, ne teşhirine yarar hayvanlar, o derece göze batmanın sebebi kedili boxer değil, saçlarımı kırmızıya boyamamdı. sanırım bi erkek için ekstrem durum sayılıyor. yesinler ekstremi, ondan bir önceki rengim de fosforlu yeşildi. çıkıntı olmak bir tarafımda vardı sürekli. kimse saç uzatmazken, gittim saç uzattım, herkes uzatırken hep üç numaraydı saçlarım. sol kulağa küpe takanlar asi, sağ kulağa küpe takanlar ibne iken, ben her iki kulağımda da küpeyle gezdim. herkes takmaya başlayınca çok uzak geldi bu işler, zorlamadım. bu aralar tekrar takmaya başladım nedense, kâh sağda, kâh solda. ne alaka bu Siminya'nın yazısıyle diyecekseniz, şöyle ki efenim, bu toplumda sürüden ayrı olanlar hep tehlikeye maruz bir hayat sürmeye mecbur. sözkonusu olan işin kas gücünden erkek kısmı kadar nasibini almamış bayanlar olduğu vakit daha da iç burkucu oluyor. ortaokul zamanlarımdan beri, bu çıkıntılıkla sürekli bir itiş kakışın içinde buldum kendimi, kah küpem yüzünden ibne dendi, kah saçlarımı kırmızıya boyadım diye tekerlek oldum, yolumu kesmeye çalışan oldu, gaspetmeye çalışan oldu, işin komik tarafı bunları yapabileceğini sanan insancıklar onda birim kadar cesur değildi hayata karşı. dövdüklerim bıçak çekmeyi tercih ettiler, bıçak çekenlere odunla vurdum manyak dediler, her küpe takan üniversite öğrencisi ibiş değildir arkadaş, ben senin korkarak dolaştığın sokaklarda gönül rahatlığıyla dolaşıyorum dediklerim de deli gözüyle baktılar. varsın olsun.
*
ama gün be gün bu toplumdan uzaklaşıyorum. buralarda yaşama isteğim sıfırlanıyor resmen. ben 6-7 yaşlarındayken, acıbadem'de oturuyorduk, şimdiki carrefour'un bir üst sokağında. sene 84-85e tekabül eder. beni ailem gönül rahatlığıyla altıyola oyuncak almaya, ne bileyim oraya buraya şuraya yollarlardı. onların yerine kendimi koyuyorum şimdi, kendi çocuğum olsa, tuvalete yollamam lan kendi başına. değil acıbademden altıyola göndermek. bu koşullar gün geçtikçe daha da boka saracak çok belli. ki ne alaka denecektir, ben diyorum en azından, yıllar evvel modada o şirini gördüğümden beri, hep ileride bir gün kızım olsun istemiştim. olmayacak ya, öylesine hayal işte benimkisi, arada gelir gider; ya olursa diye düşündüğünde, sıkıntı basıyor, ter basıyor arkadaş. bu denyoların arasına sokağa nasıl salınır, paranoyak olmadan nasıl yaşanır. sorular sorular. seneler önce yazmıştım "gidilmez bu şehirden" diye ama, her şekilde teşekkürü borç bildiğim orospu çocukları, soğuttunuz buralardan da, sağ olun, var olun. hayatımda kendimi bu kadar ait hissedebileceğim hiçbir şehir olmayacak, biliyorum ama, gel gör ki, burada olmayacağını artık "hopeless romantic" hissiyatlarımda bile biliyorum. o yüzden, eğer bir gün bir ailem olmasına karar verirsem, ki eser aklıma, verebilirim, bu topraklarda o işin ne kadar zor olduğu sürekli benim saunavari bir şekilde ter atıp, beynimin koridorlarını sardalya konservesine benzetmeye yeter de artar bile.
*
hep kalıp savaşmayı düşünürdüm, ki tek başıma olduğum sürece daima barikatın arkasında kalıp savaşacağımdan şüphesi olan saçmalıyor demektir. kendimi onların yapacağı her şeyden koruyabilirim, hiç dert değil. koruyamasam da bok yoluna gitti kontenjanından gitmek biraz buruk götürür, onu da oof of der geçeriz, ne yapalım. ama sevdiğim kişilerin her saniye yanında olamam, bu da beni öldürmekten beter eder, yanında olmadığım bir anda bir şey olacak düşüncesi bile karın ağrısının tavana vurması için yeterli sebep. nedense bu aralar anlamsız derecede samimi olma isteğim var bir ablaya karşı, senelerdir istiklal caddesi ve uydusu sokakların müdavimidir kendisi, o bile takılıyor aklıma, acaba nasıl olacak, ben taksim yorgunu diye. bırak aileyi bilmemneyi, kızarkadaş statüsü bile o denyolardan 7/24 korumayı gerektirirken, bu topraklarda ben gözüm arkada kalmadan bu tip şeyleri düşüneceğim. haha, 30undan sonra ne şizofren ne paranoyak olursun, ne de delirirsin dedi iki gün önce çok sevdiğim bir insan bana. tek bilmediği, benim 30uma gelmeden onların hepsini olduğumdu zaten :)
*
içimde kalmış sanki, kusmuş gibi oldum. bireysel mücadelem en azındandan sürecek, ama bir boka yaramayacağı da çok belliyken, her geçen gün azalan umutlardan başka bir şey kalmayacak. çok sıkıldım günlük. geçen hafta eve kendimi kapatmış, acaba intihar mı etsem diye düşünürken bile bu kadar değildi.

Shots

Aylar sonra yenen tatlı.

Tutulan sözle beraber dünyayı tersten görüş.

Yeryüzündeki huzurun en güzel tanımı, déniskızı :)
İzmirin toplamından daha güzeli.


son bir hafta içinde gözümün gördüklerinden seçmeler efem. ölmedim dediysem, yaşıyorum da biraz. o gün gelene kadar, devaaam.

sooner or looter

Ölmedim yine. Görenler şanslı olduğumu söylüyor. Bırak; işin komiği yakalanmadım da, Kimseye :)
Yukarılarda bir yerlerde bana gülümsüyorsun, biliyorum. sen gülümsemeye devam ettikçe, ben de yaşamaya devam edeceğim sanırım. Her şey için teşekkür ederim. Her kimsen.
*
"O öldü
dedim
ama ben yaşıyorum, yaşıyorum
Seni uyutmak için şarkı söylemeye
Mezarlığa geliyorum."
Tori Amos, Graveyard

Here I am, on the road again

Here I am, on the road again.
Here I go, playin' star again.
*
vakti geldi. istanbul yine boğdu bizi. şımarık ve ilgi göstermeye tutkun bir sevgili misali, üff dur bir dakika nefes almak istiyorum dedirtti. ben de nefes almak için, bu mevsimde nefes alınmayacak bir yere doğru aldım biletimi. akşam 22 itibariyle yaklaşık 60-72 saatlik bir kaçış sürecine girmiş olacağım. ve yine şiir gibi, her şeyin en güzel tarafının istanbula dönmek olacağını daha gitmeden biliyorum. burada ölürüm muhtemelen, o yüzden dünyanın neresine gidersem gideyim, elbet vardır istanbula dönüşü diye düşünüyorum.
*
bir sürü fotoğraf çekmek isterdim, hoş çekmem sanırım. ağustosa saklıyorum fotoğraf dürtümü. ağustosla eylülün kesiştiği yerde, binlerce nefes alıp binlerce poz fotoğraf çekicem. biraz da gülümserim tabi. bokunu çıkartmayacak kadar. adam gibi hüzünlerimizi bırakıp kahkahalara garkolacak kadar ölmedik daha. hala bildiğimiz gibiyiz, bildiğiniz gibiyiz sayın günlük.
*
akşam izmir yoluna düşüyorum, vaktidir güzel insanları görüp, güzel birkaç akşam yaşamanın. otobüs takla atarsa, siz öldüğünüzde görüşürüz öbür tarafta. yok atmaz da normal seyrederse her şey, salıya dönmüş olurum herhalde, o zaman yazarım 3-5 kelime, bu tarafta görüşürüz. zaten dert görüşmekte değil, maksat gönüller bir olsun :)

luvz j00


nayn davut

ayakta duramayacak kadar yorgun olununca bile kabus görülüyorsa, bu işi sakinleştirici temizler arkadaş. 100 yıl sonrasına atasözü bıraktım işte. tüm gün it gibi koştum. akşamında 45 dakika ağırlık üstüne 65 dakika kardiyo yaptım. üstüne yarım saat yol yürüdüm eve varabilmek için. eve geldiğimde çamaşır asabilmek için bile kolumu zor kaldırıyordum. buna rağmen yattığımdan kalkmama kadar olan 6 saatlik süre içinde 3 defa sektim yataktan. okuduklarıma fazla kaptırdım herhalde kendimi ki, başucumda colt holsteri aradım, en azından el yordamıyla. sonra sunturlu bir küfredip kalktım yataktan, kahve sigara sigara sigara kahve sigara şeklinde dengeledim hayatı. bu 6. haftam. totalim 9 kilo oldu. hiho. bunun yanında biraz daha da kalıbı düzeltmem cabası. ideale 11, kısa dönemdeki hedefe 7 kilo kaldı. kısa dönemin bitmesine ise 9 hafta. 9 haftada 7 kiloyu havada karada veririm diye gazlıyorum kendimi. ama düşmeden devam etmem lazım. ağrıdan kırılıyor her tarafım. tekten irade gücüyle gidiyorum ama, nereye kadar bir fikrim yok. peh. amaca ulaşana kadar. olmadı düşene kadar.
*
Odin I await thee
Your true son am I
I hail you now as I die
I pledge you my sword and
to no man I kneel
Ours is the kingdom of steel
*
kılıç almayı düşünüyorum. ama aldıktan sonrası dert bana :) alırsam aralık seferimde, stonehenge'e saplarım o kılıcı. ondan sonrası önemsiz zaten. bu kayıp ruh da hayatının amacını kılıcı saplamak suretiyle tamamlar, gerisi de osuruktan teferruatlar kataloğunda yer alır. ağrıdan geberiyorum, ama düşmeden durmayı yakıştıramıyorum kendime. bir de şöyle bir baktım soyunma odasında, benim kanatlarımdan güzel figür de yok hani. insanlar biraz daha izlesin diye bile gitmek lazım.
*
I'll see you again when I die
*
Haftanın şarkıları; Tarja - I walk Alone üstüne Manowar - The Crown and The Ring.

'am the star and you're the fairy tale

geberik derecede yorgun bir gün ama sanırım bunu ben istiyorum ve yorgunlukla beraber tatlı bir huzur sarmış bulunmakta bünyeyi. ara ara içsem de, son yılların en komplike "fit"nıs olayına sardım kafamı. tahtalar eksildikçe daha rahat ediyorum orası belli, bir cinnet her şeyi halleder'cesine.ölçtüm biçtim çarptım böldüm, nereden bakarsan bak 20 kilo fazlan var hayvanherif sonucuna vardım, 5 hafta oldu :) ve an itibariyle, 12 kilo fazlam var. salon beyefendisi sıfatı ne kadar uymuyorsa, salon hayvanı bir o kadar uyuyor yahu :) ısrar, vahşet, ter, gözyaşı, ne varsa bende. can acısından ağladığım görülmesin diye gözüne saç bandı çeken bi adam oldum, hoş işin komik tarafı bundan keyif alıyorum anasını satiim. salondan çıktıktan sonra yürüyememecesine, konuşamamacasına bir yorgunluk bu. bu bile kabuslara engel değilmiş, bunu bilmek zor ama.

2 gündür geri geldiler. film tadında kabuslar. ilki kulağıma bir fısıltıyla başladı. "selam" diye, ve yastığımın altından çektiğim saldırı bıçaklarımdan biriyle "selam"ın sahibini korkutmak amaçlı bir hamle yaptım. sonrası üstüm başım kan içinde. rüyamda da olsa bir insan öldürdüğümü gördüm, herhangi bir insan da değil hem de. paniğe kapılsam, ağlasam, bağırsam kabus bu kadar iğrenç olmazdı. nafile çabasıyla o boynunu tutarken, kanının akmasını engellemeye çalışırken, gözleri gözlerime yaptığı şakanın sonucunun bu olmaması gerektiğini haykırırken, benim tek yaptığım suratımdaki kanı silip, tek anını bile kaçırmadan sonunu izlemek oldu. uyandığımda ellerim titriyordu, kabustan mı yoksa kendimden mi korktum bilemiyorum. uzun süre gözümde karbeyazları, saman sarıları, deniz mavleri döndü durdu. kusmak istedim, saatlerce kusmak hem de :(

dün akşam da karanlık bir yerde, yıldızlar altında battaniyeme sarınmış bir film izliyordum. yüzünü göremediğim bir kadın geldi yanıma, hafif ite çeke battaniyemi paylaşmak zorunda bıraktı. hareketleri itibariyle "bırak filmi benle ilgilen" durumundaydı. ben de durur belki diye sarıldım ona, bakışlarımı filmden ayırmadan. neden sonra farkettim çok soğuk olduğunu, şarkısını söylerken içimin titremesiyle.

Twinkle, twinkle, little star,
How I wonder what you are.
Up above the world so high,
Like a diamond in the sky.

baktım ben de ona. yine aynı beyaz, yine aynı mavi. sonra o da bana sarıldı. o ısındıkça ben soğudum. kafamı çevirdiğimde televizyon da yoktu, kanepe de, battaniye de, yıldızların arasında uçuyorduk. tek farkı o gülümsüyordu, ben ise donmuştum. nefes alamazken uyandım bu sefer de. en azından kusma isteği yoktu. neden sonra anladım "you are the star in my sky"ın ne anlama geldiğini, ve kabul ettim :)

Sssssh

k

Put all your angels on the edge
Keep all the roses, I'm not dead
I left a thom under your bed
I'm never gone
Go tell the World I'm still around
I didn't fly, I'm coming down
You are the wind, the only sound
Whisper to my heart
When hope is torn apart
And no one can save you
I walk alone
Every step I take
I walk alone
My winter storm
Holding me awake
It's never gone
When I walk alone
Go back to sleep forever more
Far from your fools and lock the door
They're all around and they'll make sure
You don't have to see
What I turned out to be
No one can help you
I walk alone
Every step I take
I walk alone
My winter storm

Holding me awake
It's never gone
When I walk alone
Waiting up in heaven
I was never far from you
Spinning down I felt your every move
I walk alone
Every step I take
I walk alone
My winter storm

U. I am THE star in YOUR sky, and you are MY hell on earth.

07.06.2009

sırtını dönebileceğin insan sayısı, sırtından vuran insan sayısından az ise, hayatta kalabilmek için en az benim kadar gerizekalı olman lazım insan evladı. kötü tesadüf eseri bunu okuyorsan, kapat ve siktir git. sonra da kendine şunu sor; "how could an angel break my heart" , tabi eğer kırılabilcek kalbin var ise. yok ise bana ulaş, en azından içecek adam olur; hem sana, hem bana. hem de meleklerin tamamına izleyecek film olur, ya da bir kısmına. 91 out Gabe in.

W/C

bu dünyada olmayan ne varsa.
gülümseme"N" hariç.
izleyin.

tonight were gonna fuck shit up

işte müzik dinlemek saçma bir şey. hele de bloga yazarken. kulaklıkları tak, arkadan tillahı yaklaşsa duyma, sonra "n'apıyosun sen?" sorusuna mantıklı cevap bul. içindeki "basıldık aşifteler kaçın" hissiyatını bastırırken hem de. hem ne bastırıcam yahu, basıldıksa basılmışızdır. kime ne :) ayrıca neden yalan uydurmaya uğraşayım ki, işim bitti günlüğümü yazıyorum. haha n'apim süperim arkadaş, 75 dakika günlük rutini bitirmek için yetti bu güne özel. bu günlerde plan proje dahilinde, istediğimiz yönde ilerliyoruz serhat ile efenim. serhat ila kolkola yaşamayı öğrendik, hayvan gibiyiz. bu sabah ağırlık kaldıramadık ama, akşamki ruhi dalgalanmadan mütevellit. hahaha seviyorum böyle şeyler yazmayı. ait olmadığım bir dönemden yaklaşım çalmak gibi. akşam birsürü yeni şarkım oldu, teşekkürler gül'en insan. soğuk duşta bile esnemeyi başaran bir insan olarak plaket istiyorum. plaketimi verene minnet, teşekkür, türlü şebeklik, ne isterse işte açık çek. ha nasılolsa kimse böyle birşeyi yapmayacak, ben de standart olarak "koyim g.tüne, zaten beklememiştim ki nihoho" filan deyip durucam. işin komik tarafı bu gün yine cuma, o tehlikeli gün. bu akşam serhat gelirse, pazara kadar yine canlı cenazeyiz. bilakis hayvan ötesi olmak durumundayız. her an salona girebiliriz, ve ben hala kaldırmak istediğim kilodan 2,5 kilo az kaldırıyorum. kötü, çünkü bunu düzeltmek için en az 10 güne ihtiyacım var. salona giriş için düşündüğüm kilodan da yaklaşık 1,5-2 kilo daha yukardayım. onu çözmesi daha kolay olsa da, hedeflerin tam tutmamış olması biraz kötü. hoş arada bu kadar içeceğimi düşünsem, çok daha basit koyardım hedefleri :D çoktan tutmuş olurdu onlar. ama böylesi daha güzel. dolapta içki gırla giderken neskafeyi çakıp, ooh süperim lan diyerekten feysbukta sağı solu poklamak çok eğlenceli. tüm arkadaş listesini haras edicem bir gün, mass pokucam görecekler :D (biiip kahvem geldi - 15 dakika mola :P ) bu günün akşamını çok merak ediyorum, hayat neler hazırladı bana, kimin kurguları benimle çakışacak en alakasız zamanlarda diye. bu arada bildiğin kızgın telveyi boğazımdan aşşağı döktüm günlük, şu anda başta burnum olmak üzere her yerimden ter fışkırıyor. vücut dinamiklerini merak etmeye başladım, onu öğrenmeyi düşünüyorum. refleks olarak verilen tepkileri az çok anlıyorum ama standart girdi-çıktı şemasını çıkartabilirsem vücutta; kendimle alakadar her şeyi daha rahat çözerim sanki. hem de birşeyler öğrenmiş olurum. nicedir birebir hayatımda kullanacağım şeyleri es geçtim, salak saçma şeyler öğrendim ki, bu durumdan gayet muzdaribim. bu arada anladığım kadarıyla klimam bozulmuş, ben böyle işin ızdırabını diye başlayan cümleler kurdum sabah sabah. servis gelecek dertler bitecek durumuna geçmekle bulucam sanıyorum çözümü. nasıl olacaksa.
*
fil boyamak istiyorum. kıçımda kırmızı şortum, üstünde kollarını kestiğim pembe eşofmanüstüm. artık limon sarısı, kırmızı, mor gibi bir sürü renkle girişip, kah kendimi kah fili boyamak istiyorum. anlamlı anlamsız hareket edip, bunun sonunda da süper oldu lan diye kendimi gazlamak istiyorum :) filden önce pratiği evde yapsam şık olacak, duvarlar sanırım bir süre içinde boya isteyecek duruma geliyor. geçen sene ilk defa parmak arası terlik giymiştim ben, insanlık için küçük ama benim için büyük değişiklikti vesselam. rahat mı karar vermedim, ama en azından ekstradan darbelemediği kesin. özledim onları da, fili boyarken onları da giysem hayal tamamlanır hem de ayağıma diken batmaz. şu ağrılardan kurtulsam da şık olabilir mesela. olmasa da olur gerçi, alıştım onlarla yaşamaya. öğleden sonraki semineri atlatsam da şık olur. ekstradan bana bir sunum bir şovbizniza giriş itelemezler ise de sevinirim. itelerlerse de üzülür ama el mahkum yaparım. çok pozitif olmamakla beraber çok yüksekteyim bu aralar, her şeyi yaparım gibi geliyor. ama en başarılı gireceğim iş iskele üstünde yalınayak üstünden sular süzülen şortumla bira içerim. evet yaparım bunu. hem de büyük başarıyla. ağırlık kaldırırım. onu da yaparım. süperim ben yahu, ne iş olsa yaparım :)
*
son hayalim de eminönü/karaköy-kadıköy vapurundan mendireğin orada atlayıp moda sahiline yüzerek çıkmak. sıcaklar beni mahvetti sanırım. kutupayılarını vurmayın bee. Not. abyo insan değilsin, o yüzden insan gibi eğlenme adada sakın. gelince maceralar bekliyorum, sıfıra sıfır gelirsen, küfrederim.
*
"babe, i love you so, i want you to know, that am gonna miss your love, the minute you walk out that door, please dont go, dont go away" 91

Otobiyografi

1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbetini tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettim anıt kabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falına baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam de şart değil
başbakan fakan olacağım da yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir

(11.9.'61 - Doğu Berlin)

üçhaziranikibindokuz - sevgi ve özlemle

e$$ek olmak ya da olmamak

bu gün masama not olarak koydum bu yazıyı, kısalttım ama, sadece "e$$ek olma" yazdım. uyacağıma dair bir inancım yok açıkçası, ama yaz gözünün önünde olsun, bilinçaltına işlesin durumlarına inanmak istedim bir anda. enginar suyu. evet evet enginar suyu :)
0
cumartesi ve pazarın neredeyse tamamı baygın geçti. kaptanın seyir defteri yıldız tarihi bir haziran sıfırdokuzu gösterirken, haftasonu geberikliği hala üstten atılmamıştı. tüm gün kendime telkinle geçti, akşam ol, eve gel, yıka çamaşır, duş al, uyu şeklinde. neredeyse başarıyordum. yani saat 1817ye kadar her şey normaldi. taa ki telefonumda o ismi görene kadar. ismi buralarda geçmesin, "yavşak" lakaplı bir arkadaşım vardı, tarih kadar eski. adamla görüşmeyeli kafadan 4-5 sene var. hep bir gün görüşürüz denmiş, hiç görüşülememiş. o gün bu gün dedi. hayrolsun ne alaka derken, geberik olunduğu haberi verildi arkadaşa, ama bu engel değildi tabi. kahramanınız ash, saat 1948 itibariyle kadıköy çikınlasstoba çökmüş, yavşakla buluşmuştu. web security designer bıraktığımız adam avukat olmuş ahali, nedir lan bu. gece çok daldan dala konularla geçti, Organize Punisherlar, Şehrin Azizleri filan desteklendi, alalım beyzbol sopalarını sokağa çıkalım o zamana kadar yürüyecekti neredeyse :) tam o esnada, trionun son ayağı olan "moron" lakaplı diğer arkadaş da çökünce olay mahalline, kız arkadaşı hakkında en derin sırları öğrendi. hoş ben de öğrendim birşeyler ya, neyse. gençmişiz be, deli yaşamışız.
0
saat 0117de hesap istememiz, 0125te taksiye binmem, taksiciye o özlü sözü etmem, hepsi rüzgar gibi geçti. "abi yarın salı mı çarşamba mı, ne zaman bitecek bu hafta ya? :S". taksici yeterince güldü durumun şer'ine aldırmadan :) 0135 eve varış, duş, Mr. Hyde'ın elinden "o içmememiz gereken son birayı kurtarış" ve Dr. Jekyll olarak yatağa uzanış. sabahki zorlu seansı ise anlatmayayım, vallahi ağlarsınız :)
0
ben ne zaman büyük adam olucam? nameleri inletmese de samiyeni, sanırım ben böyle güzelim, doğru düzgün bi adam olsam hiç çekilmem herhalde :)