cirkin ordek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cirkin ordek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaçış Bölüm 3 - Lets delay our misery

Dağıldı kafa nispeten, mızmız veletler gibi ikide bir gözlerimin dolmasını es geçersek tabi. Elimizden geldiğince bir bitirelim şu ada notlarını da, sözümüzü tutalım.

Hatun kişi "madem siz yarın sabah gidiyorsunuz, bu akşam içelim o zaman rakıyı, hade hade hadeeeee" şeklindeki girişimleriyle beni benden aldı. Bu ne alkol sevgisidir mübarek, benden beterleri de var galiba diye geçiriyordum içimden ki yağmur başladı. "Halimize gökler ağlıyor ulan!" dedim, içimden ama. Durumun her ne kadar kötü olursa olsun, insanların bilmesine izin verme. Önemli kuraldır. (Not. Bundan aylar evveli, sevdiğim bir heriften aldım bu doneyi. "Yeter ulan yeter" diyordum, "adım adım ölüyorum ve insanlar bunu farketmiyorlar bile". Aldığım cevap kamuflajımı iyi yaptığımı kanıtlar gibiydi, "Sen ardarda bu kadar mutlu maskeleri tak, ve devamında öldüğünü insanların farketmemesi yüzünden üzül, tezat bu söylediğin" tarzında bir sözdü. Kaska, yaz şuraya, deli etme adamı) Neyse fazla melankoli yapmayalım, geceye dönelim, komikti vesselam. Çirkin ördeği adaya inmemiz için önce şaraplarımızı bitirmemzi gerektiğine ikna etmek çok zaman almadı, ki onun da birası duruyordu zaten. Yanındaki arkadaş da tesadüfen karşıyakalıymış. Bu gariban da karşıyaka doğumlu ama bir defa olsun görmedi oraları, ama bu ortak paydalar bulmaya engel değil tabi.

Şarapları gövdenin nadide bölgelerine indirip, ufak yollu arabaya doğru yöneldik, elimizde anlamsız biralarla. Adanın merkezine giderayak biraz tereddüt yok değildi, ahali bize doğru kalas ve meşe odunlarıyla koşacak hissiyatı bir an bile eksilmedi içimden. Tek tesellim o anda sarhoş olmamaktı, kahvenin önünden geçerken şu taburelerle de iyi savunma yapılır diye gaz veriyordum kendime. Önce Murat'ın mekanı zorlandı, baktık oradan hayır yok, abbio bey'in ısrarla BOROZAN dediği, fakat aklımda kaldığı kadarıyla Boruzan olan restoranın sahil kenarındaki masalarından birine konuşlandık, garsonların eşsiz bakışları arasında. Yemin ediyorum ünlü biri olmanın nasıl birşey olduğunu o anda anladım. "Abi o sizsiniz di mi?" "Hani o antalya maçındaki arkadaşlar?" "aaa evet evet bu abi o Galatasaray formalı abi" "Abi ne güzeldiniz siz yahu" nidaları arasında girişimizi yaptığımızda, onlar esas şovun cumartesi olduğunu düşünüyorlardı.

O ne karidesti, o ne ahtapot salatasıydı anlamadım. Muhteşem desem az kalır, ama mailfeed'in haber verdiği kadarıyla Fish hanım ahtapot ızgara yemediniz mi diye bir yorumda bulunmuş, o kafayla aklıma bile gelmezken, salatası hiç çıkmaz aklımdan. Çirkin Ördek hanım abbio'nun köpek fobisini yenmesine yardımcı olurken, İsmilazımdeğil bey de bana göztepe karşıyaka kavgalarının ne kadar devasa olduğundan bahsediyordu. Söyleyemedim arkadaş 8 biranın yanına 2 şişe beyaz sıkıştırmışım, kafam bir dünya, raki şogüzel, kime ne anlatıyorsun diye. Rakılar rakıları kovalarken, bir noktada "Efsane Geri Döndü". Abbio bey tuvalete gitmek için ayaklanmışken, içine şeytan girmiş bir garson ona "Abi sen buradan denize atlayamazsın" tespitinde bulununca, abbio'nun gözünde çakan şimşekler ortamı aydınlattı. Hani ufakken derlerdi ya, "ne dersen bir fazlası" diye, abbio ne kadar atlarım diyorsa bir garson daha olaya dahil olup atlayamazsın deyip masumun kanına girmeye çalışıyorlar. Kendi kendime koskoca abbio bu gaza gelmez derken donuklaşan bakışlar beni paniğe garketti, sonra tek gördüğüm abbio'nun uçan hali. Balıkçı teknesi, mazot, etraftaki insanlar. Peeh onlar da kim oluyor :) Barbaros'un torunu Abbio Hayrettin Paşa olay mahallindeki hakimiyetini kurmuş, adayı olmasa bile garsonların gönüllerini fethetmişti bile. Bir anda çirkin ördek hanım da sağımdan uçtu mazotlu suyun içine. Hey maşşallah sözleri arasında sıra bana gelecek zannedenler çok yanılmıştı, çünkü gaza gelmezdim ben, nedense.

Daha temiz yerden uçma kararı verildiğinde, abbio tüm centilmenliğiyle çirkin ördek hanımı etraftakilerin gözü önünde kucağına alıp, denize atlamak yolunu yarılamıştı ama hain kader ağlarını örmemiş, kıyıda bırakmıştı. "Palamut" abbio da kucağında çirkin ördekle en son ağların üzerine uçarken görüntülenmişti, masamızı diğer tarafa taşıdıktan sonra deniz sefasını müteakip ayrıldık adanın merkezinden, gayet makul bir hesap karşılığında hem de. Sanırım şov ücretini hesaptan düşmüşler :P

Dönüşte sebebini bilemediğimiz bir şekilde yine kaybolup, ayazma plajının önünden kamp yerimize doğru gidecekken, son darbeyi de ben vurayım deyip, "burada yüzülmez mi bea" argümanını ortaya atıyorum, ilk ve tek destekçim çirkin ördek oluyor. Bu arada bira aldığımı farkediyorum, hatta içmekte olduğumu da. İsmilazımdeğil bey biralardan ikisini alıp kampa doğru gitmeyi, çünkü midesinin bulandığını söylerken, kulağıma eğilip tekrar belirtme ihtiyacı hisediyor "O benim kız arkadaşım değil, rahat olun o yüzden benim için bir sorun yok". Ulan hayatında hatun yüzü görmemiş yamyamlar mıyız biz? Ne asabımızı ne de terbiyemizi bozmuyoruz tabii ki.

"Vay anam vay Serhat neler dönüyor burada?"
Devamı flu, ayışığı altında çirkin ördekle yüzmemiz, boğulmasından korktuğum için yanından ayrılmamam, bu hareketlerden rahatsız olmam, kolsuz tshirtümü adanın kabaran dalgalı sularına kurban verip Poseidon'u yatıştırmam, terliklerini kaybeden çirkin ördeği kucakta arabaya kadar taşıyıp, kendi terliklerimi bulma çabalarım, abbio'nun vakur yamyamlıkları, "Oooha! Yuuhhhh!" replikleri, terlikleri bulmam ve devamında kampa doğru yol almamız sanki bulutların üzerinde bir yolculuk.
Bundan sonrası karışık, hem yaşananlar hem de hatırlayamama sorunu yüzünden. Sabahı ettiğimizde buruk bir veda, çirkin ördeğin bizi yolcu etmesi, ismilazımdeğilin çadırında uyumaya devam etmesi, terliklerin tümünün bulunması, iyi yolculuklar dilekleri hepsi bir çırpıda olup bitiyor.
Bizim üzerimize düşen ise, Şebnem ablaya veda etmek, istanbulda tüketilmek üzere bir kısım şaraplar almak, kahvaltı edip, köpükler eşliğinde adaya veda etmek. Hüznün dorukları gibi, sevgiliden ayrılmak gibi, evini terketmek gibi, gibi oğlu gibi işte. Sadece 4 gün kalınan adadan, hayat dersleri alarak dönercesine buruk, başarmışcasına gururlu. Sözün bittiği yerden, istanbula dönene kadar fazla nefes almamaya özen gösteriyoruz, onun yerini sigara alıyor. Kelimeler tükenmiş, gözlerde bir korku. Çünkü; Sonbahar geliyor.
Ada ile ilgili notlar bunlar, kasten bazı detaylar atlandı, kişi ismi vermekten kaçınıldı, bazı şeyler kendimize saklandı. Ama genel itibariyle yaşananlar bunlardı ki, bağbozumunun yanında, güzdönümü de oldu. Biz gittikten sonra 24 saat kesintisiz yağmur yağmış ardımızdan. Pisliğimizi adadan yıkayıp temizlemek için midir, yoksa gidişimize ada mı ağlamıştır bilinmez. Rivayetler varsa da rivayetleri dinlemek pek benim işim değil. Ben önümüzdeki maçlara bakıyorum, çünkü bize her sevdadan geriye kalan, sadece Galatasaray :)
Persephone Hades'in yanına döndü döneli hayat bir garip buralarda. Oysa ki Persephone ile de pek sevişmeyiz. Farklı dünyaların tanrısı o, biz ise onun gidişiyle ortaya çıkan durumları içkimize meze eden insanlarız. Ama bir gün biryerlerde Persephone ile de görüşeceğiz, hesabımızı kapatmak için.
Ya da, Persephone insan biçiminde bize gözükecek. Dedik ya, sonbahar. Bizim mevsimimiz.

Kaçış - Bölüm 2 - Sen, Ben, Değirmenlere KARŞI

İkinci bölüm, geç oldu, güç de oldu ama oldu. Yani (10.38'de kaydedildi taslak diyor sekreterim blogger bey, şu anda saat 12.53, evlerden ırak hakikaten güç oldu :P ) olacak, başlanmış iş bitmiş iştir ne de olsa, sanki babam gelip yazacak, ben yazmazsam nah biter. bunu idrak ettikten sonra gidip bir yerlerden soda bulayım. Öğle yemeği iyiydi hoştu da, sanırım mideme oturdu allahsız.

Nerede kalmıştık? Şenol dedik, gecenin sonu dedik, hatırlamıyoruz dedik. Dedik de, uyanması çok zordu. Hele bir de gece vakti 91 tuvalete çıkar da çadırın fermuarını kapatmazsa, hele ki ilk gece abbio çadırı kurarken çadırın tabanına "cırt, cııııırt" diye hasar verdiyse. Bir de bu iki organizmanın (dedim ya insan demeye dilim varmıyor, evlat olsa sevilmez) akşam damacanayla alkol tükettiğini düşününce, sabahı tahmin etmesi sıfırla eksi sonsuz arasında herhangi bir noktaya denk geliyor. Düşünmemek en güzeli. Yedik fırçamızı oradaki "anaane" teyzemizden, çok içmişiz, fantastik olmuş girişimiz, üzülmeyin hep olur öyle, insanlar ilk günlerinde patlak veriyorlar mealinde birşeyler söyledi. He dedik. Adamın biri bizi kalasla dövmek gerektiğini söylemiş, neden girişmediği muamma, kimdi o deyince, arka masada kahvaltısını eden kel rahatsız olmuş gibi durdu, güldüm kendisine. Gidip kulağına fısıldamak isterdim, reklam sloganı tarzında; "Bir kalas asla yetmez" diye, ama o arada birayla meşguldüm, bir de gelmeyen menemenin godot'suydum.

Gündüz olağan şekilde Akvaryum koyu (ısrar ediyorum gidiniz), Şebnem abla, O muhteşem şaraplar, Rüzgargülü, Kamp arasında geçti, sessizdi, sakindi. Abbio dünün yorgunluğunu atmak için erken uyudu. Ben üstüne yatacak tahta bir sedir buldum, 5 şişe bira ve abbio'nun sigarası eşliğinde 2-3 saat yattım. Yıldızları izledim, cırcır böceklerinin korosu muhteşemdi. Hayatımı gözden geçirdim nicedir yapmadığım şekilde, uçurumdan aşağı yuvarlandığımı farkettim, gülümsedim yuvarlanırken, o da bir safhası değil mi sanki delirmeye giden bu yolun. "Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak" dedi, şebnemlerin ferah olanı, dinlemedim. Çünkü aslolan Şebnem abla'nın bize söyleyeceği "Hatırlamak bir anlam ifade ederken o hatıralara kederlenmek, o kederi yaşamak" idi. Duyar gibiyim "ulan ipne daha duymadığın bir söz nasıl o anda aklına gelmiş olabilir ki?" diye :) Melankolik insanız vesselam (bilgi işleme çok teşekkür etmek istiyorum şu an için, Scorpions - Still lovin' you çalmakta şu anda, taa lise yıllarıma pencere açtılar), aynı kelimelerle olmasa da aynı hissiyatla düşünüyoruz. Çok yaşa sen Şebnem abla, hüznünle, güzelliğinle, biricik olmanla, ve daha mutlu günler için, çok yaşa.

En sonunda sabah oldu, yine bir kahvaltı, yine bira ama ondan sonrası fantastik oldu. Efenim Abbio kişisi tipime bakıp "bu takoz hiç bilmez masa tenisi" demiş olacak ki, bana maç teklif etti. Malumunuz olacağı üzere, biraz futbol izleriz, biraz da kural tanımazlık var bünyede, biz de masa tenisini 50de devre, 100de biter şeklinde icra etmeyi uygun gördük. Biz raketlere doğru giderken, o gece tanışacağımız arkadaşlar da kamp mahalline yeni duhul oluyorlardı. Vah gariplerim. Sayın okuyucu, tabirimi mazur gör ama, maçın sonunda kelimenin tam manasıyla abbio efendinin eline verdim, raketleri. Gönül timsah yürüyüşü yapmak isterdi ama, çok tozluyu, edemedim kendime bu kötülüğü. (Tabi şöyle bir durum da söz konusu, masa tenisinden önce tavla da oynamıştık, aman allahım o neydi yahu, bu günü hiç unutmayacaksın diyen abbio ve tavlayı 6-2 gibi net bir skorla sözün sahibinin koltuk altına sıkıştıran 91. Kahretsin, her geçen gün mükemmele yaklaşıyorum.)

Adanın doğal bitki örtüsüyle içiçe geçen güzel bir günden sonra, bizim doğal besinimiz olan şarapları almak üzere geri dödük kürkçü dükkanına, e boru değil, gündüz şehir merkezinde Şebnem abla bizi görmüş, el bile sallamış, iade-i ziyaret yapılmazsa olmaz. Duşumuzu almamızı müteakip oradaydık, tüm dingilliğimizle. Misafirleri varmış, masadan da kaldırdık ama, hiç üşenmedi o. Sanırım ağır kaldırmış ama, eğilip kalkarken acı çektiğini saklamaya çalışsa bile, acıyı gören gözlerden saklamak biraz zordu böyle şeyleri. O arada eşi lafa tuttu bizi, dün sizden bahsediyorduk diye. Hep aynı saatte gelip, aynı şarapları alan iki kişi olarak kazınmışız belleklerine, hoş tabi.

Yine akşamüstü, yine rüzgargülü dedik, elimizde Şebnem ablanın hediyesi kadehlerle, abbio tespitte bulundu, "buradayken daha bir içli muhabbet dönüyor sanki" diye. E tabi, yeşil gülüşler, mavi öpüşler var fonda dedik, acımız büyük dedik, sen sarıyla kırmızı dedik (biliyorum anlamsız geliyor, eve gidince unutmaz da fotoğrafları atabilirsem anlam kazandırabilirim bu sözcüklere, af buyursun kıymetli okur) İçli sohbetler ister istemez özel mülkün saat 20 itibariyle terkedilmesi ile yerini mobil içli sohbetlere bıraktı, 4 kilometrelik yolu yaklaşık 1 saatte aldık ki bu da kendi çapında bir rekordu, araba içinde kadeh tokuşturarak şarap içtiğimizi görseler kesin "gay" damgası yerdik, ki kampa dönünce abbio bu soruna bir çözüm getirdi. herneyse o bir sonraki paragrafın konusu.

Kampta bira içelim isteğine, abbio şaraptan devam kontrası verdi, biz de Şebnem abla'ya ihanet ettik, açılan birer şişe talay şarabı Karga'nın ardından çamaşır suyu gibi gelse de, içinde alkol var o da candır mantığıyla içerken, çirkin ördek yavrusu yanımıza geldi, merhaba diye. N'apıyorsunuz burada sorusunu, Hagi kıvraklığıyla "içiyoruz" diye sağından atıp solundan geçerken, abla formamıza asılmak suretiyle "gelin beraber içelim" diyerek engelledi. Tehlikenin farkında değillerdi, ha keza biz de. Tanıştık çift olmadıklarını ısrarla belirten çiftle, abbio'nun ısrarlı "biz aynı çadırda kalıyoruz ama heteroyuz" saplamaları eşliğinde.

Adayı sordular, hikayemizi anlattık, çok güldüler, hatta çirkin ördek yavrusunun bir ara gözünden yaş geldi. Utandı garibim göğsündeki "69" dövmesini bize açıklarken. Yok çok sevdiği bir arkadaşı "6" imiş, o da "9" imiş, hayat boyu hatırlamak için yapmışlar, kinayeli oldu tabi. Biz abbio ile dövme yaptırsak "333" yaptırırız herhalde, "üçyüşotuşüş" şeklinde okuyoruz, hep sarhoşuz diye bir açıklaması olur, hiçbir seksüel çağrışım yaptırmaz, çünkü belirtildiği üzere "heteroyuz abi". haha.
Hatun kişi bizi yarın akşam yapacakları mangala davet ederken, biz sabah yola koyulacağımızı söyledik, ve o fikir çıktı bir anda. "O zaman bu akşam içelim rakıyı"

Son akşamı Bölüm 3'e saklamak niyetindeyim, çünkü çıkıp sigara içmem, yine düşünmem, yine gülümsemem gerek. Sanırım sabahten beri çok fazla somurttum, bulduğum soda bile fayda etmedi.

Gökgürültüsüz, çocukluğunuzda yediğiniz pamuk şekerler tadında rüyalar dilerim efenim. Size değil, O'na ;)

P.S. Kıyamadım, size de efenim, size de :)