olmayan sevgiliyi aldatmak hissiyatı doğdu içime az önce. oysaki akşam yemeği olarak beyaz şarap ve üzüm kombinasyonuyla, uykuya transit dalacak bir havadaydım. şimdi şişe kesin biter. şu güne kadar düzenli olarak şarap tüketebilen bir insan olamadım. çok da sevmem zaten, köpeköldürenden başka şaraplar hep bir garip geldi, eğreti durdu üzerimde. taa ki iki sene önce bozcaadaya yolum düşene kadar. orada bana en çok hitap eden şarabı buldum, başka da içmem kolay kolay derken, bu gün işten gelirken otomatik bir şekilde migrosa dalıp şarap reyonunda buldum kendimi. alma kriterim sabit. beyaz olsun, şişesi ilginç olsun. eve gelip de soğutana kadar farketmedim, benim şarabımın rakip firmasının şarabıymış. sanki oradan bir kafa uzanıp "aldatıyorsun demek bizi" diyecek gibi geldi. çocukça birşey, ama hüzünlendim işte. olmayan sevgililer bile sadakat bekliyorken, ben nasıl yaşayayım akıl kârı değil. bu aralar en yakın dostların bile bilmediği, hatta öğrenemeyeceği sırlarım olmaya başladı. hatta burada da çok anonim olmadığım için yazmayacağım şeyler. kimbilir, belki farklı bir imzayla, farklı bir mecrada kaleme alınabilirler. karanlık olanlar can yakarken, aydınlık olanlar değişik düşüncelere garkediyor insanı bir şekilde. çok da üzerinde durulabilecek bir şey olmasa gerek. yorulup da dönecek takatim kalmayınca evimi, fazla vakit yok deyip sixpack aldığımda rakımı, winston aldığımda evde bekleyen sigaramı, marilyn manson beklerken dido dinlediğimde kendimi aldatıyorum zaten sürekli. bu kadar orospu çocukluğuyla nasıl yaşıyorum tartışma konusu. hayır, performans sürekli olsa, olduğunda da aldatsam en azından istikrarlı bi orospu çocuğuyum diyeceğim ama gel gör ki o da yok. "nothing i have is truly mine" dönerken kulaklarımda hatıraların bile benim olmadığını farketmek yaşanmışlıklara din iman sövmek gibi aslında. hangisi mantıklı, hangisi değil çok değişik bir ikilem. sadece 2 saat önce, dün dedesini kaybetmiş bir insanı teselli etmek için tam tersini söylüyordum oysaki. şimdi tam tersini yaşıyorum. ama tekrar olsa tekrar söylerim herhalde. "do not fear from going to the funeral. think it is as a last goodbye to the loved one. i know, saying farewell is bitter, but we have to embrace death and accept it as it is. i wish i was with you; to be right near you when you need a shoulder. memories will stay with you forever, and good memories are the best things on this earth." boşa yazmadım o kadar "tell me lies tell me sweet little lies" diye. duyduklarım ve söylediklerim hep aynı paralelde herhalde. ama artık sıkılmanın kaynağına inmeye başladım. son umutlarımı kraliçenin bir şövalyesine saklamaya başladım. ilk tanıdığım günden bu güne 9 sene geçmiş, ve biz bir şekilde görüşeceğiz demişiz. sözü gerçek kılmak ona düşmüş. bambaşka bir ülkede hiç tanımadığı bir insana misafir giderken sadece şu üç soruyu soran adam sadece benim arkadaşım olabilirdi zaten. "1. Should we bring any bedding to sleep on / in ? 2. How far do you live from the "centre" of the city? 3. Do you like a good Single Malt Scotch Whiskey? ; ) " bu vesileyle de kraliçeye saygılarımızı sunmak, manyak bir briton ve kız arakdaşı ile eski pagan tanrılarına bağlılığımızı göstermek, ve becerebilirsek karşılıklı birkaç şişe cask strength indirmek üzere adaya gitme mecburiyetimiz de kucağımıza düştü. Manawydan fab Llŷr istek kabul ediyor sanmıyorum, çok dramatik de gelebilir onlara bu ama, eğer ki bu dünyadan bir kalp kriziyle gideceksem, 2010 bitmeden Stonehenge'de olmasını tercih ettiğimi kendisine ilettim. bakalım, çarkların dönüşü neyi gösterecek. bir hayatın bitmesine yeryüzündeki en uygun yer orası geliyor nedense, hala. dostları aldatmadığımı göstermek adına. köprüden en son geçtiğimi göstermek adına.
eve dönmek adına.