“Yine ofisteyim… Sinir bozacak kadar düzenli bir masa… Temmuz ayına yakışmayan gri bir gün, tam bana göre… Sıkılıyor, içim sıkılıyor..” diye düşündü adam ve etrafına bir göz attı. Etrafındaki insanların kendisi kadar azimli ve düzenli gözükmemeleri anlık bir tatmin duygusu yarattıysa da, bu hissiyat çok sürmedi. Allah’ın belası telefon yine çalıyordu. Gözlerini devirerek telefonu eline aldı ve “Lütfen ‘o’ olmasın..” dedi içinden, ama arayan ‘o’ydu. Arayan ‘kadın’dı. Cıvıl cıvıl, neşeli sesiyle selamlamıştı adamı.
- “Merhaba, nasılsın bakayım?”
- “İyi tatlım ne olsun, yine her zamanki gibi bir mesai günü işte.”
- “Somurtmak yok, sıkılmak yok. Bak ben yanındayım.”
- “Biliyorum” derken adam yüzünde buruk bir ifade oluştu. Yanımdasın, ama nasıl, ne sıfatla. “Zaten sen de yanımda olmasan ne yapardım ben”
- “Hafta sonu ne planların var bakayım, neler yapıyorsun?” dediğinde kadın, adamın boğazında bir şeyler düğümlenmişti bile. Cevabı çok basit, sıradan bir soruydu aslında. Ama planlarının tamamını ele geçirmiş ‘kadın’a, gözlerinde, sözlerinde kaybolduğu ‘kadın’a ne diyeceğini bilemedi o anda. Hızlıca olasılıkları gözden geçirdi, planım yok derse görüşmek isteyecekti ve ‘adam’ bunu kaldırabileceğinden emin değildi. Planım var dese, ya onu hayal kırıklığına uğratacaktı ya da daha sonra pişman olacaktı yalan söylediği için. Açık kapı mı bıraksaydı acaba.. Derken kendi sesi geldi kulağına.
“Kaska’ya sözüm var aslında, yani öyle konuşmuştuk, ama bilmiyorum tekrar sesi çıkmadı belki iptal olur.”
“Aaa ne güzel, ne yapacaksınız?” dedi melodik ses.
“Bilmem, biraz tekila içer sohbet ederiz diye düşünmüştük, uzun zamandır aklımızdaydı ama bir türlü gerçekleştiremiyorduk”
“Ne konuşacaksınız bakayım baş başa?”
“Senin dedikodunu yapacağız tatlım ne yapalım” dedi adam, gerçekleri şakacı bir ses tonunda dile getirdiğinde kimsenin inanmayacağını biliyordu çünkü.
“Şakacı seni, çok içmeyin bak her an bir sürpriz yapıp ben de gelebilirim” dedi kadın.
Adam derin bir nefes aldı. Şimdi ne denirdi ki? Adam boş elini alnına dayadı ve kapadı gözlerini, “olur gel tabi, sevgilini de getir tam olsun” diye geçirdi aklından. Nefret etti o an ‘kadın’dan, hayattan.
“Bakarız…” diyerek geçiştirdi.
“Kapatmam lazım şimdi, ofisten çağırıyorlar.” Ne kadar soğuk, ne kadar karanlık, ne kadar ruhsuz çıkmıştı bu kelimeler ağzından. Vedalaşıp kapadılar telefonu. Boşalan eli diğerinin yanında yer buldu kendine, ve başı ellerinin arasında düşündü. “Kızın günahı yok, suçu yok, kinimi neden ona kusuyorum?”
Genel olarak ruh hali böyleydi zaten bu sıralar, parlamaya müsait, hafif dengesiz. Ama dışarıdan bakanlar mutlu bir profil görüyorlardı, ki adamın da içini göstermeye niyeti olduğu söylenemezdi hani. Zevzek ve mutlu bir insan profili çok daha kolay kabulleniliyordu insanlar tarafından. Dışarı çıktı, denize karşı bir sigara yaktı. Seviyordu şu mereti, en az kadını sevdiği kadar hem de. İşyerinde karşısına çıkacak zorluklar korkutmuyordu da, hafta sonu olup da sürprizden kadın bir anda kapıyı çalarsa ne halt edecekti? Adam düşünme konusunda hindilerle yarışır hale gelmişti ve ağzından küfür eksik olmuyordu.
Derin bir nefes daha aldı sigarasından ve savurdu izmaritini. Tekrar aynı masanın başına dönmek için içeri girmişti ki, telefonunun çaldığını duydu yeniden. “Daha fazla ne olabilir ki?” dedi içinden ve, hızlı bir hareketle direkt kulağına götürdü telefonu, arayanın kim olduğuna bakmadan.
“Efendim.” Bıkkın bir sesle söylemişti bunu, ama duyduğu ses karşısında yaşadığı şaşkınlık kendine gelmesini sağladı.
“Selam!” Uzaklardan, geçmişten gelen bir ses, ve lanet olsun yine cıvıl cıvıl, yine melodik. “Tanıdın mı bakalım sesimi?”
Adam durduğu yerde döndü ve cebinden bir sigara daha çekti, kapıdan çıktığında ilk nefesini çekiyordu. Dumanı dışarı bırakırken, tıslayarak cevap verdi yine.
“Tanıdım, tanıdım tabii…”
Artık bunlar adam için standart şeylerdi aslında. Kamera nerede yahu diye düşündü, artık Truman Show’un baş karakteri olduğuna emindi. Yoksa bu kadar tesadüf üst üste gelsin, bunca kasti faule rağmen ayakta kalsın, kesinlikle bu büyük bir film seti olmalıydı.
“Hayrolsun, hangi piyangonun büyük ikramiyesisin sen günün bu saatinde?”
“Hihihi hiç değişmemişsin, hala iltifatkâr sözler, hala hazırcevap”
“Sen de değişmemişsin, cıvıltın, gülüşün.”
Yutkundu adam, nereden çıkmıştı ki bu kız şimdi?
Eski aşkı, ilk aşkıydı telefonun diğer ucundaki. Tabi ki kız bunu bilmiyordu, bilmesine gerek de yoktu aslında. Uzun uzun konuşup hasret giderdi kız eski dostuyla ve ‘adam’ın tüm çabalarına rağmen bir görüşme ayarladı. Vedalaşıp kapadılar telefonu, “bir sen eksiktin” diye düşündü kızın telefonunu kaydederken ‘adam’.
Tekrar masasının, işinin başına dönmüştü. Başka bir şok yaşamadan günü atlatmayı diliyordu ‘adam’. İçkiye ihtiyacı vardı.
Eli telefonda, gözü saatte boktan bir iş günü geçirdi. Sıradan bir gündü aslında, lakin zaman geçmiyor, kararsızlık üstüne kararsızlık ve kendi içinde yaşadığı çelişkiler işi olduğundan da boktan bir hale sokuyordu. Tanıdık birkaç yüze, uzaklardan bir yerlerden alakasız birkaç cümleye ihtiyacı vardı adamın. “Toplantı mı çıksa acaba?” diye düşündü. Bir son dakika telefonu, “Deli gibi istiyordum gelmeyi ama bak şu eşeklerin yaptığına” ana temalı birkaç cümle günü kurtarmaya yeter de artardı. Devamında ver elini Beyoğlu, sorgusuz sualsiz rakı düşüncelere dalmak için uzun saatler, yaz sıcağına inat gibi, isyan gibi buz gibi rakı. Evet evet, adam bunu seçmeliydi. Bu güçsüzlükle, bu bitmişlikle hiçbir şeyle yüzleşecek durumu yoktu. Hele de geçmişiyle, hiç.
vay be. temmuzda yazmışım. sonu gelmemiş ama, madem yazdım, gönder'e de basmam gerekiyormuş kaydet yerine. eşşek ben.
2 Sapan Eklenmiş Bu Saçmaya:
abi çok iyi olmuş.. 5 yıl sonraki halimi okur gibi hissettim..
olma güzel abim, olma canım kardeşim, ne 5 ne de 50 sene sonra böyle olma. üzme, kırma kendini.
Yorum Gönder