animal on air

hayat çok ilginç bişey aslında. çok değişik fazlarda, çok değişik şeyleri konsantre olarak basıyor insan bünyesine, sonra bekliyor ki bunların hepsini yürütmeyi başar. başar tabi amk, işin ne. başarı kriteri olmadan başarmak gibisi yok zaten, sonuçta kendine bazı şeyleri açıklayabildikten sonra, puan sistemine dahil olmadığın bir güzellik bu, yahut olmalı, hayat dediğin şey.

kendimi sorunsuza yakın hissettiğim üç ruh hali var sadece. onları kusmak istedim ısınma turu olarak. nihayetinde asırlardır yazmadım.

biri kafamın bimilyon olduğu safha. nihayetinde hayatımın vazgeçilmezi, olmazsa olmazı. o veya bu şekilde bu kafa açık ve hiçbir etkiye maruz kalmadığı zamanlarda sahibine sıkıntı yaşatmakta bir dünya markası. sanırım ADHD olayı, ne zaman devreye girse hayat daha bir ilginçleşiyor. bunun önüne geçebilmek adına, bünyeyle düzensiz aralıklarla, düzensiz dozlarda bandrollü ve bandrolsüz muhteviyatı gark ediyoruz, dengeliyoruz birbirimizi. kazan/kazan durumundan öte, birbirimize ancak böyle tahammül edebiliyoruz sanırım.

ikinci halet-i ruhiye ise yurtdışında geçen zamanlar. iyi ya da kötü, gelişmiş ya da gelişmemiş, başka bir memlekette olmak garip bir şekilde sanki bir boyut kapısından geçmişim de değişik bir dünyadaymışım hissi yaratıyor. farklı insanlar, farklı sokaklar, farklı bakış açıları, bilmiyorum belki de uzakta olmak duygusu. güzel bir hissiyat, sırf o güzel insanları tanımak, Grote Markt'da yereller ve turistlerle gülüşler, biralar paylaşmak, Niš'de bir daha denk gelemeyeceğin bir sokakta bir yabancıyla dans etmek, Amsterdam'da kaldırımlarda, Roma'da merdivenlerde, Helsinki'de buzlar üstünde, St.Petersburg'da meydanlarda sanki kasıtlı olarak tanımaya değer insanlara rastlamak tesadüf olamaz, mutluluk oralarda diye kesin ve net bir algı çıkmasına vesile oldu bünyede. geri dönüşü olmayan tahribatlardan. belki de ondandır arada pasaporta bakıp içlenerek içmem :)

üçüncü ve sonuncu olarak da, dağda tepede kamp kurmak. kampetler, şişme yataklar, çadırlar, saldırı bıçakları, baltalar. her yattığın suyun kenarında teşekkür etmek, baltayı her vurduğun daldan özür dilemek ve minnettar olmak, her ateş başının ayrı hikayesi, her gittiğin toprağa kanını bırakmak; kimilerine sapıkça gelse bile, bana çok huzur verici geliyor. belki müziğimizi kafamızda götürdüğümüzden, belki üşenmeyip kafamızı da kırdığımızdan, belki rüzgarla, sisle yağmurla bütünleşmekten, belki bunların toplamından, belki de eksik olan parçamı orada bulduğumu düşünmekten, kimbilir.

artık o evin yolunu bilmiyorum. hiçbir şekilde eve yorgun gelecek, bari yemeği ben hazırlayayım diye düşünmüyorum. yatağın soğuk tarafı hep benim. hasta olmamdan korkan hiç kimse yok etrafımda. bunları kaybettiğimde sanırım hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşünmüştüm. düşündüğüm gibi de oldu, eskisi gibi olmadı, daha değişik oldu. değişiklik güzeldir martavalını da okumadım, ne kendime ne de başkasına. toplamda daha kaç adım atacağımı bilmediğim dünya üzerinde daha da değişik durumlar, duygular yaşamak üzere, o son adımı atana kadar yürüyorum işte. benim gibisinin elinden de daha fazla bir şey gelmezdi zaten.

düzenli olarak yazabilecek miyim bilmiyorum, ama en azından deneyeceğime söz verdim :) ve ben hiçbir şey bile olsam, sözlerimi tutmaya çalışan biriyim.

0 Sapan Eklenmiş Bu Saçmaya: