son günlerde dvd almaya adadım kendimi. bir hafta içinde aldığım dvd sayısı 16, izlediğim ise 5. sanki biraz dengesizlik var, ama en azından elimi attığım anda izleyebileceğim bir sürü filmim var artık. çizgi film alıyorum sürekli, bunun yanında vahşet temalı korku filmleri ve romantik komediler. satan kız hala çözemedi nasıl bir model olduğumu. ilginç bir korku filmini bulamayıp yerine aeonflux alan kaç kişi olabilir ki? insanlar her nanede bir tarz arıyorlar sanki. yok arkadaş benim tarzım. o anda hayata geldiği gibi karşılık vermeyi daha çok seviyorum ben. nasıl ki korku filmlerinde vücudumdaki tüm kaslar tel tel geriliyorsa, atıyorum eternal sunshine izlediğimde hala "joel'e o yapılır mıydı" hissiyatıyla elim şişe arıyorsa, 50 first kiss ile de arada ağlamak çok normal geliyor. sanki korku filminden hoşlanan insanlar başka hiçbir şey izleyemez gibi bir kanıları var insanların. arasıra olduğum, arasıra da olmak istediğim şeyleri izlemek keyif veriyor bana, başka bir şey değil. bunları yazarken de, mobil bir dvd cihazıyla moda kayalıklarında film izlemenin hayalini kurdum bir anda, esiyor sanırım ara ara. en güzeli bir düzyazı, yaşanan mı, yaşanması istenen mi, yoksa yaşanmış mı, bilemedim.
*
adam sıkkın bir şekilde evde oturuyordu. yapacak hiçbirşeyinin olmamasının yanında, hiçbirşey yapmak da istemiyordu zaten. hasta gibiydi, ama yatağa bile gitmeyecek kadar gönülsüz. hani hiçbir şey yapmak istemez ya canın, aynen öyle. o arada bir sesle irkildi, gece 23.08 ve gelen bir mesaj. "ne yapıyorsun bakayım, neredesin?" evde oturduğunu söyledi adam, içinde bulunduğu bokluktan hiç bahsetmedi. "kadıköydeyim ben" diyordu kadın "onca geçen senenin ardından, evet kadıköydeyim, buralardaysan görüşelim diye aramıştım". gülümsedi adam "kadıköy deplasman sayılmaz"dı ne de olsa. mesajlaşmalar, giyinme ve yol dahil saat 23.28de olması gereken yerdeydi, kadından bile önce. "çok mu belli ettim görmek için öldüğümü ne" diye düşündü. kadınla başbaşa bile kalmayacaktı oysaki, 2 arkadaşı daha gelecekti kadının, ama yıllar sonrası onu görmek bile çok değişik olacaktı adam için. holigan atkısını yukarı çekti. karla karışık yağmur yağıyordu ve adamı o saatte bu karanlık sokakta dikebilecek çok az güç vardı yeryüzünde. ve telefon çaldı, "tamam buraya kadarmış" diye düşündü o anda adam, "bir aksiliğin çıktığı ve gelemeyeceği haberinin gelmesinin bu kadar bile gecikmemesi lazımdı zaten". "ben geldim dediğim yere" diyordu telefondaki kuş cıvıltısı, "ama seni göremiyorum". "göstereyim o zaman kendimi" dedi adam, ve kadının yaklaşık 20 metre önünde belirdi, alışık olduğu gölgelerden dışarı çıkarak. "hiii canım" ve kapandı telefon. kadın kendinden beklenmeyen bir şekilde koşuyordu adama, yanındaki iki adamın garipseyen bakışlarının altında. "koştuğu adam da adama benzese" diye içinden geçirdi kısa boylu olan, çok belli ediyordu gözleriyle. diğeri nötr gibiydi, hoş bunların hiçbiri adam için hiçbir anlam teşkil etmiyordu. adam yıllardır beklediği bir anı yaşıyordu ve tüm dünya anlamsızdı o kısa an sinsilesinde. kadın adamın elini tuttu, "ee bizi nereye götürüyorsun?" normalde hiç adamı ntarzı değildi "hadi şurayagidiyoruz" demek, hep karşındakine sorardı ne yapmak istediğini, onun tercihlerini, ama şu anda sormaması içinde bulunduğu duruma daha uygundu. "şu bar idealdir" dedi, "servisi hızlı, müziği güzel, havası temiz". kadın sigara içmezdi, temiz hava solumalıydı, enazından adamın kirlettiği kadarı olsa yeterliydi, adam gün itibariyle sigarasından taviz verecek durumda değildi çünkü. senelerin girdiği ara hiçbirşey ifade etmiyordu sanki adam ve kadın için, sanki arada hiçbir şey yoktu. kısa boylu adamın, kadın ve uzun boylu adam arasında köprü olmaya çalışması bile fayda etmiyordu "ben cannes'a bakmıyorum ki, fotoğrafta merak ettiğim tek bir şey var" cümlesinin yanında, kısa boylu adamın çabaları nafileydi, en azından adam öyle olduğunu umuyordu. kadın erken kalkacaktı, o yüzden barı kapatmaya kadar kalmasa daha doğruydu. adam kendinde o arabaya binecek gücü bulamadığı için, tercihini barı kapatmaktan yana kullandı. sarılıp öptü kadın, adam da. adam kadının arkasından baktı, son bir geri dönüş yakalama umuduyla, hoş; yakaladı da. işte bütün geceler buna değer diye düşündü, aylardan beri ilk defa buradaydı, bir sebebi olmalıydı sanki. dudaktaki tebessümden, "ben bir bira daha alayım lütfen"e geçiş anlıktı, mutluluklar da anlıktı, ama öyle bir an, rutin geçen hayatta çok az şeye karşılık geliyordu. bar kapandı, bildik şarkılar tek tek sona erdi. adam her gittiğinde kavga çıktığı, bazen sıkı bir şekilde dayak yediği başka bir barın yolunu tuttu, holigan atkısı kulaklarına kadar çekilmiş, elinde oraya kadar idare edecek bir kutu bira, suratı asık ama içinde bir tebessümle. hava soğuktu ve karla karışık yağmur çiseliyordu. telefon çaldı, bir mesajdı gelen, sesten anladığı kadarıyla. ve tam o anda, dünyanın herhangi bir yerinde, baharla gelen bir çiçek açıyordu, kendi baharlarını kış olarak yaşamaya tutkun adam bundan her şeyiyle emindi. "to blossom blue, is to blossom without you"
*
şu anda canım şarkı dinlemek istedi, hangi şarkı olduğunu bilmeden. sigaramı yakıp balkona çıkmak, elimde bir mug kahveyle, fon müziği olarak almak şarkıyı ama, istanbula KARŞI, istanbul KARŞI, belki bir tebessüm, belki bir küfürle, ama özgürce, ama dimdik ufka bakarak, ama ayık, ama huzurla.
6 Sapan Eklenmiş Bu Saçmaya:
umarım yaşanmıştır diyorum ve ayrıntıya girmiyorum :PPpp
bilare dinlicem :)
İnsan hikayeleri, yaşamları hep benzer.
'mutluluklar da anlıktı, ama öyle bir an, rutin geçen hayatta çok az şeye karşılık geliyordu. bar kapandı, bildik şarkılar tek tek sona erdi.'
Burası çok güzel.
ayik olmamizin da, olmamamizin da temel amacinin daha huzurlu olabilmek oldugunu dusunuyorum ben.
@fi$h; dinlersin anacım, dün dişçime dediğim gibi, "15 gündür ayığım, herşeyi hatırlıyorum ve bu çok zor birşey". bugün 16 oldu, katlanamıyorum :)
@La Loba; aynı bokun içinde debelenirken ne kadar farklı şeyler yaşayabiliriz ki? :)
ben de yazarken o kısmı sevmiştim, zaten yazılar da günlere/hayatlara benziyor. güzel bir satırı yakalayabilmek için boktan bir yazıyı okumak ile güzel bir anı yakalamak için, boktan bir günü yaşamak çok benzeşiyor:)
@feykencil; aynen öyle, ben bu aralar alkolü yedekledim farklı huzurlarla, ama gel gör ki alkolün ardından haykırabilirim "yerin dolmuyor, sensiz olmuyor" diye :) biri bana huzurumu geri versin.
kimsenin eli senin gibi dokunmuyor,
karlara inat, yürürüm yollarına,
adını camlara,
yazdım okunmuyor...
"erkek adam içer, size ne oluyor"
-Yaşar, kendisine sen alkolik misin diye soran muhabire...
@abbio; şu cümlesini de okudum ya, gecelerden bir gece, balkona çıkıp, fona DEM'i yerleştirip, incee ince viski içmemi garantiledim.
Yorum Gönder