Before;
After;
Where The Wild Roses Grow
They call me The Wild rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
From the first day I saw her I knew she was the one
She stayed in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
That grew down the river, all bloody and wild
When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped at the tears that ran down my face
They call me The Wild rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman I'd seen
I said, "Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?
On the second day he came with a single red rose
He said: "Give me your loss and your sorrow?"
I nodded my head, as I lay on the bed
"If I show the roses, will you follow?"
They call me The Wild rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
On third day he took me to the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he not above me with a rock in his fist
On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
As I kissed her goodbye, I said, "All beauty must die"
And lent down and planted a rose between her teeth
They call me The Wild rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
My name was Elisa Day
For my name was Elisa Day...
Pagan Poetry
pedalling through the dark currents
i find an accurate copy
a blueprint
of the pleasure in me
swirling black lilies totally ripe
he offers a handshake
crooked five fingers
form a pattern
yet to be matched
swirling black lilies totally ripe
a secret code carved
in a palm of fingers
form a pattern
yet to be matched
swirling black lilies totally ripe
morsecoding signals
pulsate
wake me up
from hibernate
on the surface simplicity
but the darkest pit in me
is pagan poetry
pagan poetry
by Björk
i find an accurate copy
a blueprint
of the pleasure in me
swirling black lilies totally ripe
he offers a handshake
crooked five fingers
form a pattern
yet to be matched
swirling black lilies totally ripe
a secret code carved
in a palm of fingers
form a pattern
yet to be matched
swirling black lilies totally ripe
morsecoding signals
pulsate
wake me up
from hibernate
on the surface simplicity
but the darkest pit in me
is pagan poetry
pagan poetry
by Björk
Alınma Ağlıyorsam;
çok geç oldu dönüşün
baharda beklemiştim
olsun, olsun yine geldin ya
çok geç oldu dönüşün baharda beklemiştim
olsun olsun yine döndün ya
gülüşün, kaş çatışın, hiç hiç değişmemişsin.
oysa şimdi ben artık kış ortasında kararsız,
göçmek, göçmek yada kalmak mı?
yaşarken dinlediğim cıvıl cıvıl baharı
yeniden, baştan yakalamak mı?
sus konuşma, çıtırtılarını dinle eski yaprakların,
iyice bak gözlerime
bu son saat artık, üç eksik, bir fazla,
ölüme geldik dayandık.
gücenme gülmüyorsam, sevinmez miyim dönüşüne,
çatlak dudaklarım unutmuş da ondan,
alınma ağlıyorsam, sana asla kırgın değilim,
geç de olsa sonunda döndün ya...
baharda beklemiştim
olsun, olsun yine geldin ya
çok geç oldu dönüşün baharda beklemiştim
olsun olsun yine döndün ya
gülüşün, kaş çatışın, hiç hiç değişmemişsin.
oysa şimdi ben artık kış ortasında kararsız,
göçmek, göçmek yada kalmak mı?
yaşarken dinlediğim cıvıl cıvıl baharı
yeniden, baştan yakalamak mı?
sus konuşma, çıtırtılarını dinle eski yaprakların,
iyice bak gözlerime
bu son saat artık, üç eksik, bir fazla,
ölüme geldik dayandık.
gücenme gülmüyorsam, sevinmez miyim dönüşüne,
çatlak dudaklarım unutmuş da ondan,
alınma ağlıyorsam, sana asla kırgın değilim,
geç de olsa sonunda döndün ya...
Ali Sami Yen
"Sen" var mısın, kimsin var isen?
Sen benim hicbir seyimsin
Yazdiklarimdan cok daha az
Hic kimse misin bilmem ki nesin
Luzumundan fazla beyaz
Sen benim hicbir seyimsin
Varligin yoklugun anlasilmaz
Galiba eski liman uzerindesin
Nasil karanligima bir yildiz olmak
Dudaklarinla Cama cizdigin
En fazla sonbahar Otellerinde
Universiteli bir kiz uykusu bulmak
Yalnizligi olduresiye cirkin
Sabaha karsi olduresiye korkak
Kulagi cabucak Telefon zillerinde
Sen benim hicbir seyimsin
Hicbir sevismek yasamisligim
Henuz bos bir roman sahifesinde
Hic kimse misin bilmem ki nesin
Ne cok cigliklarin silemedigi
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hicbir seyimsin
Yabanci bir sarki gibi yarim
Yagmurlu bir agac gibi islak
Hic kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasinda cagirdigim
Cocukluk sesinle aglayarak
Sen benim hicbir seyimsin
Attila ILHAN
Black
Adam vs. Hayat
“Yine ofisteyim… Sinir bozacak kadar düzenli bir masa… Temmuz ayına yakışmayan gri bir gün, tam bana göre… Sıkılıyor, içim sıkılıyor..” diye düşündü adam ve etrafına bir göz attı. Etrafındaki insanların kendisi kadar azimli ve düzenli gözükmemeleri anlık bir tatmin duygusu yarattıysa da, bu hissiyat çok sürmedi. Allah’ın belası telefon yine çalıyordu. Gözlerini devirerek telefonu eline aldı ve “Lütfen ‘o’ olmasın..” dedi içinden, ama arayan ‘o’ydu. Arayan ‘kadın’dı. Cıvıl cıvıl, neşeli sesiyle selamlamıştı adamı.
- “Merhaba, nasılsın bakayım?”
- “İyi tatlım ne olsun, yine her zamanki gibi bir mesai günü işte.”
- “Somurtmak yok, sıkılmak yok. Bak ben yanındayım.”
- “Biliyorum” derken adam yüzünde buruk bir ifade oluştu. Yanımdasın, ama nasıl, ne sıfatla. “Zaten sen de yanımda olmasan ne yapardım ben”
- “Hafta sonu ne planların var bakayım, neler yapıyorsun?” dediğinde kadın, adamın boğazında bir şeyler düğümlenmişti bile. Cevabı çok basit, sıradan bir soruydu aslında. Ama planlarının tamamını ele geçirmiş ‘kadın’a, gözlerinde, sözlerinde kaybolduğu ‘kadın’a ne diyeceğini bilemedi o anda. Hızlıca olasılıkları gözden geçirdi, planım yok derse görüşmek isteyecekti ve ‘adam’ bunu kaldırabileceğinden emin değildi. Planım var dese, ya onu hayal kırıklığına uğratacaktı ya da daha sonra pişman olacaktı yalan söylediği için. Açık kapı mı bıraksaydı acaba.. Derken kendi sesi geldi kulağına.
“Kaska’ya sözüm var aslında, yani öyle konuşmuştuk, ama bilmiyorum tekrar sesi çıkmadı belki iptal olur.”
“Aaa ne güzel, ne yapacaksınız?” dedi melodik ses.
“Bilmem, biraz tekila içer sohbet ederiz diye düşünmüştük, uzun zamandır aklımızdaydı ama bir türlü gerçekleştiremiyorduk”
“Ne konuşacaksınız bakayım baş başa?”
“Senin dedikodunu yapacağız tatlım ne yapalım” dedi adam, gerçekleri şakacı bir ses tonunda dile getirdiğinde kimsenin inanmayacağını biliyordu çünkü.
“Şakacı seni, çok içmeyin bak her an bir sürpriz yapıp ben de gelebilirim” dedi kadın.
Adam derin bir nefes aldı. Şimdi ne denirdi ki? Adam boş elini alnına dayadı ve kapadı gözlerini, “olur gel tabi, sevgilini de getir tam olsun” diye geçirdi aklından. Nefret etti o an ‘kadın’dan, hayattan.
“Bakarız…” diyerek geçiştirdi.
“Kapatmam lazım şimdi, ofisten çağırıyorlar.” Ne kadar soğuk, ne kadar karanlık, ne kadar ruhsuz çıkmıştı bu kelimeler ağzından. Vedalaşıp kapadılar telefonu. Boşalan eli diğerinin yanında yer buldu kendine, ve başı ellerinin arasında düşündü. “Kızın günahı yok, suçu yok, kinimi neden ona kusuyorum?”
Genel olarak ruh hali böyleydi zaten bu sıralar, parlamaya müsait, hafif dengesiz. Ama dışarıdan bakanlar mutlu bir profil görüyorlardı, ki adamın da içini göstermeye niyeti olduğu söylenemezdi hani. Zevzek ve mutlu bir insan profili çok daha kolay kabulleniliyordu insanlar tarafından. Dışarı çıktı, denize karşı bir sigara yaktı. Seviyordu şu mereti, en az kadını sevdiği kadar hem de. İşyerinde karşısına çıkacak zorluklar korkutmuyordu da, hafta sonu olup da sürprizden kadın bir anda kapıyı çalarsa ne halt edecekti? Adam düşünme konusunda hindilerle yarışır hale gelmişti ve ağzından küfür eksik olmuyordu.
Derin bir nefes daha aldı sigarasından ve savurdu izmaritini. Tekrar aynı masanın başına dönmek için içeri girmişti ki, telefonunun çaldığını duydu yeniden. “Daha fazla ne olabilir ki?” dedi içinden ve, hızlı bir hareketle direkt kulağına götürdü telefonu, arayanın kim olduğuna bakmadan.
“Efendim.” Bıkkın bir sesle söylemişti bunu, ama duyduğu ses karşısında yaşadığı şaşkınlık kendine gelmesini sağladı.
“Selam!” Uzaklardan, geçmişten gelen bir ses, ve lanet olsun yine cıvıl cıvıl, yine melodik. “Tanıdın mı bakalım sesimi?”
Adam durduğu yerde döndü ve cebinden bir sigara daha çekti, kapıdan çıktığında ilk nefesini çekiyordu. Dumanı dışarı bırakırken, tıslayarak cevap verdi yine.
“Tanıdım, tanıdım tabii…”
Artık bunlar adam için standart şeylerdi aslında. Kamera nerede yahu diye düşündü, artık Truman Show’un baş karakteri olduğuna emindi. Yoksa bu kadar tesadüf üst üste gelsin, bunca kasti faule rağmen ayakta kalsın, kesinlikle bu büyük bir film seti olmalıydı.
“Hayrolsun, hangi piyangonun büyük ikramiyesisin sen günün bu saatinde?”
“Hihihi hiç değişmemişsin, hala iltifatkâr sözler, hala hazırcevap”
“Sen de değişmemişsin, cıvıltın, gülüşün.”
Yutkundu adam, nereden çıkmıştı ki bu kız şimdi?
Eski aşkı, ilk aşkıydı telefonun diğer ucundaki. Tabi ki kız bunu bilmiyordu, bilmesine gerek de yoktu aslında. Uzun uzun konuşup hasret giderdi kız eski dostuyla ve ‘adam’ın tüm çabalarına rağmen bir görüşme ayarladı. Vedalaşıp kapadılar telefonu, “bir sen eksiktin” diye düşündü kızın telefonunu kaydederken ‘adam’.
Tekrar masasının, işinin başına dönmüştü. Başka bir şok yaşamadan günü atlatmayı diliyordu ‘adam’. İçkiye ihtiyacı vardı.
Eli telefonda, gözü saatte boktan bir iş günü geçirdi. Sıradan bir gündü aslında, lakin zaman geçmiyor, kararsızlık üstüne kararsızlık ve kendi içinde yaşadığı çelişkiler işi olduğundan da boktan bir hale sokuyordu. Tanıdık birkaç yüze, uzaklardan bir yerlerden alakasız birkaç cümleye ihtiyacı vardı adamın. “Toplantı mı çıksa acaba?” diye düşündü. Bir son dakika telefonu, “Deli gibi istiyordum gelmeyi ama bak şu eşeklerin yaptığına” ana temalı birkaç cümle günü kurtarmaya yeter de artardı. Devamında ver elini Beyoğlu, sorgusuz sualsiz rakı düşüncelere dalmak için uzun saatler, yaz sıcağına inat gibi, isyan gibi buz gibi rakı. Evet evet, adam bunu seçmeliydi. Bu güçsüzlükle, bu bitmişlikle hiçbir şeyle yüzleşecek durumu yoktu. Hele de geçmişiyle, hiç.
vay be. temmuzda yazmışım. sonu gelmemiş ama, madem yazdım, gönder'e de basmam gerekiyormuş kaydet yerine. eşşek ben.
- “Merhaba, nasılsın bakayım?”
- “İyi tatlım ne olsun, yine her zamanki gibi bir mesai günü işte.”
- “Somurtmak yok, sıkılmak yok. Bak ben yanındayım.”
- “Biliyorum” derken adam yüzünde buruk bir ifade oluştu. Yanımdasın, ama nasıl, ne sıfatla. “Zaten sen de yanımda olmasan ne yapardım ben”
- “Hafta sonu ne planların var bakayım, neler yapıyorsun?” dediğinde kadın, adamın boğazında bir şeyler düğümlenmişti bile. Cevabı çok basit, sıradan bir soruydu aslında. Ama planlarının tamamını ele geçirmiş ‘kadın’a, gözlerinde, sözlerinde kaybolduğu ‘kadın’a ne diyeceğini bilemedi o anda. Hızlıca olasılıkları gözden geçirdi, planım yok derse görüşmek isteyecekti ve ‘adam’ bunu kaldırabileceğinden emin değildi. Planım var dese, ya onu hayal kırıklığına uğratacaktı ya da daha sonra pişman olacaktı yalan söylediği için. Açık kapı mı bıraksaydı acaba.. Derken kendi sesi geldi kulağına.
“Kaska’ya sözüm var aslında, yani öyle konuşmuştuk, ama bilmiyorum tekrar sesi çıkmadı belki iptal olur.”
“Aaa ne güzel, ne yapacaksınız?” dedi melodik ses.
“Bilmem, biraz tekila içer sohbet ederiz diye düşünmüştük, uzun zamandır aklımızdaydı ama bir türlü gerçekleştiremiyorduk”
“Ne konuşacaksınız bakayım baş başa?”
“Senin dedikodunu yapacağız tatlım ne yapalım” dedi adam, gerçekleri şakacı bir ses tonunda dile getirdiğinde kimsenin inanmayacağını biliyordu çünkü.
“Şakacı seni, çok içmeyin bak her an bir sürpriz yapıp ben de gelebilirim” dedi kadın.
Adam derin bir nefes aldı. Şimdi ne denirdi ki? Adam boş elini alnına dayadı ve kapadı gözlerini, “olur gel tabi, sevgilini de getir tam olsun” diye geçirdi aklından. Nefret etti o an ‘kadın’dan, hayattan.
“Bakarız…” diyerek geçiştirdi.
“Kapatmam lazım şimdi, ofisten çağırıyorlar.” Ne kadar soğuk, ne kadar karanlık, ne kadar ruhsuz çıkmıştı bu kelimeler ağzından. Vedalaşıp kapadılar telefonu. Boşalan eli diğerinin yanında yer buldu kendine, ve başı ellerinin arasında düşündü. “Kızın günahı yok, suçu yok, kinimi neden ona kusuyorum?”
Genel olarak ruh hali böyleydi zaten bu sıralar, parlamaya müsait, hafif dengesiz. Ama dışarıdan bakanlar mutlu bir profil görüyorlardı, ki adamın da içini göstermeye niyeti olduğu söylenemezdi hani. Zevzek ve mutlu bir insan profili çok daha kolay kabulleniliyordu insanlar tarafından. Dışarı çıktı, denize karşı bir sigara yaktı. Seviyordu şu mereti, en az kadını sevdiği kadar hem de. İşyerinde karşısına çıkacak zorluklar korkutmuyordu da, hafta sonu olup da sürprizden kadın bir anda kapıyı çalarsa ne halt edecekti? Adam düşünme konusunda hindilerle yarışır hale gelmişti ve ağzından küfür eksik olmuyordu.
Derin bir nefes daha aldı sigarasından ve savurdu izmaritini. Tekrar aynı masanın başına dönmek için içeri girmişti ki, telefonunun çaldığını duydu yeniden. “Daha fazla ne olabilir ki?” dedi içinden ve, hızlı bir hareketle direkt kulağına götürdü telefonu, arayanın kim olduğuna bakmadan.
“Efendim.” Bıkkın bir sesle söylemişti bunu, ama duyduğu ses karşısında yaşadığı şaşkınlık kendine gelmesini sağladı.
“Selam!” Uzaklardan, geçmişten gelen bir ses, ve lanet olsun yine cıvıl cıvıl, yine melodik. “Tanıdın mı bakalım sesimi?”
Adam durduğu yerde döndü ve cebinden bir sigara daha çekti, kapıdan çıktığında ilk nefesini çekiyordu. Dumanı dışarı bırakırken, tıslayarak cevap verdi yine.
“Tanıdım, tanıdım tabii…”
Artık bunlar adam için standart şeylerdi aslında. Kamera nerede yahu diye düşündü, artık Truman Show’un baş karakteri olduğuna emindi. Yoksa bu kadar tesadüf üst üste gelsin, bunca kasti faule rağmen ayakta kalsın, kesinlikle bu büyük bir film seti olmalıydı.
“Hayrolsun, hangi piyangonun büyük ikramiyesisin sen günün bu saatinde?”
“Hihihi hiç değişmemişsin, hala iltifatkâr sözler, hala hazırcevap”
“Sen de değişmemişsin, cıvıltın, gülüşün.”
Yutkundu adam, nereden çıkmıştı ki bu kız şimdi?
Eski aşkı, ilk aşkıydı telefonun diğer ucundaki. Tabi ki kız bunu bilmiyordu, bilmesine gerek de yoktu aslında. Uzun uzun konuşup hasret giderdi kız eski dostuyla ve ‘adam’ın tüm çabalarına rağmen bir görüşme ayarladı. Vedalaşıp kapadılar telefonu, “bir sen eksiktin” diye düşündü kızın telefonunu kaydederken ‘adam’.
Tekrar masasının, işinin başına dönmüştü. Başka bir şok yaşamadan günü atlatmayı diliyordu ‘adam’. İçkiye ihtiyacı vardı.
Eli telefonda, gözü saatte boktan bir iş günü geçirdi. Sıradan bir gündü aslında, lakin zaman geçmiyor, kararsızlık üstüne kararsızlık ve kendi içinde yaşadığı çelişkiler işi olduğundan da boktan bir hale sokuyordu. Tanıdık birkaç yüze, uzaklardan bir yerlerden alakasız birkaç cümleye ihtiyacı vardı adamın. “Toplantı mı çıksa acaba?” diye düşündü. Bir son dakika telefonu, “Deli gibi istiyordum gelmeyi ama bak şu eşeklerin yaptığına” ana temalı birkaç cümle günü kurtarmaya yeter de artardı. Devamında ver elini Beyoğlu, sorgusuz sualsiz rakı düşüncelere dalmak için uzun saatler, yaz sıcağına inat gibi, isyan gibi buz gibi rakı. Evet evet, adam bunu seçmeliydi. Bu güçsüzlükle, bu bitmişlikle hiçbir şeyle yüzleşecek durumu yoktu. Hele de geçmişiyle, hiç.
vay be. temmuzda yazmışım. sonu gelmemiş ama, madem yazdım, gönder'e de basmam gerekiyormuş kaydet yerine. eşşek ben.
Kalın kafalıyım, kırılmaz kolay kolay.
“Yine ofisteyim… Sinir bozacak kadar düzenli bir masa… Temmuz ayına yakışmayan gri bir gün, tam bana göre… Sıkılıyor, içim sıkılıyor..” diye düşündü adam ve etrafına bir göz attı. İnsanların durumu kendisinden iyi değildi aslında, en azından görünüş itibariyle. Herkes birşeylerle meşgul, yorgun yüzlere sahip. İzin telaşındakileri pis pis süzdü adam, oysa ki kendisi izne çıkma arefesindeyken gayet normal geliyordu bu hissiyat.
Saçma sapan bir şekilde bir şarkı geldi aklına, "giden mi sürgün yoksa kalan mı" konseptli. Gülümsedi, şu anda kulağındaki şarkının dikte ettiği şekilde, "gidenin de mna koyim, kalanın da". Sesli söylediğini etraftaki bakışlar kendisine odaklandığında farketti. İnsanların onun tepkilerine alışık olması artı bir değerdi hayatında, ama alıştırana kadar neler çekmemişti ki?
Yoğurtlu semizotu, zeytinyağlı taze fasulye, deniz börülcesi, ufak rakı, büyük huzur diye düşündü. Halbuki çok eskilerden bir yüze bira içmek için sözü vardı akşama. İki bira ama, fazla zaman yoktu. Hayatı koşarak yaşamaya bir türlü alışamamıştı adam, kendi dinginliğinde akmadığı sürece hayat, yaşanmış gelmemekteydi kenisine. Hoş bu etrafındaki kimsenin umrunda değildi, adam da bu konuyu umursamıyordu zaten.
Plan program hepsi boş geliyordu an itibariyle, hayat zor değil kolaydı, "insanların zorlaştırdıkları fazları çok umursamamak lazım" diye düşündü, zaten ideal olarak tasarladığı hayat onun bu gibi şeyleri umursamasını tasvip etmiyordu. Kısıtlı sayıda insan olmalıydı çevresinde, hayatı kolay olarak yaşamayı seçen, sadece hayatın kendisine dair sorunları yaşayan, en boktan zamanlarda bile gülümsemesini bilen kısıtlı sayıda insan. Bu kriterlere sahip olanları şöyle bir göz önüne getirdi, ve ağzından tek kelime çıkabildi.
"Hassiktir!"
Çünkü etrafında bu özelliklere haiz sadece bir kişi vardı, o da bu yazının ilk cümlesini veren adam. "Allah kolaylık versin" dedi içinden bir ses, "Hadi lan Allahsız! :)" demesi an meselesiydi diğer tarafın. Kişilik çatışması galiba dedi, beyninin içine baktı bir çırpıda, yoo, Serhat da yoktu ortalıkta. Kimdi ki bu çatışan, çarpışan gizemli kişilik. Düşündü fakat bulamadı. Sağlık olsundu, illaki bulmak için daha detaylı düşünecek enerjiyi bulacaktı içinde. Oysaki şu an çok yorgundu.
"Bir defa da iyi de lan" dedi kulağında kalan sesin yankısı, özlemişti hakikaten. Ama iyi derkenki yüz ifadesi bile hassiktir diyorken, nasıl bariz bir şekilde yalan atsındı ki? "Sanki hayatında hiç yalan atmadın" kontrasına verecek cevabı ise yoktu.
Merak etme beni, iyiyim ben. Sadece arkamdan iyi sözcükler sarfetme, yeter. ben olduğum gibi daha iyiyim.
"Oyunun en güzel yerinde zil çalınca üzülürdük ya, öyleyim."
Yalanlarımı sikeyim.
Saçma sapan bir şekilde bir şarkı geldi aklına, "giden mi sürgün yoksa kalan mı" konseptli. Gülümsedi, şu anda kulağındaki şarkının dikte ettiği şekilde, "gidenin de mna koyim, kalanın da". Sesli söylediğini etraftaki bakışlar kendisine odaklandığında farketti. İnsanların onun tepkilerine alışık olması artı bir değerdi hayatında, ama alıştırana kadar neler çekmemişti ki?
Yoğurtlu semizotu, zeytinyağlı taze fasulye, deniz börülcesi, ufak rakı, büyük huzur diye düşündü. Halbuki çok eskilerden bir yüze bira içmek için sözü vardı akşama. İki bira ama, fazla zaman yoktu. Hayatı koşarak yaşamaya bir türlü alışamamıştı adam, kendi dinginliğinde akmadığı sürece hayat, yaşanmış gelmemekteydi kenisine. Hoş bu etrafındaki kimsenin umrunda değildi, adam da bu konuyu umursamıyordu zaten.
Plan program hepsi boş geliyordu an itibariyle, hayat zor değil kolaydı, "insanların zorlaştırdıkları fazları çok umursamamak lazım" diye düşündü, zaten ideal olarak tasarladığı hayat onun bu gibi şeyleri umursamasını tasvip etmiyordu. Kısıtlı sayıda insan olmalıydı çevresinde, hayatı kolay olarak yaşamayı seçen, sadece hayatın kendisine dair sorunları yaşayan, en boktan zamanlarda bile gülümsemesini bilen kısıtlı sayıda insan. Bu kriterlere sahip olanları şöyle bir göz önüne getirdi, ve ağzından tek kelime çıkabildi.
"Hassiktir!"
Çünkü etrafında bu özelliklere haiz sadece bir kişi vardı, o da bu yazının ilk cümlesini veren adam. "Allah kolaylık versin" dedi içinden bir ses, "Hadi lan Allahsız! :)" demesi an meselesiydi diğer tarafın. Kişilik çatışması galiba dedi, beyninin içine baktı bir çırpıda, yoo, Serhat da yoktu ortalıkta. Kimdi ki bu çatışan, çarpışan gizemli kişilik. Düşündü fakat bulamadı. Sağlık olsundu, illaki bulmak için daha detaylı düşünecek enerjiyi bulacaktı içinde. Oysaki şu an çok yorgundu.
"Bir defa da iyi de lan" dedi kulağında kalan sesin yankısı, özlemişti hakikaten. Ama iyi derkenki yüz ifadesi bile hassiktir diyorken, nasıl bariz bir şekilde yalan atsındı ki? "Sanki hayatında hiç yalan atmadın" kontrasına verecek cevabı ise yoktu.
Merak etme beni, iyiyim ben. Sadece arkamdan iyi sözcükler sarfetme, yeter. ben olduğum gibi daha iyiyim.
"Oyunun en güzel yerinde zil çalınca üzülürdük ya, öyleyim."
Yalanlarımı sikeyim.
Çekilmez Bir Adam
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra birde bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum
Beni affet.
Nazım Hikmet Ran
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra birde bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum
Beni affet.
Nazım Hikmet Ran
Herkes Gibisin
gönlümle baş başa düşündüm demin
artık bir sihirsiz nefes gibisin
şimdi ta içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin
maziye karışıp sevda yeminim
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin
demiş usta uzun yıllar evvel.
sonra bir erkek, bir kadına ithaf etti şiiri.
daha yakın geçmişte, o kadın bana okudu.
sanırım bu da bir saltanat gibi.
sadece babadan oğula geçmiyor.
bir hayalkırıklığından diğerine yürümek en özel işi.
ve korkarak diyorum ki, sıra sana gelmiş.
ben de sana söylüyorum, üzülesin diye değil.
sadece bilesin diye, sürpriz olmasın diye.
bilirsin severim sürprizleri ama;
bence artık sen de, herkes gibisin.
**dipnot: şiirin orjinal hali bu değildir, sadece hem ustaya, hem ozana saygıyı tek potada eritmek amaçlı, şarkı esas alınmıştır.
artık bir sihirsiz nefes gibisin
şimdi ta içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin
maziye karışıp sevda yeminim
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin
demiş usta uzun yıllar evvel.
sonra bir erkek, bir kadına ithaf etti şiiri.
daha yakın geçmişte, o kadın bana okudu.
sanırım bu da bir saltanat gibi.
sadece babadan oğula geçmiyor.
bir hayalkırıklığından diğerine yürümek en özel işi.
ve korkarak diyorum ki, sıra sana gelmiş.
ben de sana söylüyorum, üzülesin diye değil.
sadece bilesin diye, sürpriz olmasın diye.
bilirsin severim sürprizleri ama;
bence artık sen de, herkes gibisin.
**dipnot: şiirin orjinal hali bu değildir, sadece hem ustaya, hem ozana saygıyı tek potada eritmek amaçlı, şarkı esas alınmıştır.
copycat
neden insanlar unutulanlar arasında yer almak için bunca çaba sarfediyorlar anlamış değilim.
kişi kurallardan uzak durup özgür olmak yerine hep işi kitabına, kuralına göre oynamayı seçer ise, özgür olmanın güzelliğinden vurduğu dem ne kadar kaale alınası birşey olabilir ki?
yoksa bu bile bile teslim olmak mı? ihtiyaçlar için ruhunu satmak? prangalar vuruldukça özgürleştiğini sanmak?
halbuki, kimsenin birbiri için muhteşem şeyler dilemediği şu ortamda, kişinin yaptığı yahut yapmak istediği şey; o prangaları kendi eliyle takmak karşısındakine, kendi kurallarına göre oynatmak oyunu, kendisi için vazgeçilmesi özgürlüklerden..
bencillik paçalardan akacak yakında, kendi kümesine dahil olmayanları kötüleyerek geçmeye başlayacak kişilerin zamanı.
ve bir gün, ardına değil, yanına baktığında kişi, görecek aslında muhtaç olduğu kişileri. kısıtlamadan, kısmadan, fütursuzca susacak devamında.
ve o gün, son başlayacak...
kişi kurallardan uzak durup özgür olmak yerine hep işi kitabına, kuralına göre oynamayı seçer ise, özgür olmanın güzelliğinden vurduğu dem ne kadar kaale alınası birşey olabilir ki?
yoksa bu bile bile teslim olmak mı? ihtiyaçlar için ruhunu satmak? prangalar vuruldukça özgürleştiğini sanmak?
halbuki, kimsenin birbiri için muhteşem şeyler dilemediği şu ortamda, kişinin yaptığı yahut yapmak istediği şey; o prangaları kendi eliyle takmak karşısındakine, kendi kurallarına göre oynatmak oyunu, kendisi için vazgeçilmesi özgürlüklerden..
bencillik paçalardan akacak yakında, kendi kümesine dahil olmayanları kötüleyerek geçmeye başlayacak kişilerin zamanı.
ve bir gün, ardına değil, yanına baktığında kişi, görecek aslında muhtaç olduğu kişileri. kısıtlamadan, kısmadan, fütursuzca susacak devamında.
ve o gün, son başlayacak...
Değirmenler - Bülent Ortaçgil
Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahtaboşa
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya
Resimler sarı güneşsizlikten
Duygular değişir
Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
Ve sen, ben; değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi denizlere
Belki de en güzeli böyle
Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuş
Yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş
Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahtaboşa
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya
Ve sen, ben; değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi denizlere
Belki de en güzeli böyle
çok şanslı hissettim bir an, ve bu güzel bir tesadüf.
Oradan tahtaboşa
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya
Resimler sarı güneşsizlikten
Duygular değişir
Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
Ve sen, ben; değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi denizlere
Belki de en güzeli böyle
Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuş
Yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş
Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahtaboşa
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya
Ve sen, ben; değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi denizlere
Belki de en güzeli böyle
çok şanslı hissettim bir an, ve bu güzel bir tesadüf.