yazacağımı düşündüğüm şeylerle çok alakasız olacak ama, bunu yazmazsam çatlarım.
Supernatural, izlensin. ev ödevi gibi. ben yeni tanıştım kendisiyle diye siz de duymamışsınız gibi davranıp belki terbiyesizlik ediyorum ama kusuruma bakmayın. ben aşık oldum diziye resmen. Dean Winchester karakteri kadar kendimi özdeşleştirebileceğim bir karakter Moonlighting'deki Bruce Willis'in oynadığı karakter olabilir herhalde. tabi ikisi kadar yakışıklı, karizmatik ve başarılı bi insan değiliz, hele ki DW'ın dizide konuştuğu ablaların yanında dilim tutulur muhtemelen, lakin piçlikte tek rakibim THY olaraktan, aynı kulvara koyarım. delice güzel bir dizi, izleyenler izlemeyenlere anlatmasın, direk haras suretiyle izletsin. allahtan hatun değilim anları vol. bilmemkaç bu, yani "kız olsaydım verirdim" klişesi değil asla ama, DW karakterinin artık ben diyeyim volpeypır, sen de poster, bir New Kids On The Block fenomenicesine boydan boya döşerdim evi, annem de terlik (throwing weapon), merdane (one handed weapon) maşa (great weapon) kombosuyla beni yerden yere vurmaktan çekinmezdi korkarım. bu halimle ne kadar fırlama yetişmişsem yetişeyim, korkarım ki kız olarak dünyaya gelsem, bu kadar serbest yetiştirilmezdim. o zaman da biraz boktan olurdu benim hayatım. yani gereğinden fazla özgür bir ruhum var korkarım, isyana meyilli. bu topraklarda, benim ailemle bile zor olurdu kız olmak. zor abi işiniz, beni aşar der, nerden nereye giriyorum şaşırırım. denyoluğuma ver günlük, ayılamadım hala.
*
akşam Siminya'nın yazısını okudum onun etkisi herhalde. çok da içtim ki normalde ruhsuz bir insanımdır. bu aralar hassaslaştım sanırım. toplum toplum diye oluşturulmuş olan bu ortak yaşam formundan çok tiksindim hayatımın her evresinde. üniversitede boxer ile okula gittiğimde potansiyel teşhirci olarak mimlendik, halbuki tek sebebi unutkanlıktı. ayrıca boxer lan bu, ne teşhirine yarar hayvanlar, o derece göze batmanın sebebi kedili boxer değil, saçlarımı kırmızıya boyamamdı. sanırım bi erkek için ekstrem durum sayılıyor. yesinler ekstremi, ondan bir önceki rengim de fosforlu yeşildi. çıkıntı olmak bir tarafımda vardı sürekli. kimse saç uzatmazken, gittim saç uzattım, herkes uzatırken hep üç numaraydı saçlarım. sol kulağa küpe takanlar asi, sağ kulağa küpe takanlar ibne iken, ben her iki kulağımda da küpeyle gezdim. herkes takmaya başlayınca çok uzak geldi bu işler, zorlamadım. bu aralar tekrar takmaya başladım nedense, kâh sağda, kâh solda. ne alaka bu Siminya'nın yazısıyle diyecekseniz, şöyle ki efenim, bu toplumda sürüden ayrı olanlar hep tehlikeye maruz bir hayat sürmeye mecbur. sözkonusu olan işin kas gücünden erkek kısmı kadar nasibini almamış bayanlar olduğu vakit daha da iç burkucu oluyor. ortaokul zamanlarımdan beri, bu çıkıntılıkla sürekli bir itiş kakışın içinde buldum kendimi, kah küpem yüzünden ibne dendi, kah saçlarımı kırmızıya boyadım diye tekerlek oldum, yolumu kesmeye çalışan oldu, gaspetmeye çalışan oldu, işin komik tarafı bunları yapabileceğini sanan insancıklar onda birim kadar cesur değildi hayata karşı. dövdüklerim bıçak çekmeyi tercih ettiler, bıçak çekenlere odunla vurdum manyak dediler, her küpe takan üniversite öğrencisi ibiş değildir arkadaş, ben senin korkarak dolaştığın sokaklarda gönül rahatlığıyla dolaşıyorum dediklerim de deli gözüyle baktılar. varsın olsun.
*
ama gün be gün bu toplumdan uzaklaşıyorum. buralarda yaşama isteğim sıfırlanıyor resmen. ben 6-7 yaşlarındayken, acıbadem'de oturuyorduk, şimdiki carrefour'un bir üst sokağında. sene 84-85e tekabül eder. beni ailem gönül rahatlığıyla altıyola oyuncak almaya, ne bileyim oraya buraya şuraya yollarlardı. onların yerine kendimi koyuyorum şimdi, kendi çocuğum olsa, tuvalete yollamam lan kendi başına. değil acıbademden altıyola göndermek. bu koşullar gün geçtikçe daha da boka saracak çok belli. ki ne alaka denecektir, ben diyorum en azından, yıllar evvel modada o şirini gördüğümden beri, hep ileride bir gün kızım olsun istemiştim. olmayacak ya, öylesine hayal işte benimkisi, arada gelir gider; ya olursa diye düşündüğünde, sıkıntı basıyor, ter basıyor arkadaş. bu denyoların arasına sokağa nasıl salınır, paranoyak olmadan nasıl yaşanır. sorular sorular. seneler önce yazmıştım "gidilmez bu şehirden" diye ama, her şekilde teşekkürü borç bildiğim orospu çocukları, soğuttunuz buralardan da, sağ olun, var olun. hayatımda kendimi bu kadar ait hissedebileceğim hiçbir şehir olmayacak, biliyorum ama, gel gör ki, burada olmayacağını artık "hopeless romantic" hissiyatlarımda bile biliyorum. o yüzden, eğer bir gün bir ailem olmasına karar verirsem, ki eser aklıma, verebilirim, bu topraklarda o işin ne kadar zor olduğu sürekli benim saunavari bir şekilde ter atıp, beynimin koridorlarını sardalya konservesine benzetmeye yeter de artar bile.
*
hep kalıp savaşmayı düşünürdüm, ki tek başıma olduğum sürece daima barikatın arkasında kalıp savaşacağımdan şüphesi olan saçmalıyor demektir. kendimi onların yapacağı her şeyden koruyabilirim, hiç dert değil. koruyamasam da bok yoluna gitti kontenjanından gitmek biraz buruk götürür, onu da oof of der geçeriz, ne yapalım. ama sevdiğim kişilerin her saniye yanında olamam, bu da beni öldürmekten beter eder, yanında olmadığım bir anda bir şey olacak düşüncesi bile karın ağrısının tavana vurması için yeterli sebep. nedense bu aralar anlamsız derecede samimi olma isteğim var bir ablaya karşı, senelerdir istiklal caddesi ve uydusu sokakların müdavimidir kendisi, o bile takılıyor aklıma, acaba nasıl olacak, ben taksim yorgunu diye. bırak aileyi bilmemneyi, kızarkadaş statüsü bile o denyolardan 7/24 korumayı gerektirirken, bu topraklarda ben gözüm arkada kalmadan bu tip şeyleri düşüneceğim. haha, 30undan sonra ne şizofren ne paranoyak olursun, ne de delirirsin dedi iki gün önce çok sevdiğim bir insan bana. tek bilmediği, benim 30uma gelmeden onların hepsini olduğumdu zaten :)
*
içimde kalmış sanki, kusmuş gibi oldum. bireysel mücadelem en azındandan sürecek, ama bir boka yaramayacağı da çok belliyken, her geçen gün azalan umutlardan başka bir şey kalmayacak. çok sıkıldım günlük. geçen hafta eve kendimi kapatmış, acaba intihar mı etsem diye düşünürken bile bu kadar değildi.