Noktürn

sağlık durumu nanay günlük. dün bi arkadaşta teatisini yaptık, sanırım mikrobik enfeksiyon var bünyede. zorlanmış gariban. yorgunluk ve vitaminsizlik de tetiklemiş olabilir ama, bi ipne mikrop kaçmış bedenime. hatta naçiz bedenime. o ne lan. o yüzden perşembe sabah 0630dan beri bitkisel hayattayım. saniye aksatmadım ama işimi, perşembe ve cuma git demelerine rağmen. hoş onun da makarası döndü bu akşamüstü şirkette, "alkollü olsa gelmez salak, hastayım der, ama hasta şimdi de gitmiyor" diye :) bayan şahsiyetler alınmasın, feministe bağlamasın der ve eklerim, olamadım bi kızçocuu. ay bileğim burkuldu gelemedim, oy ateşim 38 cücük, kapris naz niyaz sıfır ayıda ya. olamadık arkadaş. ızdırabını düttüriim.


*

yazmadığımdan beri ne oldu. doğumgümümde bi sürü kişi aradı beni. öperim tek tek. gece 00.30dan ertesi gece 23.50ye kadar telefon mesai yaptı, herhalde doğumgünlerim arasında en çok arandığım buydu. kendimi acındırıp da arattıysam yuh olsun bana. ama tek tek her arayan çok sevdiğim insanlardı, 5 saniye sesini duyduğumdan 10 dakika konuşanına. kişi ayırırım genelde ama bu sefer ayırmıyorum, çok özel olanlar zaten biliyorlar kendilerini. diğerleri de çok özel oldular o gün. çok sevdiklerimi zaten çok seviyordum, diğerlerini de çok sevdim. yaşadım sadece geldiğince.

*

işyerinde sürpriz doğumgünü partisine kurban gittim, açıkçası hiç sevmem böyle şeyleri ama, geldiği, gerektirdiği, yaşanması gereken şekilde yaşadım onu da :) hediye bile almışlar lan bana :D oysaki ben hep hediyelerden nefret ederim demiştim, inat etmişler. bilakis ben hediyeleri çok severim, ama özel günlerde olmamalı hediye, birşey görüp "aha bu onun için" diye alınmalı, özel günlerde ben beğenemem çünkü :) bu yüzden de böyle bir yalana dahilimdir senelerdir. zorunluluktan değil hatırlandığı için hediye alınmalı insanalara diye düşünmüşümdür. bilmem ne kadar doğru. umrumda da değil, benim doğrum bu, bu hayatı da ben yaşıyorum.

*

akşam evdeydim, tek başıma, Dénisimin "yalnız başına kalmayacaksın, kutlayacaksın" demesine rağmen. Abbio yetişti imdada, ilahi bir şekilde, onunla içtik sağolsun. özlemişim adamı ya. çok konuştuk yine, çok. çok da içtim. alkole kötü diyenler varsa, yan gelsin. yok öyle bir şey. günlerdir barışamadığımız, aynı paraleli bulamadığımız insanla toparlamışız durumumuzu. düz konuşup düz cevaplar almışım, ikimiz de sarhoşmuşuz, ikimizin de sarhoş olma sebebi doğumgünüymüş. aman ne hoş. okusa da anlamaz, anlasa da bilmez kontenjanından onu da öperim :)

*

çarşamba gündüz. alkollü işyeri sabahları. her şey standart. acıdı canımız bitene kadar. bitti, eve geldik, üç cümleyle bulutlara çıktık, kendimizi kestik, orası ayrı bir dünya, iki bira içimi bir süre bu. evden nautilusa uçtum, aldım ManU formamı, maça gittim orada kaska, mert ve pirizle buluşup. bu arada yaran girişlerde kullanmak isteyene pirizden alıntı yapabilirim, adı ile bunu yapan ilk hatun onu gördüm. "fil miyiz? filiiiiiiz" diye. yenildik ulan CL finalini verdik, bir önceki finali çatır çatır aldığımız mekanda. canlar sağolsun. ayrı mevzu. agresif geldim olaya ki, pek sevinen olmadı. üstümüzde bi forma var nihayetinde. mekan sahibinin de maçtan evvel "mençıstırlıyız yani bu akşam" deyip sarılmasının bir etkisi vardır tabikide :) sevilmekten öte ne etkim var ki kainata? :)

*

devamında perşembe cuma hasta geçti belirttiğim üzere günlük. perşembe akşamı kabus görmemi sağlayan haplar ve çizgi film sayesinde cuma sabahı zor oldu :D ama ne çizgi filmmiş be, hakkaten ter attım bitene kadar uyumama rağmen, kabuslarımın temeli.

*

cuma standart geçti, ekstrem gıcıklıklar yoktu. akşamüstü geyikleri bu garibi içmeye ve dolayısıyla yazmaya garketti :) bu çocuk işten çıktı, karaköyden geçti kadıköye. tamamen kendi gazıyla, bu akşamı kendine cennete çevirmek üzere. yürü utku karfura yürü dedi, utku karfura yürüdü, karfurda güvenliğin üstüne yürüdüğünde kimse dur demedi ama. gerizekalılar. xray çalışmayıp da bana dedktörle kıçına kadar girdik ter kokuyosun emaresi yaparsan kavga çıkar pardon, evden çıkış saatim 0734 duştan çıkış saatim 0655, daha iyisini yapan varsa onu kokla, kaltak. aslan marka kısa metrajlı rakımızı ve küsüratını aldım, ama nasıl bir keyifle, tarif edemiyorum ki. hayvancasına. çıkana kadar tek garip enstantane oldu. devasa güzel bir kadın vardı arkamda. max170 cm, mathilda saçlı, düzgün bacaklı, dik göğüslü. oo rontgeni almış diyenler varsa açık ediym, hepsi açıktaydı :D hatun benim alışverişi görünce erkek arkadaşına döndü "rakııııı :(" dedi (rus aksanıyla değil valla bariz türk ve ultraprima şımarıktı) adamdan utanmasam "al ablacım sen iç" diyecektim, ama adam çok rahat perte çıkacak bir adamdı, "benim kadınıma mı asılıyosun lavuk" dese (ki valla asılmıyordum/asılmazdım) 30 saniye sürmezdi çürüğe ayrılması. o yüzden susup bilmeze vurdum işi. içki içmek isteyen kadının engellenmemesi taraftarıyım. onlar içtiklerinde daha güzel oluyor bence. içinden geldiyse engelleme gitsin abi, durum budur. bunun yanında alışverişinin sepetinde ayakkabı bile vardı lan, karfurdan ayakkabı alıyorsun ama rakı almıyorsun? sıfatını sikim. genelde benim yanımdaki bayanlara da "ne işi var lan bu güzel kızın şu ayının yanında" dendiği için, o paralele girmiyorum, oradan yazarsam 3 sayfa yazarım çünkü. ama hafif uyuz olmuşum, belli :)

eller titremiş çekerken, heyecandandır dedim ama kodum buraya işte. hala içiliyor nihayetinde, olur o kadar anlayış gösterebilirim :) istanbulakarşı oturdum bir başıma, paşalar gibi içtim, sessiz sedasız. biraz yüksek sesli ama :) noktürn güzelbir şarkı, ruh hali de müsaitti duruma. sonra kıçıma soğuk kaçtı. üşüdüm işte bir şekilde, ben de kendimi içeri attım.
diye yazmışım, zamanında. ama ayılıp yayınla'ya basmak pazartesiye kısmetmiş. ne hafta sonuydu be. abbio reis, kendimizi keseriz.

ne mutlu kafam güzel diyene

yine geldi o lanet gün. insanlar yine başlayacak zırvalamaya. ne mutlu ne mutlu.
ben hayatımın en güzel anlarını sarhoşken yaşadım.
doğumgünlerimde hep bir buruktu.
her gün doğumgünüm olacağına, her gün sarhoş gezmeyi yeğ tutmam bundandır zaten.


hiç unutmam geçen doğum günümü. böyle aşık değilim olabilirim havalarındayım, olmak istiyorum ama engellerim var, aşık olma yetimi kaybetmişim, yahut öyle olduğuma inanıyorum. herkesin yaptığı gibi o da unutmuştu doğumgünümü. ha bu ne kadar umrunda dersen hiç umrumda değildi. sadece "ii ciciiim" falan dese sevinirdim herhalde. o zamanlar bunca yazmıyorum bloga, nörotoksik yazılardayım, az yazıyor, daha çok okuyorum ekibi. sağolsun arayan kutlayan 3-5 kişi var, ikisi yarın öğlene doğru arayacak mesela, karambole unutmazsa arayacak olan birkaç kişi daha var, bir de sabah düdük saatte aile arar, eksik olmasınlar. onlar aramıştı yine, baktım gördüm dünyanın geri kalanının hiç umrunda değiliz, işten çıkınca kapattım telefonu, gittim karfura, doğum günün ulan allahsız dedim kendi kendime, ekonomiyi mi düşüneceksin. kaptım bir şişe beefeaters bir şişe de gordon's, adı konmamış intihar denemelerinden birini daha yaptım evde. ama mutluydum içerken ve içtikten sonra. sabah kalktığımda her şey aynıydı, kaldığımız yerden devamdı. telefonu açtığımdaysa kimsenin aramamış olduğunu gördüm. hoş, şaşırmadım :) bu arada bunu okuyup "kendini acındırıyo pezevenk" diyeniniz varsa, kafam girsin efem, hiç işim olmaz o kanalda. sadece unutmayıp arayan olursa, şaşırmama şaşırmasın diye uyarı mahiyetindeydi bunca satır. ha bomboş tabi, içi dışı. ne gereği varsa, aklıma geldi işte bir anda.

0

hep merak eder dururum böyle günlerde, acaba bu sonuncusu mu diye. acaba? kimbilir.
39 dakika erken attım ama, kusura bakmaz umarım yukarıdakiler ve aşağıdakiler.

Nescafe


elimde nescafe, fonda fotoğraf, kalpte hüzün.
senin gibi cumartesinin ecdadını skiim ben.

photo by smyrna_1903 @ TD

sinüs eğrisi

hayatım orjin noktasında başlayıp artı sonsuza yahut eksi sonsuza giden bir sinüs eğrisine benziyor lan. bugün bunu farkettim ben. tabi kontağı nerede kapatacağımızı bilmediğimizden, x ekseni üstünde biteceğini savunamayız ama, x eksenini kestiği noktada; artık 1. yahut 4. kısmından gelmesini çok da önemli görmeyerek, "tamam abi buraya kadarmış, kees" diye bir yönetmen edasıyla noktalamak çok şık olur diye düşünmekteyim. vallahi yapıyorum bunu. 1'den geliyorsa eğri, beterin beteri var denmesi, 4'ten geliyorsa oh bin tane musibeti atlattık, tekrarı olmasın denmesi ideal olabilir. çıta ne kadar yukarı konursa, üstünden atlaması o kadar zor olacaktır. sergei bubka değilseniz tabi, ki korkarım değilsiniz. bunu benden duymanızı istemezdim ama, gerçekler işte. kaçışı yok.bu ulu tespitime, kendi âli hayatımdan kesitlere bakarak ve bunları bir zaman skalasında değerlendirerek vardım. yahu bir süre iyi gitse her şey, azalan yahut artan ivmeyle, hemen akabinde biri yahut birşey çıkıp "hassittir"i basıyor, allah razı olsun. ondan sonra yaklaşık olarak aynı periyotta bir bokluk, bir buhran, bir saçmalık dönemi çıkıyor. sonra yine o birileri yahut birşeyler, yırtık dondan çıkarmış gibi çıkıp "ah canııım, pışpışpış" yaparak ivmeyi tekrar yukarı çeviriyor. sonra tekrar kötüye, sonra tekrar iyiye derken bir bakmışsınız ölüyorsunuz. kendi kuyruğunun peşinde koşturan köpekler gibi, yapılan her şeyin neticesi orjinden ne kadar uzaklaştığınızla ve nerede bittiğiyle ölçülüyor. burada x ekseni zamanı temsil ederken, y ekseni de göreceli mutluluğu temsil ediyor.
0
göreceli derken, hayatımın en mutlu anlarını ele alayım mesela, kare kare gidelim. misal geçen sene haziran, elimde biram, didimde medusanın iskelesinde oturuyorum. bu bir. biriktirdiğim paralarla aldığım bilgisayarımı eve kurduğum an. bu iki. çook şeker bir hanım kızla tanışıp, beraber geçirilen bir süre. bu üç. dördü kastım bulamadım. hemen bunu alıp, atıyorum benden üç kat daha düzgün, yakışıklı, zeki, zengin, kıvır, zıvır bir adamın skalasına yerleştiriyoruz. bizim canavar tatil herif için çok sıradan olacaktır, çünkü arkadaş yaz tatilini muhtemelen ibizada, karayiplerde yapmıştır. bilgisayarı saymıyorum bile, benim 1300 dolara aldığım makina, muhtemelen onun 4000euroluk vaio'sunun yanında (bak desktop makina yazmadım özellikle laptop yazdım, desktopa girersek daha çok ezilirim korkusundan) ossuruk gibi kalacaktır. hanım kızımız kısmında sçabilir, çünkü onun etrafında benim tanıştığım hanım kızdan yüzlerce olabilir, ama benim tanıştığım gibi olamaz. baktığınız vakit göreceli olarak o kulvarda da bana çocuğu koymuştur. yani benim hayatımın son döneminin en mutlu anları, herif için vız gelip tırıs gidecek anlardandır. aynısın geçen gün tanıştığım şarapçı hamit abinin hayatına koyarsan eğer, hamit abi hayatında öyle bir tatil yapmış mıdır mualllakta, yapma ihtimali var mıdır derseniz en fazla üsküdar sahilinden denize düşmek suretiyle deniz yüzü görür. bilgisayar deseniz, benim bilgisayara verdiğim meblağ onun hayat boyu içeceği şarapların toplamı edebilir, hoş zaten hamit abi bilgisayar kullanmayı da bilmez muhtemelen, bilgisayar onun için bir şey ifade etmez. hanım kız mevzuunda ise, o hanım kızımız hamit abinin yanından geçerken hamit abiye boka bakar gibi bakmaz, insandır, ama hamit abi muhtemelen onun yanına gidip "merhaba" dese, hatun kişi kaçarcasına uzaklaşır olay mahallinden. hamit abinin o hanım kızımızla bir kahve içebilmesi imkansıza yakındır, hatta imkansızın kendisidir.
0
yani sözün özü şudur ki, hayat dahilinde, maddiyatı ortadan kaldırsak bile, yaşadığımız ve bizim için çok değerli, çok anlamlı olan şeyler, başkaları için vız gelip tırıs gidebilir. bu noktada ise, e arkadaş, madem biz bu göreceli şeyler için neden kıçımızı yırtıyoruz, yahut neden etrafımızdakileri kırabiliyoruz ki zaman zaman? bazen oturup düşünmek, iki soluk almak, topa basmak, işte adı neyse onu yapmak lazım. baktın gördün yok bir sorun sıkıntı, koy kafayı karşındakinin burnuna, oooh mis.
0
hayatımdaki insanları sınıflandırırdım genelde. "bunu çok seviyorum", "buna uyuzum", "bunna ne rakı içilir be", "bu var ya çok kafa bi insan" gibi yüzbin tane gereksiz klasör vardı beynimde. bugün süper attı kafamın tası. topunu sildim. sevdiğim ve sevmediğim insanlar olarak ikiye bile ayırmıyorum artık. 2 klasör yetermiş ve ben bunu, neredeyse 31 yaşıma girerken anladım. iki basit klasör efenim. "şu anda yanında olmak istediklerim" ve "şu anda yanında olmak istemediklerim" olarak. yanında o an itibariyle huzurlu olacağım insan için fizana gider, huzurumu bozup da yanımda olan insanı mancınıkla fizana gönderebilir bir ruh hali içindeyim. içimde bir yerlerde de, doğru kararı verdiğimi biliyorum. yanında olmak istediğim kişi ve kişiler, umuyorum telefonumu bu saatten sonra daha efektif kullanıp, sizleri daha sık aramayı hayal ediyorum. aramadığım için kırılıp beni sildiyseniz de canınız sağolsun, n'apalım bir başka sefere, bir başka hayatta deneriz şansımızı.
0
beni bu kararı alacak ruh haline iten kişilere ise sevgilerimi yolluyorum. bir haber verme tenezzülünde dahil bulunmadan beni hayatınızdan çıkarttığınız için sağolun, çetrefilli veda sahnelerinden oldum olası hoşlanmadım zaten. burayı okursunuz, okumazsınız bilemem, ayrıca da umrumda değil, ama şöyle bir şeyi not düşmem lazım ki, yarın öbür gün referans gösterebileyim. lütfen bir daha ne telefon ne mail ne de posta güvercini ile irtibata geçmeyelim efenim. duman işareti olabilir, becerebilirseniz :) ben rutin olarak balkonumu yakıyorum, aynen cevap göderebilirim size. olası kontağa geçme, iletişme irtibatlaşma durumları, tarafımdan gülerek, tarafınızdan ise kırılarak sonuçlanması muhtemel girişimler olacaktır. ben kendim şahsen ( :P ) bu gibi itiş-kakıştan hoşlanırım, fakat sizin hoşlanmadığınızı tahmin ediyorum. ama sonuçta kişi kararlarını kendi verir, kaşınana da kutup ayısı bağdattan gelir.
0
bu yazı yaklaşık olarak bir saatimi aldı mesai dahilinde, bu da bana fitil fitil iş sonrasında burada kalma yollarını gösteriyor ama her saniyesine değerdi. yıhyıh. yapımda ve yayında emeği geçen bana teşekkür ederim ben olaraktan. sırf şu kadar saçmalayabildiğim için kendime yemek ısmarliycam. hatta kömür bulabilirsem dönüş yolunda mangal yapıcam akşam akşam. hadi yine iyisin len allahsıııız, bendensin bu gün :)

das parfume

hepsi geri geldi. tek tek gördüm alayını. sanki hiç bir şey olmamış gibi. kaskayla evde bira içmek, keremle modaya çöp kutusuna gidip rüzgar altında "ne süper hayvanız lan biz" konulu saptamalarda bulunmak, mertle kaldığımız yerden ayılığa devam edip sekiz kişilik yekpare yemek masaları kaldırmak, mert ve pirizle burger'a gidip devamında evde saçmalamak ve bunlara deli gibi gülmek, ice'la güreş yapmayıp şimdilik "n'aber aslan parçası, kamyon gibisin maşallah" diye yeryüzünün en şirin ve devasa köpeğine sarılmak. sanki hiç ara vermedik, hiç durmadık gibi kaldığımız yerden devam etmek. seviyorum lan bu adamları. valla.
*
bir de özlemişim çok. resmen kokularını bile özlemişim. içimdeki yabani hayvan bile anladı artık döndüklerini. bu güzel bir şey.
*
hala özlüyorum ama, bilmediğim, aslında var olup olmadığına bile emin olmadığım bir kokuyu. sanırım ölene kadar özlemekle geçecek bu zaman, ve her yerde biraz melankoli, biraz "o" olacak. kaldığımız yerden devam edene kadar, [Come Out, Come Out, Wherever You Are!]

yarıştırma..

hangisi daha susuz?


bağırmayan taraftar ve yalnız..
*bir sabah kalktım ve aklıma ne geldiyse çizdim..çözemezken..









Come Out, Come Out, Wherever You Are

salı günleri tatil olsa sürekli pazartesi sendromu diye bir şey olmazdı. iddia ediyorum bunu. araştırılsın, farklı bir sonuca ulaşırsa o bilim adamları gelsinler karşıma. yaşayarak yazıyoruz arkadaşım bu fikirleri. akşam uyuyamadım saatlerce, sabah yorgun kalktım, kahvaltı edemedim, gayet nemrutum ama gel gör ki gayet keyifliyim. hoş şöyle bir düşününce, keyifli olmayacak birkaç sebebim var aslında ama, takılmamaya çalışıyorum onlara da. artık işyerinde kravat takmıyoruz, şık oldu. eylüle kadar rahatız. devamında bir formül bulacağım sanıyorum. hoş önce şu ağustos bir gelsin de, sonra her şey daha değişik olabilir ihtimalini saklıyorum içimde.
*
bu aralar sıkça ingilizce konuşmamama rağmen rüyalarımı da kabuslarımı da ingilizce görmeye başladım. akşam kabus gibi başlayıp, farkına olmamla birlikte ince ayarlarla rüyaya dönüşen bir kısa film gördüm, sabaha karşı muhtemelen. sigaram kalmamıştı evde, kalmış olsa kahveyle beraber içip daha erken atabilirdim nemrutluğu üzerimden. kısmet değilmiş, artık akşamüstü buluruz birşeyler. bu gün son askerimiz de dönüyor istanbula. hatta şu anda uçuyor olmalı, 0930 kalkışlıydı sanıyorum uçağı. aile uzun zamandan sonra tekrar birarada. e limitlere de varmıştık zaten, o yüzden bu günü kötü kılmaması lazım bazı şeylerin. bunun yanında ağustosa 2 gün daha az kaldı, günler azalıp duruyor, hoş ne olacaksa azaldığında. hayat sayılı günden ibaret değilmiş gibi davrandığım zaman daha bir uyuz oluyorum kendime ama, n'apiim işte, bazen engel olamıyorum kendime.
*
sıcak. hakikaten. daha şimdiden bu kadar sıcaksa, haziran temmuz ağustos nasıl olacak merak etmiyor değilim. ağustos olabilir istediği kadar, farketmez de, haziran temmuz. ığyk. müsait bir yerden kendimi denize atacağım sanırım bu gün motorda gelirken farkettim, deniz kokusu baş döndürücü bir kokuymuş gibi geldi. oysaki baş döndüren koku tek. yalan tabi. kokuya karşı hassas biri olarak, yüzlerce koku baş döndürebilir. haha geçenlerde kokusunu çok özlemişim diye pirizin "dolce vita"sını sıktım, tanıyan bilen insanlara garip gelmiştir benim gibi bi dana üstünde bayan deodoranı, tek sebebi çok sevmek efem. hiç garip garip bakmasın kimse, dolce vita apayrı bir alemdir bende, mutluluk, huzur kokar onun olduğu ortam. allahtan hiçbir kadının üstünde koklamadım onu, maazallah aşık olurdum filan, haksız rekabete hiç gerek yok bilaakis :)
*
hayalleri gerçekleştirmek amaçlı aralık ayına bir yurtdışı yolculuğu ayarlamak istiyorum. ya noel arifesinde, ya da 12-20 aralık arasında bu gariban manchester'da olabilir, olması için çalışmalarımız sürüyor. rooney'den imzalı forma alıcam, hatırası var :P aksanımıza biraz da cockney filan katıldığı taktirde, iyiden iyiye anlaşılmaz bir ingilizcem olacak ama varsın olsun, yazarak anlaşırım ben de insanlarla. hoş, insanlarla anlaşmak ne zaman en büyük kaygım oldu ki? anlaşmak istediğim herkesle anlaşırım ben, gerisi de umrumda değil zaten. manchester camiası, zamanında ettiğim küfürler için özür dilerim, ben Can7ona'yı da çok severdim zaten ki hala seviyorum. Şampiyonlar ligi finalinde karşılaşana kadar size zerre küfretmem, not düşeyim buraya.
*
değişik. çok değişik. çok uyuzum ama, çok mutlu da olabilirim. biri sırtımdan hafifçe iterse, seve seve atlayabilirim o uçurumdan. "küçük bir cinet her şeyi halledecek" ve sonuna sıcak bir gülümseme kalacak. hepsi o :)

Bidi

daddy deyişini yesinler. bu fıstığa aşık olamayacağıma göre, sanırım becky'den sonra ikinci olacak bu. evet ya. yaşlanıyorum ben. insanın hayali böyle bir kızçocuğu olur mu yahu :)

feykencil yollamıştı birkaç hafta evvel, ben de buraya koyacak kadar içtim sanırım.

sevin onu da anacım.

91YK

jötem

sabah sabah o butona tıklayan elime ayağıma sçiim. biri facebooka lara fabian'ın je t'aime ini paslamış, ben de tıkladım akşamdan yeteri kadar rakı içmemişcesine. konser kaydıymış. şarkının yarısını izleyenler söylüyor zaten. lara fabian sahnede ağlıyor, ağlaya ağlaya söylüyor. canım acıdı lan izlerken. bu arada koşuyolu rokabalık mı, rakıbalık mı ne bir yer var. başarılı bir yer. tavsiye olunabilir. enginarları muhteşem. benim bu ruh halim de muhteşem aslında. sözde ben haftada bir gün alkol alıcam diye karar vermiştim, bu haftanın morfini dün akşamdı. o zaman neden ben "acaba bu gün de 2-3 tane sallasam mı?" diye bakıyorum hayata?

40-30-30-45

anlamsız bir sıkkınlık var bu aralar üzerimde. kimseyle konuşmak bile istemiyorum, hoş arayan numaralara cevap vermek haricinde telefona dokunduğum bile yok zaten. sadece kalk, sporyap, işegit, evegel, çamaşırbulaşıktemizlikyemek evişi yap, bilgisayara boş boş bak. sıkıntıdan nefes alamayacak hale geldiğinde git yat, kitap okurken hayal kur, ve gözler kapanırken kitap elinden düşünce uyuyayım artık diye karar ver. bir insanın hayatı bundan ibaret olur ise eğer, nasıl mutlu olabilir ki? cevabı basit, çektiğin mekik, yay, kaldırdığı ağırlık miktarı arttığında. onun dışında her şey tekdüze, her şey sıradan ve nefes almak bile angarya.
0
komiktir, yıllar sonra yavaş yavaş dinlediğim müzikler değişmeye başladı, bariz bir trance'e kayış var bende. hoş her zamanki melankolik şarkılar olsa, kesin buhranın dibinde bir hayat yaşıyor olurdum ama, trance ile arada, özellikle sabahları, kesinlikle güzel odaklanabiliyorum. acaba diyoru meve bir kumtorbası alsam ve onu yumruklasam saatlerce (hoş ona gereken konisyon bende yok ya neyse çaktırmayayım) acaba rahatlatır mı. rahatlatırsa da insanların gözünde eyvah iyice sıyırdı statüsüne çıkacak mıyım. çıksam ne kadar umrumda olacak? sorular sorular. dert etmemek lazım çünkü gereğinden çok fazla derdim var. hepsi üfürükten şeyler olsa da, bana zor geldikleri için sanki dünyanın en zor işleri, yoksa 3 telefon edip bir de şişliye gitsem ilk etapta hepsi sıfırlanacak dertlerin ama, yok. beyimiz yapamamakta çünkü sevdiği şeyler değil hiçbiri. ıslak odunla dövseler beni, bir iki kemik kırsalar diyecem, bu sefer de yaptığım spordan çok keyif almaya başladım, onu yapamayacağım. ulan böyle çelişkilerle mi ölüp gidicem ben?
0
bir mutlu bir de mutsuz haberim var kendi adıma. mutlu haber şu; kabuslarım geri döndü :) iki gecedir ufak ufak bunalmalar gecede 2-3 uyanıp turlamalar başladı. hayırlısıyla uyuduğumuz 2-3 gün yanımıza kâr kaldı. mutsuz haber ise şu; hatırlamıyorum ne gördüğümü, sadece uyandığım andaki buhran var elimde, ki bu da hiçbir anlam ifade etmiyor. benim kabuslarım saçma olduğu için komik olabiliyor yazdığımda ama bu buhranda yazacak hiçbir şeyim yok gibi geliyor. anca böyle kaç gün oldu yazmadım lan, günlük moduna geçtiğim için tarihe not düşeyim bari diyerekten saçmalıyorum. bari alkollü olsam, o zaman daha kayda değer saçmalarım diyorum, onu da içmiyorum anasını satayım. her yönden darbeyi yemiş durumdayım sanki. ama hala gülümseyebiliyorum kısıtlı da olsa. iznimi ağustos ve aralığa saklamamış olsam, hemen 1-2 hafta içinde izin alır ve kaçardım biryerlere. muhtemelen evimde kalırdım ama olsun, kaçma hayallerini atar bir kenara, açardım şişeyi :) 91 harikalar diyarında.
0
metin akpınar'ın söylediği şarkıları dinliyordum youtube'da ve muadili yerlerde. ne güzel söylüyor adam yahu. durup durup rakı içesim geliyordu, o derece. yaşasın infected mushroom şimdi, yoksa tekrar geri döneceğim ki ona da hiç gerek yok :) ama gözlemlerimden çıkarımım şudur ki, alkol ile ben daha keyifli bir adam oluyorum orası kesin. yani eşyanın tabiatına aykırı ayık olmak. ama bir süre daha böyle gitmek zorunda. ağustos 6 itibariyle sözümüzü tuttuğumuzu belgeleyip, ağustos sonu itibariyle, ya tutarsa şeklinde bir denemeye girmek ideal bu bünye için. eksiği yahut fazlası zorlar. çocuklar askerden geliyor ve ben bir süre içmeyeceğim diyorum. çok zor da olsa, yokluklarında içtiğime saysınlar artık. onlar kurtlarını döksün de, salona girelim. kollar yavaştan eksiye dönüş yolunda güzel sinyaller vermeye başladı, darısı karın bölgesine :) bu azimin elinden kurtulmasın planlar. tek odak noktamız o, obsesifler gibi oldum. hehe. cumartesi ve pazar sabahı caddebostan-maltepe arasını koşmak için gaz verin bana, onun faydası en azından ayda 1,5 kilo eder bu garibe. 3 ayda 4,5 gelir ki, bu hedeflediğim miktarın üçte biri. yapabilirim bunu bence. koşmak isteyen varsa duosu olurum, gaz vermek isteyen varsa saatle dinlerim, her bişey yaparım vallahi. bu arada vücuttaki fazla suyu atma potansiyelime ise hayran oldum. 7 günde 3,2 kilo ile başladı, cuma akşamı içtiğim onca biraya rağmen.
0
evet evet ben bu işi kıvırmaya çok yakınım. canım sıkılıyor olabilir, sinir bozukluğu da olabilir. ama doğru şeyler, yani en azından doğruluğu göreceli bile olsa, yapmam gereken şeyler yaptığımın bilincindeyim. sanırım.
0
o kadar infected mushroom dedim ama, vücut arada eski şeyleri de dinlemek istemiyor değil efem. günün şarkısı Brooklyn Bounce - Sex, Bass & Rock´N´Roll olsun. sesi açın, ve gözlerinizi kapatın. belki daha iyi hisettirebilir. yeterince iyi bir çocuk olursanız, belki bir gün siz de şirinleri görebilirsiniz. kimbilir?

Rise

High Above.

No One On Earth


Above & Beyond - No One On Earth

Down through the dark trees
You came to save me
You're so ugly and you're so beautiful
You're like no one on Earth could be

Take me home
Let me be the one

All of my life I've been waiting
For you
I wanna be the one that you take home
Let me be the one
'Cause I'm so lonely

Take me home
With you
No one on Earth knows me like you do
Take me home
In time you'll love me like one of your own
So come on...

Take me home
With you
No one on Earth knows me like you do
Take me home
In time you'll love me like one of your own
So come on...

Take, take me home
With you
No one on Earth knows me like you do
La la la la....I'm going home
400
91
eve gider gibi. yıllar sonra eve döner gibi. boktan zamanlar bitti, artık huzurlu olma zamanı der gibi. her şeyin yalan olduğunu bilip de, çaktırmayıp inanmayı seçer gibi. yorulmadan yürür, bıkmadan bekler, umarsızca gülümser gibi. üç kelime gibi.
son kahvem gibi.
şarkılar gibi.
pırıl pırıl bir gün gibi.
"hoorayuuuuop" gibi.

vallahi havalardan

akşam sırf geç kalmayayım diye rakı planımı erteledim günlük. neye geç kalmayayım dediğimi düşünüyorsan, erken başlasın alkol ki erken bitsin dedim, sonra sabahın üçünde rakıyı bitirince, kalkılmıyor zamanında, işe patates çuvalı gibi gitmesi asap bozuyor. evdeki üçün üstüne altı daha koyduk, hafif eşlik maksatlı birkaç şey daha aldıktan sonra düştük yola, saat 1845 gibi evdeydim. bu sefer geçen akşamki gibi kabus görmeyi beklemedim. gelişine patlattım ilk birayı güzel bir sandviçle, sonra yürü dedik arayı soğutmadan iki, maç başlamadan iyice gevşeyelim konulu girişimimiz üçüncüyü maç başlamadan evvel elektronik müzik eşliğinde özümsedik. pek keyif yoktu ama yapacak bir şey de yoktu, n'apalım.
*
manchester ilk 10 dakikada ikileyince, arsenal sempatizanları nispet yapmaya başladılar, bizim burdan manchestera otobüs bileti 6 pound diye. ben de nicedir istedikleri yiyeceklerden dem vurdum onlara, beşiktaşa inmem 20 dakika sürmez konulu :D itiştik öyle, biraz keyfimiz düzeldi, biraz daha içtik. maç öncesi üç, ilk yarı üç ve ikinci yarı üç olarak, geceyi nihayetlendirdik. ha ayıp ediyorum, bir de hepsinin üstüne içtiğim bir çay var :)
*
sonra biraz düşünmek adına çok erken kalkmak istedim, çok da zor olmadı. sağolsun bu akşam da kabuslu bir akşamdı. ama bu sefer çok başarılı olamadılar, araya rüya da aldım. hem de ne rüya. çok kısacıktı ama, rüya gibiydi. devamı yine mide krampları, yine daral yine bunal. açıkçası pek sağlıklı düşünemiyorum sanırım bu aralar, bu da rüyalara yansıyor. insanların her hareketi yine batmaya başladı. yapacağım bir kerizlik ama hadi hayırlısı. şimdilik sadece kabuslarda kalsın da. vücut tepkilerim tehlikeli bir şekilde hızlandı çünkü, ufak bir çabayla bile şişmeye başladım gibi, hem hayvan, hem agresif, sağlıksız bir durum gibi.
*
açıkçası, bende kafama sıkacak göt yok bu aralar, biri gelip öldürse hayır demem ama. etrafta silahlı soygun falan görürsem müdahale edicem kımıldamayın falan diye, giderayak halk kahramanı bile olurum o hareketle.
*
"dün yediğin hurmalar, bugün götünü tırmalar" diye bir atasözü duymuştum. doğru vallahi. yarın öbür gün de, hangi gün yaptıklarımın totali kaçacak kıçıma diye düşünmüyor değilim. hoş yediğimiz bir şey de yok ama, tırmalanan döt hep bizimkisi. nasıl olacak bu iş?
*
rüyamdaki o 5 dakika için, 50 yıl veririm hayatımdan. o kadar bakiye yoksa da söylesin biri, reenkarnasyona inanır, açığı tamamlarım. yerlerse.
*
rejim amaçlı alkolü, sağlık amaçlı da sigarayı keseyim diyorum. alkole alternatif birşeyler bulamazsam, azap olucam dünyaya. yapıcam bunu. valla.
*
herşeyden çok sıkıldım. biri beni kurtarsın.

havalardandır canıııım

her bokun faturası havalara kesiliyor. yaz olsun sıcaklardan herkes bezgindir. ilkbaharda sonbaharda mevsim geçişi vardır, bu yorgunluk, bu kırıklık, bu tatsızlık ondandır. kış soğuğunda zaten kimsenin kolunu kıpırdatası gelmez. ne boktan bir şey ola ki insan evladının olduğu hiçbir konumdan hoşnut olmayıp olayı başka mercilere fatura etmesi. neden sorun bizd değil de başka bir yerdedir ki? misal ben pazardan beri hasta gibiyim sözde. kime "ulan bende bi kırıklık var" desem istisnasız herkes "havalardandır" demekte. ne havaymış arkadaş. acaba bu kırıklığın sebebi cumartesi akşamından içtiğimiz bir kova rakı ve eve gelirken alınan 4 bira olmasın? yahut gün totalinde neredeyse içilen 3+ paket sigara? anlık mutluluklar haricinde aylardır üstüme yapışan depresif mood olamaz di mi bu?
*
akşam sözde erken yattık. erken dediğim 23 işte. hafta içi için ideal aslında. kırıklık çok azalmıştı üstümde. de tüm gece de kabus görmez ki ulan insan. 2 farklı kabus hem de. arada uyanıp iki bira bile salladım sabahın kalınbağırsağında. ilk kabusumuz çok fantastik. üstüste 4 bayana alışveriş enasında eşlik etmek zorunda kaldım yahu. yazıktır bana. vay bana vaylar bana hatta. bir yere yetişmem lazım ama herkes sanki sıraya girmiş gibi "ya 91 şuraya kadar gelsene benle, şimdi tek başına gidemem oralara" diye beni alakasız alışveriş mekanlarına götürdü. ulan kendime alacağım birşey mi yok, yoksa param mı yoktu rüyamda çözemedim. tamamen etkisiz eleman olarak dikiliyorum koca rüyada. en sonunda böyle incik boncuk satan bir yerdeydim, "bitmez, vallahi bitmez" diye bir köşeye çöküp ağlamaya başlayınca uyandım. zamanlamayı yesinler. psikolojim bozuldu uyanınca bir an. madem rüyaydı nasıl o kadar bunaldım acaba, terlememiştim bile ki normalde kabus modelleri bende kan ter içinde uyanmalarla sonlanır. kalktım, böyle olmaz diyerekten, açtım biramı yaktım sigaramı, kırgınlığa da salladım üstü açılmamış küfürlerden bir tane, çıktım balkona, bi sigara, bi sigara, bi sigara bir bira daha derken biralarım bitti, kapattım dükkanı ben de. rahatladım ya, oh bari kaç saat kaldıysa o kadar saat huzurla uyurum artık dedim. saate bile bakmadım ki 05.00 falan görürüm moralim bozulur diye. ne mümkün, nasıl bir meymenetsizlik varsa üstümde. efem uykuya daldık, bir direksiyondayız. ama ne beter bir şey. ufak da bir araba aslında ama, sanki çift dorseli tır. düdükten bir yere park etmeye çalışıyorum arabayı, kıçı girse başı dışarda kalıyor, başı hallolsa kıçı açıkta. bir-üç-beş-yirmisekiz. girmedi lan araba. hayır kabustaki azme kurban olsunlar. normalde böyle bir şey olsa, şerefsizimki bırakır o arabayı orada çeker giderim, "başlarım böyle işe" diye. orda azmettik işte, aldık boyumuzun ölçüsünü. sonrası kalktım artık bi üçüncüyü kaldıramam atlarım balkondan diye, ver duşu, ver kahveyi oturdum sabah haberleri izledim bok varmış gibi.
*
sabahtan beri bir gülücükler, bir tebessümler bende, tarifi yok. at hırsızı gibiyim aman da aman annesinin güzeli. birileri bir şey söylese de kaşını gözünü patlatsam diye hırlayarak dolaşıyorum resmen şirkette. akşam olacak mı bilmiyorum ama, akşama kadar hiçbir vukuata bulaşmazsam ben için olay olacak.
*
yine konudan uzaklaştım, sanki ordalıkta bir konu varmışcasına. havalardan değildir efenim hiç bir bok. suçu günahı olmayan, cevap bile veremeyecek objelere fatura kesilmemelidir. aynen benim bir zamanlar yaptığım "sinirlenince kırabileceğin en yakındaki şeye yumruk at" taktiği gibi. ne kapılar, ne telefonlar, ne elektrik düğmeleri telef olmuştur o yolda. saçmadır. yıllar evveli babam demiştir, "korkuyor musun ulan insanlara yumruk atmaya da, sana karşılık veremeyecek şeylere vuruyorsun, sıkıyorsa git insanlara vur" diye. sonra baktık ettiğimiz kavgalar aya fezaya ulaştı, konu komşu kapıya birikiyor, çocuk hiç çekinmiyor insanlara vurmaktan, "efendi ol" gibi daha naif taktikler verilmeye başlandı. kendi evime çıkıp, üniversite mezunu olgun bi adam olunca, güzel bir çift deri eldiven aldım kendime, hırsımdan duvar yumruklarken takıyordum. o yüzden çatlamıştı sağ elimin tarak kemikleri iki defa :D kronik gerizekalılık dedikleri böyle bir şey olsa gerek. geçti ama onlar, geçeli çok zaman oldu. ay ne mutlu bana, çocuğumuz büyüdü. o günlerden bu güne, her şeyi kendime faturaladım ben. sinirliysem duvara değil, kendime vurdum. ortalıkta bir kerizlik olduysa faturasını kimseye değil kendime kestim. çabaladım elimden geldiği kadarıyla. ne kadar başarılı oldum kisem bilmiyor ben dahil.
*
boktanım bu aralar günlük. çok boktanım. sebebi de havalar filan değil. benim. ben kötüyüm aslında, havalar gayet güzel.

Stab

döneceğim ey dost.

Daha estetik gitmenin yolunu bulamadım,
Baharın son günlerinde yaza girmeden bavulumu dağıtarak yatıyorum.
Ölmüyorum.
Üzerimdeki toprağın altından görmeyi bıktığım için gidiyorum.
Ve bu gidişlerin dönüşünü bilmesem çok şey atıp tutardım ama herşeyi tahmin edebiliyorum.
Ve sizleri seviyorum.

Ben yokken iyi durun e'mi...


Pazartesi Sorunu

en sonunda geçti başağrısı, ama gün hala keyifsiz.
aynı anda hem alkollü hem de hasta olmaktan nefret ediyorum.
kafa sepet gibi, vücut dökülüyor.
bugün bir keyifsiz, bir saçmayım sorma gitsin günlük.
eve gitmek, askıda kalan bir makina çamaşırı yıkayıp, battaniyeme sarılıp ölmek istiyorum.
oysaki mayıs da girdi, bizimkiler askerden dönüyor eli kulağında.
ne bileyim, tatil yapamayacak olsam da tatil zamanı yaklaşıyor.
kimse sallamayacak olsa da doğumgünüme az kaldı.
ne bileyim, mutlu olmak çok da zor değil bu donelerle ama gel gör bende takat yok.
antibiyotik almiycam ama, mayısta antibiyotik mi olurmuş.
karnım aç gibi, ama sıkıntıdan kaynaklı yeme isteği bu sanırım, zırt pırt acıkmam da.
dün rüyamda dövmemin bir kısmının silindiğini gördüm, sabah kalktığımda sırtıma bakmaya korkuyordum.
bakamadım da doğal olarak.
acaba silinmiş midir ki?
eve git, işleri bitir.
ağırlıkları kaldır.
battaniyeyi bul.
öl.
ulan araba, o kadar da atladımdı yola. çarpacaktın işte.
yersem.
a
Günün Şarkısı:
Sir Bob GELDOF - I dont like Mondays
Play it outta loud.

Fight for the Living


Efem sabahtan beri daha ayılamamış kafayla sistemi dengeye getirdim, bir de üstüne son çektiğim oyunu kurdum ki tadından yenmeyecek bir oyun, en azından benim için. "Hellgate : London". Zaten şu introyu görüp de, eski bir Warmage'in gaza gelmemesi gibi bir seçenek yoktu :) Torrenti mevcuttur, yaklaşk 7.4gig download gerktirir, oynanış açsınından Diablo'ları andırır. Fakat senaryosu itibariyle beni daha çok etkilediğini söylememe gerek yok sanırım. Kurtarın efenim Londrayı, Londra düşerse sıradaki şehir Manchester ki bunu hiçbirimiz istemeyiz, di mi?
"Remember the Dead and Fight for the Living!"

içimden geldi

Daha çok var ama olsun. Erken kalkan yol alır.
Ne kadar sevgi dolu bir cumartesi sabahı.
Lovebug diye bi şarkı gönderdi Dénis bana akşam.
Ondan oldu sanırım bunlar.
Uyanır uyanmaz sallamaya başladım sağa sola.
Ne kadar aşkböcüğü varsa, o kadar da 91 var efem.
harharhar.

ailenizin tarayıcısı

mecburiyete düştüm kaybettim cdlerimi diye, 45 dakkadır webcam için driver arıyorum.
benle beraber internetin yarısı da arıyormuş sanırım. herkes debeleniyor itspeed webcam driver diye. biraz dikat edilse bulunacak. arıyosanız elinizin altında bulunsun efenim.

Israr


Yasakların Topyekün Karşısından Biryerlerden.