Kurtarıcı

Sizin doğal mesleğiniz kurtarıcılık. Bu nedenle çoğu zaman, kişisel veya aile hayatında problemleri olan insanlara aşık oluyorsunuz. "Beni hep sorunlu kişiler bulur" sizin çokça sarfettiğiniz bir cümle. Bu durumdan çok yakındığınız zamanlar oluyor fakat aksi sizin için düşünülemez. Eğer bir kişinin hiç problemi yoksa, hayatını huzur içinde yaşamayı seçmiş ve başarmış biri ise size çekici gelmeyecektir. Çünkü o kişide düzeltilmesi gereken bir yön yoktur ve bu sizin asli görevinizi yerine getiremeyecek olduğunuzu gösterir. Siz aşık olmak için; problem çözücü, onarıcı, tamir edici ve kurtarıcı vasıflarınızı kullanabileceğiniz ilişkiler ararsınız. Bu yüzden daha ziyade sorunlu olan kişiler size çekici gelir.
*
Feykencil demiş efem, çözdüm testi, saat 01.21, cevabı da ataştırdım buraya. Dilediğinizce sarınız sonucuma :) Cevap derseniz, tutarlı. Problemsiz insan beni bulmaz derim, feykencil ve efsa şahittir. Cıx derlerse bakınız iki ayakları da yerde mi, parmakları çapraz mı, "vallaha mı" sorusuna "ıı şey" mi diyorlar. Hepsi negatifse ben yalancı götün tekiyim, yok doğruluyorlarsa, belki onlar yalancıdır sırf beni yalancı çıkarmamak için, kim bilir?
*
Ben bu testi kimseye paslamam, çünkü aile efradım o kadar kalabalık değil, sallasam da kimse sallamaz zaten. Ben sadece okuyanlara özel evet/hayır yapmak istiyorum günün birinde. Ben birilerini seviyorum, belki bu "birileri" okuyanlardan "birileri" bile olabilir, kim bilir?

Alkolsüzüm. Hakikaten :)

Çok ciddi yazılar aşkettim antetli kağıtlara sabahtan beri, şimdi utkunun susup 91in konuşması lazım ki 1-1 olsun, maça heyecan gelsin.
*
Düşünmek istemiyorum bu aralar, yani analiz etmek istemiyorum aslında. Güzel ve birşeyler katacağını düşündüğünüz kitap isim ve yazarlarını yollasanıza bana kuzum, belki birkaç değişik kitap okuyup ufku genişletme şansı bulurum. Bunun haricinde, kendi kendime de bulduğum ve analiz etmeden ilk okuyuşta "aha doğrudur" dediğim sözlerin peşinden gidiyorum birkaç gündür. Hoş, bunlar sadece cümle yahut paragraf boyutunda olduğu için, çok fazla vakit almıyor. Devamında da çok düşünmek istemiyorum kendilerini, fakat bazıları yer ediyor. Onlardan yazasım var şu anda, neredene estilerse.
*
İlk brainstorm ögem Søren Kierkegaard. Bunu yazan yahut okuyan insanlardan kafadan 100 seneden fazla evvel ölmüş bir insan evladı. Danimarkalı. Genel itibariyle değişik fakat değişik olduğu kadarıyla güzel bir insan. Filozof, doğal olaraktan :) Kendisi, babasının ölümünden iki gün sonra şöyle bir laf etmiş, kişiliğini buradan da çıkartabilmek mümkün aslında; "My father died on Wednesday. I had so very much wished that he might live a few years longer, and I look upon his death as the last sacrifice which he made to his love for me; ... he died for me in order that, if possible, I might still turn into something. Of all that I have inherited from him, the recollection of him, his transfigured portrait ... is dearest to me, and I will be careful to preserve his memory safely hidden from the world." (Kaynak kıçım değil, wikipedya) Dıştan bakıldığında rahmetli biraz civataları gevşetmiş bir abi olarak canlandı benim gözümde. Hangimiz normaliz be Søren abi, kime göre normaliz anasını satiim? Güzel insansın vesselam. Tabi odaklandığımız yazısı/cümlesi de yukarıdaki pasaj değil, çok daha sade, çok daha basit; "Mükemmel aşk, insanın kendisini mutsuz edecek kişiyi sevmesidir". Baba burada olayları çözmüş, kısa vadede her aşk mutlu etse de, uzun vadede her aşk mutsuzluğa gidecekken; direk olarak mutsuz edecek hatta ve hatta hiç olmayacak, yokluğuyla süründürecek aşk efsaneye sarar. Leyla vs. Mecnun, Aslı vs. Kerem gibi eski dönemden bu güne gelen, son dönemde ise yıllar yılı benim kıçıma kaçan ve muhtemelen sizin de kıçınıza kaçmış davalar buna örnektir :) Şöyle ki; acıyı çekip yoklukta mutsuz olan bir dönemden sonra varlığa tahammül edemez hale gelebilir, en azından kendi başınayken. Necip Fazıl'ın da dediği gibi "geçti istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni" durumu söz konusu olur. Bir birliktelik söz konusu olduğu zaman da aynı durum söz konusu olabilir, sık rastlanmasa da. Sevgili müessesesinin can acıtanı, ama bunu adam gibi yapanı makbul oluyor genelde. Bir insanın yanınızdan gitmesini istiyorsanız her istediğini yapın, sadist değilse direk olarak kaçarcasına uzaklaşır sizden, yahut ona asla yetmemeye başlarsınız. Bunun gibi bir durum herhalde. Göte kaçan tecrübeler de bunu işaret etmektedir zaten. Adamın yazmaya başladığı tarihe dikkatini çekerim ey okuyan kişi, 1841! Peki ne özelliği var bu 1841'in diyeceksin haklı olarak, çok özel bir tarih değil kendisi, bizim için. Fakat Regine Olsen ablam ve Søren Kierkegaard abime göre bu tarih çok önemli, çünkü nişanlarını atmışlar ve abim kendini kağıda kaleme vurmuş. 1855'te de sizlere ömür. Aşkın sizin kıçınızda yapacağı tahribatı buradaki ince denklemden çözebilirsiniz ziyadesiyle. Mutsuz eden aşk on numaradır, fakat gelin görün ki, sonunda nalları dikeceğiniz garantidir. Sevin kuzum, aşık olun. Sonra buyrun gelin tekila içerken bana eşlik edin. Sonra beraber ölürüz :) ha ha ha
*
İlk özneyi duymamıştım bu güne kadar, sabah bir yerde geçti adı, oradan indim derine elimden geldiğince, yani içimden geldiği kadar aslında. Yoksa adam çok daha fazla şey yazmış, ama ben bu kadarına ulaşmayı seçtim. Fazla merak ettiğim bir gün daha fazla okurum. Sıra geldi ikinci ve son öznemize; Charles Bukowski. Diğer abi ve ablaya göre daha güncel tabi. Onunda başka bir saptaması var. "Tabii ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız." Bu da direk olarak doğru algıladığım bir söz, tabi istisnaları olabilir, birilerini tanıdıkça daha fazla sevmek mümkün, ama mesafeli olanları (tabi bence). Sevgili yahut aşık müessesesinde mesafe denilen olgunun sıfıra yaklaştığı, hatta bir bütün olunduğu anların çokluğu göz önüne alınırsa, bu konunun hassasiyeti de ortaya çıkar. Misal sevgiliyle karşılıklı iki kadeh birşey içmek çok güzel olabilir, (hatta üç, beş, on, onbeş, sabahlar olmasıııın) ama gecenin sonunda ayrılmak şartıyla :) Düşünün şimdi sevgiliyle içildi, sonra ritüele uymak maksatlı bir işkembeciye çöküldü, siz masumane bir mercimek çorbası söylediniz (hıyarsınız) ama karşınızdaki o güzel, o aşk dolu buzağı damardan tuzlamayı söyledi, hem de yumurtalı (olsa da yesek). Öeh, bu yetmiyormuş gibi, çorbalar geldiğinde aşkböceği bastı içine sirkeyi, sarımsağı, oooh misler gibi. Çoğunluğun gözündeki imaj sarsıntıdan öte çatırdadı, çöktü bile. Şimdi bu insanla yanyana uyumak çoğunuz için imkansıza yaklaşır, "leş gibi sarımsak kokuyo öiii" diyebilirsiniz. Halbuki adamın yahut kadının böylesi bir huyu olduğunu bilmeseniz çok daha huzurlusunuzdur. Böyle bir vaziyet işte, basite indirgenmiş ve komik yazılmaya çalışılmış, yoksa iğrenç örneklemeler bitmez. Yan yana uyuduğunuz güzeller güzeli, uykusunda gök gürültüsü gibi ossurabilir? Ne kadar hoş. Bir an diğer örneklemelere aklım kaydı da, çok iğrenç ya, yazamayacağım. Bu yazdıklarım kısmen yaşanmış şeylerdi, güldürür tezahür etmesi, iğrendirmez çokça da, yakınlık tanıma amaçlı incelemeyi doğurur, yakından incememek ise ilişki düşmanıdır. "Close observations kills the relations" demiş ecnebi zamanında. Hoş da demiş.
*
Böyle işte, hayata dair tespitler aramak istiyorum sıkça. Kendi hayatıma dair bir milyon tane tespitim vardır illaki, hoş bunları tüm sadeliğiyle karşımdakine yaşadığı durum için söylersem, genelde bana kızıyorlar, bu kadar ani ve dürüst olmak zorunda mısın diye. Ne bileyim yahu, ben böyle yaşıyorum hayatı, gerçeklerden kaçmadığım için bana böylesi kolay geliyor, insanlar neyi nasıl yaşamak istiyorlarsa yaşasınlar, dert değil, derdiM ise hiç değil. Zaten 3-5 seneye ben de ölürüm, kalan kısıtlı zamanımı böyle mi geçireceğim yani?
*
Uzun süren bir günün sonu gibi oldu, 150 dakika sonra mesaim bitecek, yaklaşık 185 dakika sonra kadıköyde biramı söylemiş, sigaramı yakmış, hey yavrum hey, yine ölmedim bu gün, ama yine çabalıyorum konulu düşüncelerim olur. Abbio kişisinin geçen gün yorumladığı üzere "heybetli yalnızlığım" sabit olur, oturturum karşıma, tartışmalara başlarım kendisiyle, "sen nerede yanlış yapıyorsun, benim doğrularım neler?" diye.
*
En güzel geceler sizlerin olsun efenim. Karanlık güzeldir.

22.12.2008

Bugün yine göndermişler o yaratıcı smsi. "Her kim ki yılbaşını eder bu dünyada baş tacı, öbür dünyada kıçına kaçar süslediği çam ağacı" diye. Kafiyeyi takdir etmeme ve çam ağacı süsleyen bir kişilik olmamama rağmen, lafın mucidine monte edesim var o çam ağacını, hem de kozalaklarıyla :) Diyerekten olduçka aksiyonvari bir şekilde girdim yazıya. Bugün keyfim yerinde gibi, aslında anlamsız ciddiyette şeyler dönüyor hayatımda ve sanırım bu gidişi hayra yoran bir insan bile yok :) sallamayan ise bir benim herhalde. Bakalım, ne olacak çam ağaçlarının akibeti. Bu gün bir yazı okudum, "senin hakkında ne yazsam hep bir eksik kalıyor" diye bir cümle geçiyordu içinde, içim acıdı görünce nedendir bilinmez. Sarı mı eksik ne? Ulan sarı, yaptın yine yapacağını :)

*

Şöyle bir durum var ki, sadece içki içmeyerek 1 haftada 4 kilo atacak kadar su tutmuş vücudum, oha dedim. Tamam 4 kilo vermek işin güzel tarafı da, ne bileyim. Bu kadar hızlı kilo alıp verebilen bir bünyeye sahip olmak kötü birşey benim adıma. Bizimkiler gittiğinden beri fazlaca düzenli bir hayatım oldu. Spora gitmediğim günler de yürüyüşe başlayacam, sanıyorum boku çıkacak düzenin. Ama sanırım nurtopu gibi bir sigara sorunum oldu, abarttıkça abarttım maşallahım var, günde 3 paket limitini geçtim. Bir ara o duruma da el atayım ben, yoksa ipin ucu kaçacak :) Onun haricinde, bir gülümsemenin peşindeyim, muzip bir gülümsemenin. Daha fazla gülebilmek adına, daha akılcı yaşıyorum son günlerde. Nesi, niçini, nasılı yok, sadece daha temizim, daha sakinim sanki.

*

Arkadaşlardan biri daha evleniyor. Yakında tüm evli arkadaşların hanımları tarafından "istenmeyen organizma" ilan edileceğim korkarım ki :P Ama kahretsin ki çok şirinim, kimse kızamıyor ciddi ciddi. Dövmemi hala yaptıramadım, malum kriz durumları. Ama rüyalarımda hesap soracak sanki melek, neden hala olmadım diye. Keyif verici maddeler de kullanmıyoruz, hoş bendeki keyif paşada yok da, kafa hep bir "uçuyoruuum" seviyesinde, sormayın gitsin.

*

Tek sorun, artık etrafımdaki insanları güldüremiyorum. Normalde etrafımdakileri rutin olarak güldürürüm ama, gel gör ki şöyle bir dikkat ettim, etrafımdaki insanlar pek gülmüyor. Ya benden, ya da yaşadığım hayattan kaynaklı olarak pek neşe saçmıyorum etrafıma sanırım, hoş o da pek götümde değil hani :)

*

Yılbaşı geldi çattı. Ne bok yesem, hiçbir fikrim yok. Benim gibi asosyalin birini kimse herhangi bir programa davet etmeyeceği için, kendi başıma iki alternatife düştüm. Birincisi, panç kasesi bulamadım fakat eve bir güzel bananapower yapıp şöyle ne bileyim, yanında ufak tefek milföyle böreğimsi bir zımbırtılar yapıp, viktoryas sikrıt fişın şov izlemek. Sapık abaza diye yaftalamayın hemen, geçen seneye de öyle girmiştik kızlı erkekli bir gurup olarak, ben seal ile heidi şarkı söylerken duygusala bağlamıştım resmen. Hoştu vesselam, ben de beğendiğim şeyleri tekrarlarım sürekli. Ana rahmine dönüş sendromu herhalde. Diğeri ise, sırt çantama 3-5 şişe şarap, birkaç paket sigara, polar battaniye filan atıp, moda kayalıklarına çıkmak. Telefona yeteri kadar şarkı atsam, sarhoş olana kadar yuvarlanabilirim aslında ortalıkta. Hele bir de kar yağarsa üstüme, tadından yenmez. Adadan getirdiğim şaraplardan dördü duruyor hatta, onlar bu durum için biçilmiş kaftan olabilir. Ama o zaman da çok içerim, sapıtırı mgibi geliyor. Kışın şarap içince üşümem de cabası. O yüzden arada kaldım. Belkide toptan iptal edip evde kitap okumam en hayırlısı, yahut oyun filan oynamam. Tavsiyelere açığım efenim.

*

Yağan yağmur günahlarımızı da yıkıyor derdin zamanında, hakikaten öyle mi?

Be sure that your sin will find you out.


32:23

fırk fırk

Düşünmek bile zor geliyor mu size ara ara? Sanki her düşüncenin belli bir tonajı var ve omurilik soğanından sol loba (beyin lobu, göt değil) giderken "ayakta dur" sinyali 5 ton ağırlıka gelip, ayakta durmayı gerektirir gibi? 5 gündür damla içmedim, ortalama 6 saat uyudum günde, aldığım besinlerin hepsi A olmasa da B sınıfıdır, besin değeri yüksektir, hafiftir, genelde arayıp da bulamadığım şeylerdir. Ama gel gör ki, yorgunluktan gebermeme ramak var, bedensel hiçbir aktivite yapmasam da. Ne alaka bilmiyorum, mevsim değişikliği desek, lan mevsimlerin ayarı kaçtı zaten, 365 gün böyle yorgun mu gezmek durumundayım yani ben?
*
Yemediğim bir sürü bonbonum var çekmecemde, co-pilotun aldığı nedendir bilinmez çok sevdiğim lavantalı kolonya var masada, kokusunu çok sevdiğim bi deodoran aldım. Tükettikçe mutlu olmadığımı biliyorum ama gel gör ki şu anda elimden başka hiçbirşey gelmiyor.
*
Yılbaşında tek başıma kalırsam (aile ziyaretime geliyor da, acaba yılbaşına beraber girelim derler mi bilmiyorum?) sınırsız Bananapower yapmayı düşünüyorum evde, sınırsız dediysem işte 10-15 litre kadar. Ama büyük bir panç kasesi lazım o iş için. İstanbulda panç kasesi nereden alınır bilen var mı? Misafir bile kabul edebilirim, o derece.
*
Bu adamlar gidene kadar pek farketmemiştim aslında ama, telefonun belli saatlerde hiç çalmaması ( 10.30 - 16.30 - 20.00 - 23.15 ) ne kadar yalnız olduğumu fena içime oturttu. Hakikaten, çok yalnızım mna koyim :(

Bananapower

1. Adım : Süt, Şeker ve Nescafe istenen miktarlarda bir kaba eklenip, itina ile karıştırılır. (Kabın kırmızı olması şart değil, lacivert olmaması tercih sebebi)
2. Adım : Muzlikörü tepeleme boşaltılır kabın içine, bir güzel karıştırmaya devam edilir. (Kap lacivert olmasın dedik arkadaşım, lütfen.)

3. Adım : Boş kalan muzlikörü şişesine Bananapower huni vasıtasıyla eklenir. Hunisiz de yaparım diyorsanız o da olur. Lacivert huniyle yapacağınıza, direk karıştırdığınız kaptan için.

4. Adım : Let's Rock!


17.12.2008

Days Without Incident : 004
To Go : 151

Zor başladı aslında. 13.50 itibariyle elim gitmedi ya içkiye, değişik. Yüklen sigaraya nereye kadar. Kırıldım lan. Harbi kırıldım. Kendi payıma, zor bir gün ve gece olacak. Üç gün güldüm ya, otuz gün somurtmalıyım, doğanın kanunu bu :) Becerebilirsem sessiz olacağım, değil konuşmak, yazmayacağım da. Lan günlük, biliyor musun; ben çok süper mutlu taklidi yaparım. Sıradaki kurban sensin. Yaza yaza seni inandıracağım mutlu olduğuma, belki adını self destruct'tan daha mutlu birşeye bile değiştirebilirim? Ne dersin? O güzel t-shirt'te dediği gibi; "Fuck me, am Irish!".

Kişiler Gider, Fotoğraflar Gider

Anıları silmek, Photoshoptan fazlasını ister.

Gothica


Bu sabah uyandım, bu sabah güne güzel başladım. Hasta gibi olmama rağmen, bunu aldığım ilaçlara yordum. Her kasım tel tel ağrımasına rağmen gülümsedim. Yazı yazmaya halim olmamasına rağmen basmaya başladım klavyenin tuşlarına. Blendır aldım akşam, çocuk gibi mutlu geldim eve. Sabah muzlu çilekli milkşeyk yaptım, bal bile attım içine. Sonra "ehi ehi" mutluluğuyla onu içtim. Nicedir kendimi saldığımdan tek elle şnav çekemiyormuşum onu farkettim. Ben de iki elle çektim. Operadaki Hayalet müzikleriyle açtım günü. Kuazimodonun ruhu şad olsun, nereden düştü aklıma. Sabah tartıya çıktım, kilo almışım yine, koy götüne dedim. Sarı Kırmızı bir kravat taktım işe gelirken, holigan atkımı taktım. Mutlu olmak için zorladım kendimi, ne kadar mutlu oldum bilmiyorum, ama bu sabah güne güzel başladım. Hayata dair beklentilerimi sıfırladım bu sabah, ne gelirse onu yaşamaya karar verdim, sadece kendi istediğim noktalarda şekillendirmeye karar verdim hayatı. Şekillendireceğim de, o kadar gücüm var hala. Pencereden bıraksam kendimi havadan hafifim sanki, ağır bassam da kanatlarım açılacak ihtiyacım olduğu anda, hissediyorum. İstanbul üç eksikle emir ve görüşlere hazırdı, biliyorum. Sizden öte hiçbirşeyin eksikliği de umrumda değil, görüyorum. Hani giderken diyordun ya bana "Buralara iyi bak" diye, bakıyorum. Hepsi bana emanet, ve hepsine çok iyi bakıyorum, elimden geldiğince. Sadece yağmur öyle yağmıyor şu anda, sadece üstüm başım o geceki kadar korumalı değil. Islanmıyorum, çok kuruyum. Evet, kafiyeye ters gelecek biliyorum, ama ben de "seviyorum seni". Ve uyumak istiyorum, deliler gibi yağmur yağsın, benim yorganımdan başka hiçbirşeyim olmasın, içine saklayayım kendimi, hiç beceremesem de cenin pozisyonu alıp uyuyayım, saatlerce. Yorgunluğumu alır mı bilmiyorum, ama uyumak istiyorum. Dilediğim gibi "pembe rüyalar" istemiyorum ama, salt gerçeği istiyorum. Karanlık rüyalar görmek istiyorum ve aydınlık sabahlara uyanmak. Bu şehir aylarca karanlıkta kalsa bile, benim ışığımın dilediğiniz yerleri aydınlatacak, boşa söz vermedim. Aydınlıkta olan insanlara siz kavuşun, ben sonra karanlığıma çekilmek istiyorum.

* Sabah aydınlığında, huzura ve sevilenlere duyulan özlemle. 91 out.

Hacıabilere özel...

Kalkın ayağa, ne durursunuz...

15.12.2008

hiçbirşey yazasım yok aslında. yani boşlamış gibi duruyorsam, ki mümkündür, boşlamışımdır. sanki bu adamlar gittikten sonra içime birşeyler oturdu, huzursuzum sürekli. anca işyerinde salak salak muhabbette kafam dağıldı biraz, bir de sağolsun cüzzamlı melek gülümseyebildiğimi hatırlatıyor. onun haricinde yapıştı bu somurtma üstüme, kalkmıyor iblis. ulan demek hatun olsak da sevgilimizi göndersek askere bildiğin bileklerimizi kesicez. ben bu kadar duygusal bi herif değildim yahu, ne ara oldum anasını satiim. şafağımız daha karanlık, yolumuz uzun. ben de, özellikle kaska'nın yokluğunda bir süre içmeme kararı aldım, özel şeyler haricinde. bugün diğer hayatımın ilk günü. bir tam teşekküllü rakı+balık masasını reddettim, alışılmadık bir hareket olduğundan teklif sahibi arkadaş garipsedi, yarın tekrar zorlamaz umarım :) böylesi teklifleri es geçmek zor olabilir çünkü. bugün gittim, durduk yere blender aldım kendime, uzun zamandır eve bişi almamıştım, şık oldu. artık üşenmediğim sabahlara muz+çilek+bal+süt karışımıyla giricem. belki kahvaltı özürlü bana iyi bile gelebilir, kafam çalışır biraz. çok durgunum. çok yorgunum. keyfimi tekrar ne yerine getirecek bilmiyorum ama, siktirediyorum. hüzün de yakışır adama. valla.

Baht

Gece saat bir olmadan, bir Ağrı Doğubeyazıt, bir Hakkari Yüksekova haberi vardı kafamda. Benim gibi ciğeri beş para etmez ibneler vatanın "nispeten" daha sakin yerlerinde yapar işte, sizin gibi güzel insanlar gider daha uzaklara. Moralim bozuk değil asla, aslanlar gibi gidip geleceğinizden zerre şüphem yok. Ama siz oradayken, ben İstanbulda mahsur kalacağım ya, işte o koyuyor ulan adama. Bu da kendime dipnotum olsun, boktan bir insan olduğunu kaç defa daha kanıtlaması gerekiyor yukardakinin? Kafana sıkmak için hala ne bekliyorsun?

İhanet...


…beni her aldattığında daha da bağlanıyordum sana..Gelmediğin tüm gecelerde onun yanında olduğunu biliyordum ve daha da bağlanıyordum sana, bunu insanın kendine itiraf etmesi kadar acı ve sapık bir duygu olamaz. Yani ben öyle düşünüyordum, ama çok sonraları anladım..Her onun kollarında uyandığın sabahlarda seni bir önceki gece beklediğim pencerede bekliyordum ben, bunun sadece farkında olan sokaktaki çöpçüydü, gece yarısı yerleri süpürürdü..Ben ise rakımı..Anason koktum her sabah, ateş kustum ama sen aldatmaktan bıkmadın, süründürülmekten başım döndü, haberin olmadı..Ne yaşadığımı bile bilemeden öldüm…


Tepkilerin en acımasızı dipsiz bir kuyunun dibinden yukarı seslenen bir sese kulak vermemek..Bunun anlamı yanlış bir otobüse binmek değil, o benzetme otobüse binebilenler için geçerli, durakta bekleyip te hiç otobüsün geçmemesi ve duraktakinin aslında kendini otobüsün içinden dışarı baktığını sanması..

Anlam yüklemeden çıkılan seyahatlerden bir kamyon dolusu yalanla dönmek, aldatılmak, sadece ağız içini doldurabilen küfürlerle yaşama bakmak, bakamamak, ağlayamamak..
Çöküşün en zirvesi adama nasıl bir haz verir, öyle bir hazdı aldatılmak benim için..
Fahişelerin kaldırımda yaptığı mesleği ben yaşam kitabımda yaşıyordum, kendi hayatımın ta içinde hemde..En son damla hangisi olacak diye niyetlenirken, intihar şekillerinin bile biçimsizliğini tartışırken yine elimde içkim yine pencerede bekliyordum seni, kapının altında ağladığım günler sana ağlamıyordum, kendime ağlıyordum, o zaman ağlayabiliyordum, hala insandım..

İhanetin en korkutucusu bile bile yapılandır, yani yüzüne söyleye söyleye, kapının kapandığını hissettiğin anda yatağa tek başına uzanmak yerine hiçbir yerde yatamamaktır, en acısı bu evet..

teknolojiye KARŞI

Most people know that Descarte said, "I think, therefore I am." What most people don't know is that that quote continues, "...afraid of 91."

Sen

vaktini harcadığına yazık güzel insan. bunu pek kimse okusun diye yazmıyorum çünkü. sadece birşeyler yazasım geldiği için basmaya başladım tuşlara, rezil birşeyler çıkacağından eminim çünkü aklımda ne yazacağıma dair hiçbirşey yok. önce güne dair. sabah kalktım, hamarat ev erkeği pozlarında evişi yaptım biraz. bilirsiniz işte, bulaşık, çamaşır. silip süpürme işini sonraya bıraktım. çıktım evden, kendimden kaçasım vardı ve duvarlar beni kendime doğru itiyordu. gidip çevre bina çöp bıdıbıdı neyse işte adı, o vergiden yatırdım. hayırlısı olsun vatana millete. ibneler. o verdiğim 46 lirayla ben 2 tane muzlikörü alırdım. 4 litre bananapower eder. allahsızlar. bu arada 46 liradan da anlaşılacağı üzre, yaşadığım yere kümes diyenleriniz çıkabilir. şato lan benim evim, kalem benim. ve köprüsü de kalkık durumda şu anda, timsahlara yem olsun girmek isteyenler. tamam recep abi, saçmalamıyorum. konumuza dönelim, yatırdım vergiyi, hem de sırada zorla önüme geçen amcanın yanında parmak, kol ne eklem varsa çatırdatarak geçerekten hem de. hiç utanmadım, çekil bi aslan, kaynak öyle yapılmaz derken. biri kuyruğuma bastığında yeteri kadar hayvan olabiliyorum sanırım. öyle birşey işte. kadıköye indim, saate bakmaya çalışırken ne göreyim, cüzzamlımelek aramış, duymamışım standart olarak, sağırlık başlangıcı herhalde. biraz onunla konuştuk neşem yerine geldi. ama aynı tas aynı hamam, surat 3 karış asık. gittim sonra, 2 tane amerikano tükettim starfucks'da, şaşırıyor garipler hala, normali 3 shot olan amerikanoya bu ayı nasıl ekstra 5 shot koyduruyor diye :D 8 shotlu orta boy kahve olmazmış, e büyük bardağa koy o zaman dürzü, her şeyi de ben mi söyliycem? saatler saatleri kovaladı, para bozulsun diye birkaç bira aldım, son elliyeteleme de el salladım ardından bakmadan, bindim vesaite eve geldim, şangır şungur. bana dolmuşta kıl kıl bakan insanlar, boşları size saklıyorum, ne zaman müsaitseniz o zaman girsinler size. son dört saattir müzik dinliyorum evde, bir yanım yorulmuş, bir yanım hala makarada kendimle. yazıyı yazarken daha çok uzun süre saçmalayabileceğime kanaat getirdim, şu bira bitince kendime bir litre bananapower yapıcam, o kafamı kırmaya yeter sanırım bunca biranın üzerine. sonuçta kendi çapında bir alkolik olmanın yanında, istediğimde sanırım çok çabuk kopabiliyorum dünyadan. bu da kopmama vesile olsun, kendim çalıyorum yine, standart şeyler dinlemiyorum. o yüzden ortam hazır, dediğim gibi, playlisti yaptığım her ortamda direk sarhoş olabilirim. bir nevi kabiliyet benimkisi, kamyonumsu birşey, frenleri patladığında durmamacasına.
* * *
spoiler. buraya kadar geldiysen, bırak hakikaten, birazdan hardcore saçmalayacağım. (5 dakika çiş ve bananapower hazırlama molası. söz ellerimi yıkamadan yapmiycam, zaten şişenin içine parmağımı da sokmuyorum, gönül rahatlığıyla içebilirsin, misafire kelek olmaz bizde, yersen.)
* * *
"aklımı tutamadım kafatasımda, uçtu uçtu" :) güzeldi. hazırladım bananapoweri, fotoğrafladım da. işyerinde unutmuş olmasam bluetoothu atardım fotoğrafları şu anda, başka bir güne kalsın. satıcı değil içiciyim sonuçta. tek derdimiz o olsun. satıcı değil içiciyim derken, senle aramızda hiçbir zaman kimyasallar olmadı. neden diyeceksin, suçu kimyasallara atmanın alemi yok. kullanmasam da karşı değilim kendilerine, isteyen kullansıncıyım. sorun sendeydi, çünkü sen yoktun. hayatımın hiçbir döneminde, sana ihtiyacım olduğu her anda sen yoktun. ben de fena alıştım sorunlarımı sensiz çözmeye, hayallerimi sensiz kurmaya. sonuçta sahibinden hoyrat kullanılmış bir hayatım, hala ufak tefek arızalar dışında teklemeyen bir beden, "last but not least" standart sapmaların haricinde hiç de dengeli denmeyecek bir ruh halim var. misal şu anda kendi kendime mırıldanıyorum "I don't want my freedom, There's no reason for living with a broken heart" diye, hatta süper bir playlist yaptım kendime, 27 defa üstüste koydum bu şarkıyı, nasılolsa bananapower biterse stokta bir büyük rakı ve 5 biram var diye. herhangi bir şekilde özgürlüğümü bir bakışa yahut bir gülümsemeye değişmiş değilim, bu sebepten dolayı freddie'ye katılmam çok mümkün değil. fakat kırık kalplerle sağlam hayatlar yaşamak bu mevsimde daha da zor. hoş kırılmasına izin verdiğin kadar kırık kalbin olur ya, orası başka bir dizinin konusu. hala kırılabilmek güzel bir duygu ama, içinde bir yerlerde hala kaybetmeye değebilecek kadar insanlık kaldığının göstergesi gibi. sen'lerden birinde, gözlerime bakabilecek kadar göz kalmaması, kesinlikle benim suçum değilken, daha bir mutlu hisettiriyor kendimi ama, doğruyu benim, yanlışı senin yaptığına dair. uzun zamandır kullandığım bir "trick" bu aslında, hayatta kalabilmek adına, insanlar iyiye ve güzele sarılırken benim "sen"lerin acısına, utanmasına ve hüznüne sarılıp mutlu olmam, yahut mutlu kalmam. belki buruk mutlulukların temelini oluşturan temel etken bu, hoş ister buruk ister boktan, mutluluklarımın var olduğunu bilmek, hala o ince çizgiyi geçmemiş olduğumun göstergesi gibi. boşuna demiyorum kendimi seviyorum diye, çünkü biliyorum ki ben beni sevmesem sen beni hiç sevmeyeceksin. hoş senin beni sevmene de kolum bacağım girsin orası apayrı bir güzellik :) hatırlıyor musun bana mesaj atmıştın "lütfen bir daha görüşmeyelim, ben evleniyorum, sana hayatında mutluluklar dilerim" diye. o gün ve devamındaki iki-üç hafta çok boktandı benim için. ama ölmedim, çünkü ben beni senin beni sevebileceğinden çok seviyordum ve biliyordum ki bildiğim yahut bilmediğim bir çok insana mutluluklar yahut hüzünler yaşatabiliyordum içinde bulunduğum durumlara, ve senin onlara ben kanalıyla bunları yaşatmaya hakkın yoktu. benim olan hiçbiryere değil girmek, bakmaya bile hakkın yoktu, çünkü bunu sen seçmiştin. sonra apayrı bir anda sen çıktın, elini uzattın yerden kalkmaya çalışırken ben, düşüncelerimde çağırmıştım belki seni, sonra benim ayağa kalktığıma emin olduktan sonra, bana hayatımın en klas kazıklarımdan birini attın, bugün tesadüfen yolda yanımdan geçtin, ama görmedin çünkü ben sana gözükmek istemiyordum. sen beni görebilecek şanslarını çoktan harcamıştın. hatrlıyor musun, geçen akşam senin yüzünden nicedir görüşeceğim güzel bir kadınla buluşmayı bir dostumu zor zamanında yalnız bırakmamak için, ossuruktan bir bahaneyle görmedim. ve hatırlıyor musun senin için birileri "ekilirken" sen de beni ektin? hehe, güzeldir değil mi son dakika golleri? atana güzeldir tabi, bir de yiyene sor. "- evet güzel" (yiyen). neden güzel kısmına değinmek saçma, o tamamen benim seçimim çünkü, ben bir dostum için birçok güzel anından vazgeçebilirim önümüzdeki günlerin (severim kurmayı devrik cümle) ama buna rağmen bile dostlarımın beni satabileceğini bilmek, öldürmez ama güçlendirir. hem ben değil miyim ki aylar önce şu cümleyi kuran; "benim kazanmaya dair engellerim var, maçın son 0n dakikasını rahat izlemeye dair sorunlarım. son dakika mağlubiyetlerine, baskılı oynarken kontrataktan gol yemeye, maçın son saniyesinde gelen orta sahadan çıkan "ya tutarsa" üçlüklerine, "vay amına koyim" cümlesine, AK-47 mermisine kronik zaafım var" diyen? bu da onlardan biri olmuştu en fazla, kaç yazar. önemli olan mağlup olmak değil bir şans üçlüğüne, önemli olan oyunda var olmak. hassiktir kuyruklu yalan.
* * *
peki şunu hatırlıyor musun? kadıköyde denize nazır, yıllar sonra gözlerine baktığım günü? sözcük tonlamandan tırnaklarını kesmene, gülümsemenden mantığına hiçbirşeyin değişmediği, sende ve bende hayatın yap(a)madığı tahribatı? merak ediyorum, kocan olacak o kişi, (ki gıptayla bakardım kendisine eğer birazcık insanlık kalmış olsa içimde, yok yok hala gıpta ediyorum ama ne kadar şanslı olduğunu, bazılarının onun yerinde olmak için bir ömür verebileceğini gerçek anlamıyla hiç bilemeyecek o kişi) kaç sene geçtikten sonra söyleyebilecek sana bunları? yine bir sonbahar günü söyleyecek ama, senin bileceğin, benim de bildiğim gibi. bu arada ilk bananapower şişem bitti, ikinci ve filani için yürümeye balşıyorum birazdan dolaba, ne garip değil mi, içtikçe üşüyorum ısınmam gerekirken. senlerden bahsettikçe ne kadar anlamlı yahut anlamsız olduğu çıkıyor hayatın. hoş kimin umrundaysa, yaşıyorsun işte, yaşıyorum, rol bitene kadar.
* * *
bu yazıda kullanılan bütün senler ve bütün benler gerçek olup, hayalle uzaktan yakından bağlantısı bulunmamaktadır. senlerin ve benlerin kimliğini soruşturmak abesle iştigaldir. hoş bilinse de çok sallanmaz, sallayan varsa beri gelsin. ben buradayım, kale gibi yerimde. sana da kimsenin ulaşmasına izin vermem, sen kim olursan ol. ayrıca hakikaten yazdıkça bir hoş oldum, seneler yaşadım, kısa kısa ama çok uzun yaşanmış seneler. sonlarına geldiğimiz şu zamanı hiç güzel kullandığımı söyleyemem, ama benim yerimde kim olsa fantastik bir hayat yaşardı, hangi yol ayrımında nereyi seçerse seçsin. çünkü hayatımda sen vardın, senler vardı :) ne mutlu bana ki, sana aşık oldum, senin gibi bir dostum var, sensiz bir günüm bile geçmedi, sen beni sevyorsun, sen beni hep sevdin ama çok geç söyledin. (dipnot. sadece gözkararı yaptım bananapoweri, direk yarı yarıya yapmışım. bu kalpten gelen bir hissiyattır be, bu içkiyi içmek değil yaşamaktır. ara sıra sonunu hatırlamaycak kadar sarhoş oluyorum ya, hepsi senin suçun :) )
* * *
şimdi senle konuşuyorum, hayatımda tanıdığım tanıyacağım adamlar içinde ilk üçte tartışmasız var olan ve olacak, hep uzak ama kalben hep yakın olduğum adam. Aslan gibisin, bir kol boyu mesafesinden çıksan da, hep oralarda bir yerde ol lütfen. beni anlayan bakışlarına ve yıkılan hayatlarımızdaki tek gerçek kaleye dair inancımı hep sağlam tut, lütfen. o kale sağlamsa benim gibilerin değil, senin gibilerin yüzünden.
* * *
amma konuştum be. sana hiç söz hakkı tanımadım arada. kusuruma bakma ruhum, alkollüyken çenem düşer azıcık benim. bu arada, alkollü oluşuma ver, pardon ama, sen kimdin?
* * *
why so serious? :) hahahaha