I walk alone
Six Little Ex On the Run
Prison Break S01E01
Me vs. Myself vs. I
How it really feels
To be left outside alone
When it's cold out here
Well maybe you should know
Just how it feels
To be left outside alone
To be left outside alone...
ROAR!
"i believe in god and i believe god believes in kevin garnett"
kahvem bitti, bir sürü dakika geçti ağlamak bitmedi daha. bitsin ibne de çıkıcam evden. yaksınlar mna koduumun dünyasını günlük. yaksınlar. ama senin gülümsemen olduğu yerde kalsın. gülümsemek güzeldir. iğrenç insanları bile güzel yapar, kendimden biliyorum.
herşeye rağmen gülümsemek ve mutlu olmak, mutsuzken bile çabalamak ve müziğimizi yapmak. işimiz bu. ve bir sır vereyim, iş ciddiyeti ve sadakati olmayan biri olarak; ben işimi iyi yaparım. sevgiyle yapılan hiçbir iş boka sarmazmış ya. ona inanmak istiyorum. 91 out. döndüğümde her şey daha güzel olacak.
Invaders Must Die
run baby, run
:)
nicedir dinlediğim en süratli şarkı.
sen de dinle.
"O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan herşeyle ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla.. ."
Jack Riemer
çok da fifi
ki atlasam da o tutardı zaten. yuh olsun bana, bu kadar insan sevdiğini gösterir ama onların sevgisi tutmaz da iki sittirik resim mi tutar? hayır tabikide. o işin tasviri şık dursun diye, halbuki burdaki meleklerin hepsi kuvvetle muhtemel beni seven insanların objeye bürünmüş hali olabilir diye bir ambalaj da yaparım :) çünkü sanılanın aksine; neyse. o kadar da dürüst olmaya gerek yok, en azından şimdilik :)
efem gaza geldim, kendime birkaç hediye kombinasyonu yapayım dedim, ilk sorduğum yukarıdaki aparat US$500 çıkınca gazım kaçtı. zaten takılara karşı oldum olası bir "alayım da nasıl olsa bir gün takarım" gevşekliğim olduysa, sadece hoşlanmak almak için yeter şart sandım, doğal olarak da reel fiyat "titretti ve kendime getirdi". belki, ama belki bir gün. zaten kendime alsam takamazdım da bunu, takacak birine almam lazım ki, iki güzelliği de aynı anda görüp iyiden iyiye soluksuz kalayım.
dün dutchman'ın yazdığı yazılara sardım, ne güzel yazmış adam diye. ekipçe süperler gerçi, okuyunuz, gülünüz efem. benle vakit kaybındansa, başarılı bir girdi olur hayatınızda, bakışaçısıyla birlikte tarz da olur, kaybınız olmaz. o tarz "en kıl eden üçyüzbilmemkaç husus" gibi bir şey yazmayı düşünüyordum ama okuyup anıra anıra gülünce, bu seferlik somurtmak hakkımı kullanayım, sessiz sessiz durayım bir köşede, adam yazmış işte ne güzel.
biraz önce yine şu "tavuk suyuna çorba" tadında maillerden biri geldi, meraktan açtım. büyükanneler, büyükbabalar ve torunları üçgeninde değişik bir şey olmuş. sanki her büyükanne, her büyükbaba, her torun süpermiş gibi. şimdi açık konuşmak gerekirse, torunlar sürekli torun oldukları anda kalsalar, etraf bu kadar orospuçocuğu dolmazdı. o yüzden torunluk müessesesi de çok matah bir müessese değildir diye düşünüyorum. yani ben oldum, arkamdan bin defa orospuçocuu diyen olmuştur herhalde, yaşanmışlıklardan anlatıyorum bu boku. hoş tek sorun bende yahut torunlarda değil ki, küçükken sokakta top oynamaya çalışırken de kafama odun atan bi orospuçocuu vardı. adını unuttum, mesela rahmetli teyze olsun adı :D gitmiştir hatta döneceği yaklaşmıştır. önce odunu atar, sonra getirin onu çabuk bana diye bi de bizden geri isterdi. vay yüssüz kaltak demeyin, ben diyemedim çünkü. komplike küfredecek kadar kafam çalışmıyordu o zamanlar :) ama bu paralelde, hayatımızın her noktasında "potansiyel" orospuçocuu isek, bu ambalajlama, bu aslında hayat çok güzel "tralay tralay lom" havaları neden ola ki? hayat standart işte arkadaş, kişi ne kadar iyi ise, misal ben, çok iyi olmasam da iyi bir insanımdır, arada kötülüğüm-ibneliğim-götlüğüm tutar, neyse karşımdakinin lügatında bunun karşılığı öyle bir insan olurum işte. yahut öyle bir hareket yaparım. iyi olmak herdaim iyi, yahut göt olmak herdaim göt olduğunun yeter kanıtı değildir insanda. ben buna inandım ya da, delirmeme manevraları vol. bilmemkaç.
yahut benim şimdi götlüğüm tutmuş, benim hiçbir zaman torunum filan olmiycak ya. sarıyorum işte. babanne ve dede de çok erken gitmişler, biri ansızın biri gözümüzün önünde göstere göstere. birinde ara sıra mezarına gider hayatımın ender dualarını eder, birinde moralim düzelsin diye yaşıtım olan kardeşinin torunlarını döverim ya. öylesi dışavurum işte. oysaki olduğum gibi olsam, "aslında böyle olsa süper lan" şeklinde yaklaşımlarda bulunsam, daha naif bir konumum olabilirdi hayatın içinde, lakin gel gör ki, olamadı okuyan kişi. becerilemedi işte o yazdığım şeyler :)
efenim işte bu adam ben olmalıydım. kütük gibi ayık olduğum bir gün, kulağıma sıkı bir i-pod yahut muadili bir aparat koyup, tek şarkıyı loop'a alıp kıyafetleri kontrol edip, gülümserdim ortalığa. valla. ama hiçkimseye yavşamak için falan diil. zaten beceremem yavşamayı, elim ayağıma dolanır. sersem salak olmanın getirisidir. ama tek güzel tarafı, kaskı takıp kontağı çevirdikten sonra, ne salak gülümsemem görülür ne elim ayağıma dolaşır :) hoş hiç bir web sitesinde "final ride"ım gözükmez belki, yahut günlük, sıradan olaylarmış gibi gözükür ne gözüküyorsa. sen saatte 300km/s ile motorun üstünden uçsan bile, aypod'da olaylar hiç olmamışcasına hayat devam eder.17
Warlord Chronicles
KILICI KAYADAN KOPARMAYA HAZIR OLUN…
Cornwell’in anlattığı Arthur üçlemesi yazılmış diğer tüm öykülerden farklı ve hatta aykırı. Bu öyküde onca gücünün yanında zaafları da olan insani bir Arthur var. Böyle bir tarihsel kişilik gerçekte varolmuş olmalı, ama Arthur Efsanesi gerçek tarihle ne kadar örtüşür?
Bernard Cornwell’in dediği gibi;
“Arthur belki bir kral değildi. Belki de hiç yaşamadı, ama tarihçilerin onun varlığını inkâr etmek için tüm çabalarına rağmen, o hâlâ, dünya üstündeki milyonlarca insan için, on dördüncü yüzyılda bir yazarın ona verdiği adla Arturus Rex Qwuondam, Rexque Futurus; Arthur, bir zamanlar ve Gelecekteki Kralımız.
efenim okuyunuz. şimdiye kadar bir çok kitaba çarpıldım, lakin böylesi yok.
ya da ben öyle görüyorum ve önemli olan benim nasıl gördüğüm :)
efenim detaylı bilgi ekleyeyim, kendi çapımda tabi. sadece bir defa okudum üçlemeyi, onun da bitişi haziran 28, 2008 sabah saat 0400 sularındaydı, o yüzden ince detaylar kalmadı aklımda. kitap Derfel Cadarn'ın ağzından yazılıyor, sakson orjinli fakat keltler tarafından yetiştirilmiş bir kişi kendisi. kitabı yazdığında bir katolik rahibi. şartların kendisini düşürdüğü yer orası. hikayenin başı Derfel'in gençlik yılları. Derfel'in gözünden Arthur, Merlin, Lancelot ve diğerleri şimdiye kadar anlatılmış olanlardan çok ama çok farklı, ve içimde bir yerde ben bu üçlemenin birebir gerçek tarih olmasını çok isterdim. Derfel, Merlin'in çırağı Nimue'ye aşık bir genç savaşçı olarak başladığı hayatında, Arthur'ın sağ kolu, güzel Ceinwyn'in sevgili kocası, Savaş Lordu gibi sıfatları alırken yaptıkları ve çevresinde yaşananlar olarak geçiyor kitap. Ekstra yazacağım her şey kitapta yazılanlardan alıntı olacağı için, okuma keyfini yaralar düşüncesindeyim. Hakikaten Cornwell çok şık bir iş çıkarmış bu üçlemeyi yazmakla. Kendisinin yorumu şöyle; "I have to confess that of all the books I have written these three are my favourites." herhalde şimdiye kadar okuduğum kitaplar toplamı 1500ler civarındadır, tarz olarak birbirine çok uzak değildir kitaplar, ve bu üçü çok rahat bir şekilde ilk on içindedir. abartıyorsun derseniz sizin gül hatrınız için ilk 20 derim, asla 21 olamaz. Ekstra bilgi için, ingilizce tepik.
Ailenizin Şapşalı
Lütfen
4
1-1 and 91 won on away goals!
stonenç ne tarafta kalıyo lan mençıstıra görededim. ee ıı şeyler başladı tabi ecnebicede :) haha, şimdi sıçtım gagana dedim içimden. kuzey şu bu derken bastım topa, oraya da götürürsün artık beni diye, ingilterede en merak ettiğim yerdir dedim. belki biraz da hadrian's wall, ama öncelik stonençte diye başladım boston celtics gibi tam saha prese. nefes alacak fırsat vermedim karşı tarafa sayın okuyucu, gurur duy benimle. bayılttım yeminnen. ben hiç gitmedim bilmem oraları falan demeye başlayınca tamam dedim, skor berabere, deplasmanda alkış alacak oyun sergiledim, taraftar benim yanımda, yazıktır vurma daha fazla :) "hadi şimdi git anan donunu bağlasın" tavırlarıyla sıkıştırdım tabi tavlayı koltuğunun altına, git bi gez oraları öğren sonra bana gezdireceksin diye. nah gezdirir, nereden bilecek. biri gelip bana dese ki pamukkale, peribacakarı, travertenler "o ne lan?" derim en fazla, işim yok da oraya mı gidicem bir de. çok meraklıysan git gör hesabı. bu minvalde o da aynını yapar.
*
ama şöyle bir düşün okuyan kişi, şu gariban, eylül ekim gibi gitmiş ingiltereye, sittiretmiş mençıstırı pabı, vurmuş çantasını sırtına, ver elini stonehenge. denk gelse, şöyle de bir şişe "macallan cask strength" kaptırmış olsa, yere saygısından sigara bile içmese 91 kişisi, orada bir taşa sırtını dayasa, kapasa gözlerini hayallere dalsa. merlin gelse büyülerini yapsa, taşlar topraktan şekillense, ceinwyn gelse, güzelliği her yeri büyülese. arthur'u görsem atının üstünde, excalibur'u çekmiş, altın işlemeli çelik zırhının içinde. sonra derfel cadarn'ı görsem; büyük komutanı arthur, sevgili eşi ceinwyn ve tüm silah arkadaşları o kayığın içindeyken "ben savaş lorduyum, ve askerlerime öteki dünyada liderlik etmek için onlarla ölmek zorundayım" diye bağırsa, kayık gitse, ceinwyn el sallasa, arthur onaylar gibi kafa sallasa, bana baksa derfel, gel dese, ben de elime geçirdiğim ilk silahla onun yanında saf tutsam. sonra biz gitsek. aslında hiç olmamış olsak. kimse bizi hatırlamasa. ve ben bunları sadece hayal ederken bile gözlerim dolmasa. hayaller, hayaller.
"I have my wings"
Bezgin Haftasonu
Yazmasam Olmazdı
Oldu mu? Olmadı mı?
K: Teşekkür ederim de hangisi vardı?
A:Sanki bir müzik festivalinde, güneş gözlüğü, kolunda bileklik bir yere bakıyorsun elin çenende
K: Hatırladım
O resimde benim olduğum çok anlaşılmıyor diye onu koydum
A: Haha, bakan gözlere göre değişir :) isimsiz de koysan senin olduğun çok belli, bana göre :)
K: Hadi canım
A: Şu anda resim canlanmıyor gözümde tüm detaylarıyla, fazla yorgunum, ama olsa vereceğim 2 detayla çok rahat sen de kabul ederdin :)
K: Görenler “bu sen misin” gibi bir tepki verdikleri için ben de benzemiyor sanmıştım
A: Haha, senin yüz hatlarını benim kadar ezbere bilmedikleri içindir :D
K: İyi de sen nerdeyse 10 yıl var görmüyorsun beni
A: 10 değil 6, en son çayırbaşında yolda karşılaşmıştık.
Ve unutmayacak kadar iyi biliyorum yüzünü ve yüz hatlarını.
K: O da doğru ya :)
Ama çok ayaküstüydü
Öyle hatırlanacak bir durum olmadı
A: Sana göre olmamış demek ki, bana göre olmuş :)
K: Olsun yine de hatırlaman zor
A: Zoru başarırım, imkansız biraz zaman alır :P
K: Yüzümdeki ben nerde söyle bakalım?
A: Dikkatini çektiyse yüzünü ezbere biliyorum demiyorum :) hatlardan bahsediyorum.
Ama yanılmıyorsam elmacık kemiğinin yanında, biraz aşağısında olmalı bir tane. Sağ tarafta.
K: Kime göre sağ?
A: Bana göre sağ :) ama detayı yakalaman güzel
K: Doğru bildin valla
Gerçi tokamı saklayan adamdan yüzümü unutmasını bekleyemem tabiki de :)
A: Haha, tokayı sakladığıma da inanmamıştın ya neyse :)
Var öyle adamlar işte, hayat garip tesadüflere gebe.
K: Her şey tesadüfen yani
A: Her şey gayet planlı ve programlı, bilinmesi ve su yüzüne çıkmasını tetikleyen unsurlar tesadüf.
K: Bu kadar uzun vadeli bir plan düşünülemez
Bence hepsi tesadüften ibaret
A: Zaten sence olamazsa, olacağına hiçbir ihtimal vermiyorsun.
Genel mantığa yahut karşındakinin mantığına pek bakmamayı tercih ediyorsun.
Ara sıra da olsa anlaşamamamızın temelindeki sebeplerden biri bu bence.
K: Anlaşamamak mı?
Ben böyle bir durum olduğunu sanmıyorum ama
A: Derinlemesine irdeleme kelimeyi, fikir ayrılığı manasında demiştim
K: En anlaşan 2 insan arasında bile fikir ayrılığı olur
Bu çok normal
Eğer olmazsa biri rol yapıyor demektir zaten
*
A:Telefon sessizde ve çekmecede şu anda, bakmıyorum bakamıyorum.
K: Ararsam görmicen yani
A: Arar mısın ki çıkartim mi ortaya? :)
Nasıl olsa mail trafiği sürüyor diye hiç düşünmemiştim öyle bir ihtimali
K: Bilmem
Tut ki aradım
O zaman kurunun yanında yaşta yanar misali arada biz de kayniycaz :)
A: Kendime küfretmek için bir sebebim daha olur :S
Paranoyak adama bu denir mi canım yaa :(
K: Niye yaaa
Tut ki annen aradı
A: Çıkardım telefonu masanın üstüne haklısın :)
Arayıp makara yapacaklarsa da yapsınlar, iki it yüzünden bütün sosyal çevremi soyutlayamam ya :)
K: Aile her şeyin önünde gördün mü
Tek kelime ile çıkarttırdım masanın üstüne
A: Sen ben ararsam ne olacak dediğinde çıkmıştı zaten :)
K: Ben de ailedenim yani :)
A: Hı hı :)
K: Ne de olsa toprağız :)
A: Ahaha özellikle kaçtığım şehirlilerden sonra bu çok manidar oldu yahu.
Daha başka bir şey söylesen neyse :)
K: Başka ne isterdin
Lise arkadaşı nasıl?
A: Daha güzel :)
K: O da çok 80’lilerin romantizmi gibi oldu
:)
A: Olsun olsun iyi öyle. Romantizmi hortlatmış oluruz fena mı :)
K: Ama 80’lilerin romantizmi çok kötü
A: 90ların başı der kurtarırız o zaman bu imajdan :)
K: Olmaz çok sıkıcı bir romantizm anlayışları var :)
A: Nasıl bir romantik akım sizi tatmin eder güzel bayan?
K: Ayakları yerden kesicek bir etki :)
Ama pembe yapraklı hatıra defterlerindeki dere kenarında kuru yaprakların üzerinde öpüşen çiftlerin resimlerle değil
A: E tabiî ki benim de 80ler yahut 90ların başından kastım o değildi.
Ki ayakları yerden kesecek etkide bir mizansen hazırlasam lise arkadaşıma olmazdı di mi?
Maazallah dövebilir beni, eli de ağır çünkü :)
Sağlam basarım yere :)
Elim ağır değil yaa
O eskidendi
Artık elim kalkmaz :)
A: Eminim canım ayaklarının yerden kesilmeyeceğine :)
Çok düşük bir ihtimal o.
Valla ağır değil deme, bizzat sırtıma vurduklarını hatırlıyorum da, sıkı çakıyordun.
Neden kalkmazmış elin?
K: Yok eski vahşiliğim kalmadı
Daha uysalım :)
(700*5)/425=~8,24
Mahallemizin Pub'ı
Monodiyalog
...Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı'nın kullandığı bir arazinin Hazine'ye devredilmesi üzerine Rum vakfı tarafından açılan davada AİHM Türkiye'ye tazminat cezası verdi... Ne İngiliz yokuşları, Ne Marmaris dokunuşları...En temizi Bozcaada uçuşları..
*
*